11 Temmuz 2013 Perşembe

FERİDEDDİN İ ATTARIN SON SÖZLERİ

Son sözler 259

Kalıcı mülk sahibi olan, ilim ve bilgisine akıl sahiplerinin dili tutulan, Tanrının adıyla.

Adı canlara ferahlık verir; toplananların önsözüdür, dizilimin ilk birinci yazısıdır.

Diller, damaklar, adıyla Tatlılaşır; kılıçlara benzeyen diller, anışıyla parlar, keskinleşir.

Onun adı anılmadan meydana gelen, duyulan koku, solup giden bir renkten ibarettir; onun adı anılmadan kazanılan ad-san, bir ayıptan başka bir şey değildir.

Öyle bir mülk sahibidir ki bütün varlıklar, onun zatına karşı aşağıdır, hiçten başka bir şey değildir.

Zatı, bildiğimiz her şeyden üstünken onu nasıl anlatmaya gücümüz yeter?

Sanatının elinde, bir topa benzeyen yeryüzü, göklerin çevgeni (Golf sopası) önüne düşmüş, yuvarlanıp durmadadır.

Hiç kimsenin aklı, onun yüceliğine eremez; bundan dolayı da hiç kimse, onun nimetlerini hakkıyla bilemez.

Bütün âlemin hiçliği, onu ispat etmek etmektir; bütün âlem, onun zatına delildir.

Sıfatları, zatının zuhurudur (görünmesi); iyice dikkat edersen görürsün ki her şey, zatının gerçekliğinin görünmesidir.

Her şeyin varlığı, onun varlığının gölgesidir; her varlık, onun kudretindeki sanatın eserleridir.

İyi, doğru söyleyen biri, zatı anlatırken, Tanrı’yı bir bilmek, bütün izafi (bağlı bulunduğu şey ile değişen) şeylerden geçmektir denmiştir; ne de yerinde söylemiştir bu sözü.

Ne rütbedir ki aydan balığa dek ne varsa, onun zatına nikbetle (kıyasla) bir karaltı içindeki bir kıldır sanki.

Ne yüceliktir ki müstağnidir (doygun) her şeyden; bunca akıl ve can, onun yüceliğine karşı bir oyundur, bir oyuncaktır ancak.

Ne ululuktur ki canda bir belirse, her zerreden yüzlerce tufan zuhur eder.

Ne birliktir ki o birliğe bir kıl bile sığamaz; o birlikte cihanın bir kıl kadar değeri yoktur.

Ne rahmettir ki İblis bile o rahmetin bir zerresini bulsaydı İdris’ten topu çeler, kapardı.

( İdris Peygamber, perhizle menkul olur, ibadetleri ile ruhunu bedenine galip gelir ekseriya ruhu gökyüzüne yükselir ve arı duru hale gelen canı melekler ile görüşürdü)

Ne gayrettir ki âleme bir düşse bir anda iki âlem de birbirine girerdi.
Ne heybettir ki güneş bile, bir zerre ondan mahrum kalsaydı ebedi olarak gölgede kaybolur giderdi.

Ne huzurdur ki herkes ancak orayı büyük tanır; ondan başkasının kapısına, kimse yol bulamaz.

Ne sanattır ki başkasından elde edilmemiştir; ezeli ve ebedidir; ne eksilir, ne artar.

Ne kuvvettir ki dilerse bir solukta yeri de mum gibi eritir gider, göğü de.

Ne şerbettir ki can, ‘’Rableri onları suvarır’’(Rableri onlara tertemiz bir içki içirir)
(İnsan suresi 21) ayetini okuya, okuya kanlara dalar.

Ne alandır ki âlem olmasaydı da bir kıl ucu kadar yer bile eksilmezdi o alandan.

Ne sonsuzluktur ki aklın, anlayışın gözü, onun sonsuzluğundan yerlere düşer; sonunu göremez.

Ne mühlet veriştir ki zamanı gelip çattı mı, bir kılla bütün bir âlemi tuzağa düşürür.

Ne şiddettir ki delil getirmek, özür beyan etmek için elde ne susmak azığı vardır, ne söylemek kudreti.

Ne birliktir, ne istiğnadır ( nazlanma) ki bunca erkek, bunca kadın, koştular gittiler de izinin tozunu bile bulamadılar.

Ne gaflettir (uyku) ki bizi zincire vurmuş; yoksa bizde hiçbir kusur yok.

Ne takattir (güç) o ki bize emanet olarak verilmiş candan olduk mu, emanete hıyanet etmemiş varalım.

Ne hasrettir bizdeki?
Ama bu hasret de hiçbir fayda vermez bize.

Aşk âleminin ne önü vardır, ne sonu; oraya gönül kanından başka bir kılavuz yoktur.

Birisi âşık oldu da baştan ayağa dek aşk kesildi mi, gül gibi ilk adımda kana gark olur.

Efendim benim, çok beyhude (boşuna) laf ettim; olmuş, olmamış, birçok söz söyledim.

Asinin suçu yüzlerce âlem dolusu olsa, bir zerrecik ihsanın bile ondan çoktur, ondan üstündür.

Bizde kusurdan başka bir kulluk yokken bu azıksız bir avuç toprağın ne değeri olabilir?

Şimdi değil mi ki iş bu hale geldi; Tanrım, lütfet; bizi, bize bırakma.
Nelikten, nitelikten münezzehsin; âlemden de ötesin, âlemdekilerden de öte.

Tanrı, rahmetin, herkesi, her şeyi kaplar; o deryadan bir katrecik (küçük damla) lütfet; yeter bize.

Şu suçlu halkın suçlarını o deryada bir kerecik yıkayıp arıtsan,
O derya, bir an bile bulunmaz; ama bütün âlemin işi iş olur; bütün alem arınır, aydınlanır.

O rahmet denizinden bir katresini halka bölüştürsen ne eksilir o denizden?

Ne hoştur kuldan feryat, Tanrıdan imdada yetişmek; kulla Tanrı arasında bir niyazdır, bir nazdır bu.

A kul, bütün âlemde bir tek bile aşinan (bilen, tanıyan) yok, kimin kimsen yok; neden boyuna kendine ağlamazsın?

Evinde yüz tane aşinan olsa öldün mü, hepsi de yabancı kesilir.
Ama bu derdi kolayca vermezler sana; bir saman çöpünün avucuna koca bir dağı sunmazlar.

Ecelden önce bir an ölürsen, o solukta bütün âleme sahip olursun.
A dosttan ayrı düşmüş kişi, kimden bu çeşit uzak kaldın, bir anlasan,

Hasretle bağrını, böğrünü dağlar, perperişan başını dizine dayar kalırdın.

Tanrı yoluna girmeyi layık görüyorsan kendini, heva ve heves gözüne tümden mil çek.

( günlük ve çevresel etkilere karşı kendini korumak amaçlı yalnızlığa çekilmek.

Yani kargaşadan kurtulup ben kimim?

Neyim?
Yolun neresindeyim?

Nereye gidiyorum?
Vb. soruları kendine sormak yerini durumunu değerlendirmek amaçlı yalnızlık)

İstek, dilek gözün görmez olursa, seni doğru yola götürecek gözün, görmeye başlar.
(ihtiyacın sınırı içinde kalarak bu sınır dışındakiler için, isteğim yok de kendine)

Şaşıp kalışın sonu görünmez; bir iğne bile deryadan haraç alır.
(Sessizce gözlemlersen hayrette kalacağın birçok şeylerin farkına varırsın.

Küçük dediğin bile büyüğü nasıl haraca bağladığını, gemlerin ele geçirip yönlendirdiğini, bağlayıp hareketsiz bıraktığını görürsün.

Yani dikkatsizliğin, uyumakta olduğun, oyalandığın zaman göremediklerini görürsün)

Dünyayı iki kapılı bir kervansaray bil; bu kapıdan girdin mi, ötekinden çıkarsın.

Sen gaflet içinde uyuyup kalmışsın, hiçbir şeyden haberin yok; İster dile ister dileme; sonunda öleceksin.

İster yoksul ol, ister padişahlar padişahı; yoldaşın, üç arşın bezle on kerpiç. (Mezarın)

Felek, bir hayli yalımlar vermiş, bir hayli, âlemi aydınlatmıştır ama kimseye ölümden kurtuluş yok.

Sonunda dilediğin, dilemediğin her şeyden ayrılacaksın.
Balıktan Ay’a dek âlem, senin olsa, gene sonunda bu kapıdan çıkıp gideceksin.

İskender bile olsan fani dünya, bir gün ağır, değerli elbiseni kefen eder.
Azizim, padişah sen yokken, kendisi için bir yere bir define koydu.

Takdir ederse o defineyi oradan kaldırır alır; dilemezse öylece bırakır.

Vefasız dünyanın nuru, piri yoktur; hiçbir an, yassız düğünü, derneği bulunmaz.

Sana gümüş verse taş eder; bir özür getirmeni dilerse özrünü aksak kılar.

Ayrılığı olmayan buluşup kavuşmak, kimseye nasip olmaz; tikensin gül, sinek üşmeyen şeker yoktur.

Gamsız hiçbir kimseyi bilmiyorum ki bir an olsun varayım, ona elimi süreyim de kutlanayım.

Yürü, ağır gam yükünün altına gir; boyuna can çekiş; can isterlerse de ver gitsin.

Ben sende o erliği, o gücü göremiyorum ki mezara girmeden göğe ağasın.

Âdem, bir buğday için altı yüz yıl derd içinde kalmadı mı, yeryüzüne kanlı gözyaşı dökmedi mi?

Ona bile bir buğday tanesi, yüzlerce bela olursa, senin de bir lokmayı bile gamsız yemen yerinde değildir.

Benim de karım ziyan oldu gitti; senin de; feryat benim de şu varlığımdan, senin de şu varlığından.

Ey dünya, senin cefandan şad olan kimdir?
Senin bütün cevrin, cefan da yelden ibarettir, dönüp duruşun da.

Dünyanın, senin işin yüzünden gamlanmadığı meydanda; peki, ne diye tutuyor da onun eliyle başına toprak serpiyor, yaslara batıyorsun?

Dünyanın senin gibi nice güveyi var; nice bayramlar hatırlar, nice düğün, dernekler bilir.

Ben bir ömürdür hem dem bulayın da ona sırlarımı açayım, onunla dertleşeyim derim; bu isteğin peşinde koşarım.

Ama bana uygun bir tek solukdaş göremem; feryat bu münafık (ikiyüzlü) eşten dosttan.

Değimli ki toprağa girmek için anandan doğdun; şu aşağılık yerde ne diye köşk kurar, saray yaparsın?

Değil mi ki bedenin, toprakta yok olacak, çürüyüp toprağa karılacak; pencereni ne diye göklerin yücesine ağdırır da açarsın?

Altınla, gümüşle dolu bir hazineye sahip olsan da bir an zahmet çekmeden, derde düşmeden bir yudum su bile içemezsin.

* Sen kendi derdine yan; kimsecikler senin derdinden haberdar olmaz.
Ama ne söyleyeyim ki senin de kendi derdinden haberin yok.

Yerin, toprağın altı ama tertemiz can, tertemiz topraktan yoğrulmuştur.
Senin aslın meleklerin secde ettikleri Âdem değil mi?

Senin başında halifelik tacı yok mu?

* Sen halife oğlusun, külhanı (ateş cüruflarının olduğu yer)bırak; gül bahçesine git; şu ağırcanlılıktan vazgeç. 

Mısır’da padişahlık senin; sen ne diye Yusuf gibi kuyunun dibindesin?

* Ama senin devin (nefsin), Süleyman tahtına oturmuş da o yüzden mülküne hükmün geçmiyor.

* Sen önde de padişahsın, sonda da; ama görenin gözü şaşı.

* Biri iki görüyorsun, ikiyi de yüzlerce; oysaki bir ne, iki ne?
Hepsi de sensin.

Ekmek ve elbise derdini ne vakte kadar çekeceksin?
Ne vakte kadar halkın ayıplamasından çekineceksin?

Aslında şaşılacak bir yaradılışın var; bir palaspare(Eski-yırtık elbise), atlas kumaşa eklenmiş.

Her solukta huzura ermeye, vuslata erişmeye çalışırsan, ‘’secde et yaklaş’’ ayetinden kaftan giyersin.
(Alak sure 19)

Nice zamandır beyhude (yararsız, anlamsız. Boşuna) düşüncelere daldın da yaradılışını yıprattın gitti.

A uykuya dalmış adam, aklın varsa kalk da ihtiyaç kapısını üstüne ört kapat.(sahip olduğum yeter de)

Âdemoğlunun gönlünde ne de hırs var; âlemde nasıl da şaşkın, nasıl da başı dönmüş.

Ey harisliği (doymazlık) yüzünden gözü körleşen, çukurun ta dibine çöken,

Sen gebermedikçe hırsın azalmaz; senin hırs yaranın mehlemi gebermektir ancak.

Dünyanın ağzına kadar dopdolu kadehini çektin durdun; bunca dünya malını ne yapacaksın?

Billahi bütün dünya malı mülkü, yol erinin gözünde bir arpaya bile değmez.

Feryat şu sinek yiyen örümceklerden biri, hepsi de akrabalar gibi leş peşinde

Feryat şu ağızlarında laf çiğneyen karınca tabiatlılardan; hepsinin de karıncalar gibi ne kılavuzu var, ne yol gözcüsü.

Feryat şu bir avuç kuruyup ufalanmış kemik parçalarından; hepsi de fareleşmiş köpek tabiatlı

Ey gece gündüz gam yiyen ey hırs elinde çaresiz kalan,
Hırs, bir yular gibi boynuna bağlanmış; senin yuların hırs, devenin yuları kayış.

Rızık veren Tanrı’dan emin ol; sabret, rahat otur artık.
O, kâfirin bile rızkını kesmezken, akıllı adamın nasıl olur da keser?

Ey dost, seher çağlarında tembellik etme; sağ, esensin; tembel olma.

Seher çağında uyanık oldun da duaya koyuldun mu o anda dilediğini elde edersin

O tapıdan hil’at (kaftan, giysi) giyenler, hep seher çağında giyerler.

O bağın bahçenin kapısını seher çağlarında açarlar; onun yüzünü, hasret çekenler, özleyenler seher çağlarında gösterirler

O sırada sana padişahlık gerekse, Muhammed’in kapısında yoksul kesil, dilediğini o kapıdan iste

                                             ***
       İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E. B.                              
             ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
                                               *
RAVLİ

 

Popüler Yayınlar