Şemseddin-i Mardini
anlatmıştır:
Bir gün din adamları arasında
şu olayı anlattı:
Bir gün Mevlana’nın
medresesinde büyük bir toplantı olmuştu.
Bütün emirler ve büyükler
orada idiler.
Hararetli bir sema oluyordu.
Bizim medresemiz de o civarda
idi.
Onların her tarafa yayılan bu
cuş ve huruşundan (taşıp coşma) rahatsız
olmuştum.
Yerimden kalktım adi ve sade
bir elbise giydim, halkın ve atların kalabalığı arasından geçerek medreseye
girdim.
Halkın arasında bulunan bir
köşeye oturup Secde suresini okumakla meşgul oldum.
Secde ayetine geldiğim vakit,
Mevlana hemen kalkıp secde etti.
Ben kendi kendime “ Bu, her
halde bir tesadüf olsa gerektir” dedim.
Bundan sonra başka bir sure
okudum, bu surede hangi secde ayetini okuduysam Mevlana’nın hemen kalkıp secde
ettiğini gördüm.
O zaman bende Mevlana’nın mübarek
gözlerinin Levh-i Mahfuz’a doğru aşılmış olduğuna kanaat getirdim.
Levh-i Mahfuz da onun anlayış
dolu olan iç âlemidir ve (Kalbi gördüğünü yalanlamadı)
(Necm suresi 11) işareti de bundan ibarettir.
Ben bu düşünce ve hayret
içinde iken Mevlana geldi, yakamdan tutarak çeke-çeke beni yanına götürdü ve
“ Bu secdeler alelade halkın secdeleri
değildir.
Saadet ehlinin secdeleridir.
Sen bundan sonra bilgiçliği
bırak, görenlerden olmaya bak.
Artık bundan fazla Tanrı
erlerini imtihan etmek haramdır” buyurdular.
Ben, bu hal karşısında kendimden geçtim, aklım
başıma geldiği vakit, elbiselerimi yırtarak kendi kendime “ Ey böyle mana
nurlarını görmekte gözü kapalı kalan zavallı Şemscik!
Ne zamana kadar perde altında
kalacaksın; defalarca deliller ve hüccetler (ispat eden
şeyler) gördün, fakat sen güçsüz olduğun için dünyanın gördüğünü
görmemezlikte bulundun” dedim.
Sonra ağlaya-ağlaya yavaşça
oradan çıkıp evime geldim.
Bütün talebe ve kalabalığımı
topladım, geceleyin Mevlana’nın evine gittim.
Medreseye yaklaştığım vakit,
şeyh Muhammed Hadim’in kapıyı açıp bizi karşıladığını gördüm.
Ben ona “ hayır ola” dedim.
Muhammed Hadim “ Mevlana
Hazretleri dostlardan bir gurup geliyor, kapıyı aç, onları karşıla “ buyurdu”
dedi.
Ben içeri girince
ayakkabıların çıkarıldığı yerde Pay-i macanda (Ayakta,
el bağlı, baş kesik vaziyetinde duruş) durup günahımın bağışlanmasını
istedim, ileri varıp yüz binlerce yalvardım yakardım, şefaatler diledim,
mübarek ayaklarını öptüm, onlara yüzümü gözümü sürdüm ve ona halis bir mürit
oldum.
O mübarek ferecesini bana giydirdiği
vakit ruhumu bir ferahlık ve neşe kapladı.
*
Mevlana Hazretlerinin istiğrakı
(iç âlemine dalmak) o derecedeydi ki, yolda
giderken pabucu birdenbire bir çamura batıp kalsaydı, onu olduğu yerde bırakır,
yalınayak yürüyüp giderdi.
Eğer bütün fakirler bir şey
dilenmek üzere onun karşısına çıksalar, sırtından ferecesini, başından
sarığını, vücudundan gömleğini, ayağından pabucunu onlara verip yürürdü.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B.
YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
1.
Mevlana
Hazretlerinin kalbiyle gördüğünü öğrendik.
2.
Bilgiç
davranmamız gerektiğini öğrendik.
3.
Görenlerden
olmamız gerektiğini öğrendik.
4.
Tanrı erlerinden
bir işaret gördüysen onu sınamaya gerek duymadan inanıp kalbimizi bağlamamız
gerektiğini öğrendik.
5.
Herkesin gördüğünü
görememek körlük olduğunu ve kişinin perdenin altında kaldığını öğrendik.
6.
Bizde üstün
kişileri görmezlikten gelirsek yanlış olacağını öğrendik.
7.
Hatanı gördüğün
vakit alçak gönüllülükle düzeltme yoluna gitmemiz gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Edindiğin bilgi sende görüşe
yönelmediyse, kişilik sorunlarından dolayı ilerleyişin tıkanır.
Farkında olarak kendini
bilginin görüş oluşturmasına yöneltmen gerekir.
Edindiğin bilgi yaşamın her
alanında kullanabilir olması seviyesinde olursa görüş sahibi olabilirsin.
Bilgiyi edindin.
Doğru kaynaktan ve her zaman
geçerli olduğuna inancın tamam oldu.
Kendinde uygulamasını yaptın.
Faydalı olduğunu da gördün,
inandın.
Bu bilgi ve deneyimini
kullanarak mevki, makam ve çıkar sağlamaya yöneldiysen: Gelişmen durmuş,
sanılarla ve kişilik problemleriyle yaşarsan geriye doğru dönüş yaparsın.
Edindiğin bilginin daha ileri
gerçek oluşunu ve sırrını aramaya devam edersen düşünce kademesine geçersin.
Yani: Bu gerçeklik bütünlük
içinde ne ifade ediyor?
Yalnız başına ne ifade ediyor
sorusunu kendine sorarak cevap ararsın.
Buradan bütüne doğru gidersin
veya bilgi bütün halinde sunulmuşsa Vahiy gibi bütünden gelerek yalnız başına
ne ifade ettiğini anlarsın.
Bütüne gidiş ve bütünden
gelişlerden sonra parçaları başka bir alana taşıyarak ve bir araya getirerek
yeni anlamlar keşfetmeye çalışırsın.
Bu çalışmalar zekânı en üst
seviyede kullanmana imkân verir.
Bilgilerin her ne kadar
farklı alanlar da olsa da bütünlük içinde birbiri ile ilişki içindedir.
Bu çalışmalar ilahi âlemi
anlaman için gereklidir.
İman ve inanç çok kısa
zamanda büyük mesafeler kat ettirir.
Başkasının görüşünü taşıyor
ve naklediyorsan kendi görüşün oluşmamış demektir.
Dikkat et Mevlana
hazretlerinin birkaç sözünden başka sözü meydanlarda dolaşmaz.
Çünkü onun sözleri içseldir.
Yani alır, hazmeder kanına
karıştırır sonrada ne aldığını unutursun.
Ezberleyip tekrar etmezsin.
Hazreti Mevlana’nın sözleri
böyle olduğundan her yanında olan sözlerini yazarak kalemle kâğıda yazarak sözü
hapsetmişler ve günümüze gelmesini sağlamışlardır.
İşte böyle yaren,
Okursun, öğrenirsin.
Ne öğrendiğini sorsam
bilmezsin.
Ama gittikçe sana olgunluk
veren bilgilerle donatılmaktasın.
Sen başkasına anlatmak
zorunda değilsin, görevin de değil.
Olgunlaşabildiğin kadar
olgunlaş.
Anlamadıkların bir gün flaş
patlaması gibi kendini gösterir.
Mevlana’nın öğrenim metodu
kavramlar üzerinden ve beyin kimyanı değiştirerek bilginin kalıcı olması
sağlanır.
*
RAVLİ