Arkadaşların hayırlılarının
ileri gelenleri anlatmıştır:
Velilerin makbul, eşi olmayan
emir Taceddin Mutez b. Horasani, Mevlana’nın has müritlerindendi.
İtibarlı, hayır sahibi ve her
şeyden haberdar mert bir adamdı.
Çünkü o Rum memleketlerinde
(Anadolu’da) medreseler, hanikahlar (tekke),
hastaneler ve kervansaraylar yaptırmıştı.
Mevlana onu sultanın
emirlerinin hepsinden çok sever ve ona “ Hemşeri” diye hitap ederdi.
O, ne zaman Mevlana’nın
huzuruna gelse müritler çok sevinirdi.
Çünkü Mevlana onu sadakatli,
hayat suyuna susamış ve ilahi manaları kabulde çok istidatlı (Yetenekli) bir talip (istekli)
ve salik (Hak yolcusu ) olarak görürdü.
İlahi hakikat ve bilgileri
aydınlatmakta çok coşar ve garip sırlar saçarlardı.
Bir gün bu zat eski âdeti
üzere Mevlana’nın ziyaretine gelmişti.
Mevlana “ Bir takım kimseler
vardır ki, kendi varlıklarından tamamıyla kurtulmamış ve kendi benliklerinden
tamamıyla kurtulamamış ve kendi benliklerinden tamamıyla geçmemiş oldukları
halde yokluk âleminden dem vururlar.
Bunlar, kuyunun altında
olduğu halde “ Ben en yükseğim” diyerek yükseklik makamından dem vuran kimseye
benzerler.
Bir kısım insanlar da vardır
ki, kendi varlıklarından kurtulmuş ve yok olmuşlardır.
Bunlar damın üstüne çıkıp “
Ben en alçağım” diye bağırırlar.
Fakat herkes bilir ki bu son
kısımdan olanın sesi yüce bir makamdan geliyor.
Bu iki iddianın misali tıpkı
bunun gibidir.
Mesela, iki kimse tasavvur
edelim.
Bunlardan biri ağzına
sarımsak almış, miskten dem vuruyor.
Öteki de ağzına misk almış,
sarımsaktan dem vuruyor.
Peygamberlerin “ Ben
Tanrı’nın nefesini Yemen tarafından almadayım” buyurduğu gibi Tanrı’nın
kokusunu alıp feyze mazhar oluş ve koku alma duygusu açıkmış arifler miski
pislikten, doğanın sesini serçenin sesinden, hak ile batılı yüksek ile alçağı
Ömer-ül- Faruk gibi birbirinden ayırt ederler
Çünkü (Mümin zekidir, ayırt edicidir ve anlayışlıdır.
O Tanrı’nın nuru
ile bakar) denilmiştir” Buyurdu.
Şiir:
“ (Tanrı’nın
nuru ile bakar) sırrına mazhar olan kimse işin başından ve sonundan
haberdardır.
Tanrı “ Çehre tarif edicidir”
buyurmuştur.
Onun için arifin gözü daima
çehrededir “
Kuranda (yüzlerinde secdelerin eseri olarak iman cevheri vardır.)
(Hucurât, 29) buyurmuştur.
Bundan sonra Mevlana “ Emir
Taceddin gel kokla, eğer onun kokusu gelmiyorsa onu koparıp at” dedi.
Şiir:
“ Kalenderin ağzında Tanrı
sözünü ara.
Eğer bunu ciddiyetle ararsan
hiç şüphe yok ki sırlarla içli dışlı olursun”
Yine buyurdular ki: Sahrada
bulunan canlı mahlûklar türlü-türlü otları yerler ve otlarla kipteş (bal arısı gibi) olurlar.
Bazısı yeşil, bazısı sarı,
bazısı mavi, bazısı da siyah renkli olur.
İşte Tanrı’nın da öyle layık
kulları vardır ki onlar (Tanrı’nın geniş olan ) sahrasında
daima otlarlar ve kalbe gözler veren pınarların suyundan içerler.
Nur gıdası ile içleri o kadar
dolmuştur ki onlar tamamıyla halkın nuru kesilmişlerdir.
Nitekim buyurmuştur.
Şiir:
“ Kim saman ve arpa yerse
kurban olur.
Kim Tanrı’nın nurunu yerse
Kuran olur.
Sen bir kere o nur gıdasından
yesen tandır ekmeklerinin yüzüne bakmaz, onların üzerine toprak saçarsın “
Nitekim bizim sultanımız (Tanrı’nın salât ve selamı onun üzerine olsun ) (böyle) olmuştu.
Bu sözler üzerine Emir
Taceddin başını Mevlana’nın ayaklarına koydu.
Mevlana’ya olan doğruluk ve
samimiyeti bir iken bin oldu, müritlere bir âşıklar evi yaptırmak için ısrarla
rica etti.
Bunun üzerine buyurdular:
Şiir:
“ Biz bu yokluk arsasında Ad
ve Semud kavmi gibi yıkılıp yok olan köşkler, dört duvarlı ve damlı binalar
yapmak istemiyoruz.
Biz Nuh ve Halil Peygamberler
gibi Cennet sahrasında aşk köşklerinden başka bir şey istemiyoruz”.
Mevlana bundan sonra “ Mana
ehline, ‘Vallahi bu dünyada ben bir karış yer imar etmedim ve hiç para da
biriktirmedim’ diye yemin eden Peygambere uymak vacip (yapılması
gerekli) olan ödevlerdendir “ diye buyurdu.
Emir Taceddin Mevlana’nın
huzurundan çıktıktan sonra kendi sarayına gitti.
Cizye (Müslüman olmayanlardan alınan vergi) parasından üç bin
dinarı keselere koyup adamları ile dostların hamam parası yapmaları için
Mevlana’ya gönderdi.
Mevlana bunu kabul etmedi ve
canı çok sıkıldı.
Sonra “ Biz nerde, dünya
meşgaleleri (uğraşıları) nerde” buyurdu.
Şiir:
“ Ben kendim gibi bir adam
isterim.
Ben bir gümüş tenli isterim
ve paranın çirkinliğinden artık bıktım”.
Parayı böylece alıp geri
götürdüler.
Neticede Taceddin, Sultan
Veled’in bu hususta şefaatine (aracılığına) iltica ederek medresenin yanında
hizmetkârlar için dervişlere yaraşır basit birkaç ev yapmak üzere Mevlana’nın
müsaadesini rica etti.
Sultan Veled’in delaletiyle (yol göstermesi ile) bu evleri yaptılar.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B.
YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
İlahi
hakikat ve bilgilere kavuşmak için:
Sadakatli olmalıyız.
(Dostluk, sözünde duran, içten bağlılık, doğruluk, yürek
doğruluğu)
Hayat suyuna susamış olmalıyız.
(Ebedi
hayatı hedeflemeliyiz)
İlahi manaları kabulde çok yetenekli
olmalıyız.
(Aklımızı bağlayan dünya ve ahiret isteklerinden kurtulmuş
olmalıyız)
İstekli olmalıyız.
(eğilimli ve arzu eden)
İlahi yola giren ve bir yolda giden.
(Bir tarikat yolu izleyen)
*
Ben
ve ben merkezli davrananların ilahi âlemden söz etmeleri kuyunun dibinden
yüksekteyim demesi gibi kabul edilemez ve gerçeklikle bağdaşmayan davranış
olduğunu öğrendik.
*
Ben
ve ben merkezli davranışlardan kurtulmuş, olgunluk yolunda yol almışların
kendilerini aşağıda göstermeye çalıştıkları vakit alçak gönüllülük ettiklerini
öğrendik.
*
Hazreti
Veysel Karani (Cenab-ı Üveys) için, Feridüddin-i
Attar bir eserinde:
-
Ben onun hakkında ne söyleyebilirim?
Ne
yazarsam azdır, eksiktir.
Zira
onu, âlemlere rahmet olan Peygamber efendimiz sevmiş ve övmüştür, buyurur.
Hazret-i
Muhammed (Aleyhisselam) Efendimiz, bazen mübarek
yüzünü Yemen’den tarafa çevirip:
“
Hak aşığı Üveys’in kokusunu alıyorum”
“
Allah’a şükürler olsun, rahman rüzgârı bana Yemen’in Karen köyünden Amr
oğullarından Üveys’in güzel kokusunu, misk gibi nefesini getiriyor” buyurdu.
*
Mümin:
Zekidir.
Ayırt
edicidir.
Anlayışlıdır.
Tanrının
nuruyla bakar.
Tanrı
nuruyla bakan işin başından ve sonundan haberdardır.
Çehreye
(yüze, surata) bakarak Tanrı’nın tarif
ettiğinden anlar.
İman
nuru; Allah’a secde edenlerin yüzünde bulunur.
Allah’ın
tüm buyruklarına tamamıyla uyan kişide olur.
İmandan
bir koku, bir eser yok ise onu ilişkilerimizden koparıp atmamız gerektiğini
öğrendik.
*
Dünyadan
elini eteğini çekmiş başıboş dolaşan, her şeyi hoş gören (derviş) kalender birine rastlarsak onda Tanrı sözünü
ciddiyetle arasak sırlarla içli dışlı olacağımızı öğrendik.
*
Yaşadığımız
âlemde ekmek yemek arayışı yerine Tanrı nuru arar, bulur, içimize alır
hazmeder, kanımıza geçirirsek tamamen Hakkın nuru kesileceğimizi öğrendik.
*
Dünyada
köşk, saray, yazlık yaptırma yerine ebedi kalacağımız Cennet sahalarında aşk
köşkleri istememizin daha doğru olacağını öğrendik.
*
Peygamberimizin
para, mal, mülk hakkında nasıl davrandıysa öyle hareket etmek gerektiğini
öğrendik.
*
Herkes
kendisi gibi birini istediğini öğrendik.
*
RAVLİ