30 Nisan 2013 Salı

CAN KİME VERİLİR

Tanrı Halil’i, ölüm haline gelince kolay-kolay can vermedi.

Dedi ki:
"Yürü git, padişaha arz et, de ki:
Halil’inden can isteme gayri!"

Ulu Tanrı dedi ki: 
"Eğer Halil’imsen (dostumsan) halil'ine (samimi dostun olana) canını feda et!"

Hâlbuki ondan kılıçla can almak gerek.
Dostundan kim canını esirger?

Birisi, "Ey âlemi aydınlatan, neden Azrail’e can veriyorsun?
Âşıklar, yolda canlarıyla başlarıyla oynarlar,
Sen neden canını gözetmedesin" dedi.

Halil dedi ki: “Ben, şimdicik can verecektim.

Verecektim ama araya Azrail girdi."

Hâlbuki ateşe atılırken Cebrail gelmiş, 
"Ey Halil demişti, benden bir şey iste!"
O zaman bile ben Cebrail’e bakmadım.
Çünkü o, benim yolumu kesiyor.
Beni Tanrı’dan alıkoyuyordu.
Cebrail’e bile baş eğmemiş iken nasıl olur da şimdi Azrail’e can veririm?
Tanrı’dan canını feda et sesini duymadıkça can veremem ben.

Fakat o, can vermemi emrederse bütün can ülkesi yarım arpaya bile değmez bence.

O (Allah) emretmedikçe iki (Madde ve mana) âlemde de canımı, başka birisine teslim edemem…
Söz, bundan ibaret işte!”

                                   ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                   ***
İBRAHİM PEYGAMBER

Cenabı Hakka aşkı ve muhabbeti çoktur.
(Sevgiyle Tanrı’ya bağlanan için bu lazımdır.)

Allah’ın varlığında yok olarak onda var olmak için, sonsuz durmak ve olmak için bu lazımdır.
(Fenafillâhta sabit ve baki olmak)

Kulun tamamıyla dağılması ve mahvolması demek değildir.
Yıldızlar güneş çıktığı zaman kaybolmuş gibi gözükmemesi gibidir.

Yani Tanrı göründüğü zaman onun memnunluğu (rızası) tesir eder.
Işığı ortalığı kaplar.

Fakat bununla beraber diğer şeylerde var oluşunu devam ettirir ama etkisi görünmez.

Kendi bu halinden vazgeçip, kötü ahlakını iyi ahlaka çevirmek ve değiştirmek suretiyle Hakta yok olunca Hak o kişiden arka çıkan olur.

Cenabı Hak sevgisi dolayısıyla ki Nemrut onu ateşe attığı vakit yanmadı.

(Kişi kendi aslından haberi olmadan nefsinin arzularına girerse yanar.

Eğer İbrahim Peygamber gibi Hak aşkında yok (fani) olup yani kendi aslını kâinatta Hak’tan başka bir şeyin mevcut olmadığını bilirse yanmaz.)

Yaren dünyadaki vücudun aslının bir görüntüsüdür.
Aslı Allah içindedir.

Görüntüde aldanıp kanma.
Aslına kavuşmak için çalış, gayret et.

                               ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                      ***
Bu işler böyle yaren.

Can tatlıdır can azizdir, can güzeldir, beraber olduğun en güzel enerjidir.
Ancak bu can sende kaldıkça zamanla çürür, bozulur, kokar.

İyisi canına can dostu bulmaktır.
Bulunca da canını ona vermektir.

Hayatın boyunca da zaten bunu ararsın.
Değerli olan canını Tanrı’ya ver ki pişman da olmazsın, ihanete de uğramazsın.

Tanrı’ya canını ulaştırmaktan vazgeçiren sayısız zevkler, eğlenceler, engeller çıkar.

Sen bunları aşarak Tanrı’ya canını vermek veya Tanrı’nın emrettiği şekilde ve kişiye canını vermelisin.

Bunun önemini ve doğruluğunu iyice idrak etmen için bu hikâyeler üzerinden anlatıldı ve anlatılacak.

Yaren bu hikâyeleri aklın tam anlayamaz ve kavrayamaz.
Ama oku.

Bu hikâyeler gönlünü, kalbini, canını, ruhunu farkında olmadan besleyen hikâyelerdir yani gıdadır.

Bir zaman sonra aklın hepsini birden anlayacaktır.
Bu yorumlar üzerinden oluşan bir anlama, anlayış metodudur.

Sofilere özgü bir metottur.
Bizle beraberliğini devam ettirirsen doğruluğunu anlarsın.

Bu metot kalıcıdır ve çok yararlıdır, ancak geniş bir zaman ister, sabırla sonuç alıncaya dek yola bizimle devam etmelisin.

Yaren şunu da bilmelisin ki bu yolda oluşumlar gözle görülmese bile çıktılar görünür faydalar sağlar.

Sağlayacağın fayda kendinedir.
Senden hiçbir ücret talep edilmediği için değersiz bir davranış sanma.

Senin en değerli varlığın olan canın istenir.
Can vereceksin canını vereceksin karşılığında canlar alacaksın.

Üç yol izlenir.
Birincisi ilim yoludur ki size bunu sunmaya çalışıyorum.
Bu yol zeki ve anlayışı kavraması yüksek olanların izleyecekleri yoldur.

İkincisi vecd (Kendinden geçme) yoludur.
Müzikle, dans ederek, zikrederek gidilir.
Bu yol normal akılda insanların izleyecekleri yoldur.

Üçüncü yol emredilen ibadetleri yerine getirip iyilik yapmaktır.

Allah yolunuzu daim kılsın, kolaylıklar versin.
Allah hepimize bu aydınlık yolda kavuşma nasip etsin.

Yarabbi, sana bağlanmak istiyoruz kolaylaştırman için yalvarıyoruz.
Kabul et kolaylaştır.

Âmin.

                                                 ***
RAVLİ

CAN VE AŞK

Yüce himmetli biri, bir güzele âşık oldu.
Kazara sevgilisi ölüm döşeğine düştü.

Yüzü safrandan daha sarı bir hale geldi.
Vücudu safran dalından daha cılız, daha zayıf oldu!

Aydın günü, kapkara kesildi.
Adeta ölüm uzaklardan gelip çattı, yakınlaştı.

Bu hali, aşıka haber verdiler.
Derhal eline bir bıçak alıp koşa-koşa gitmeye başladı.

Sevgiliyi öldüreceğim.
Eceliyle ölmesin bari demekteydi.

Halk dediler ki: Adamakıllı şaşırdın galiba.
Bu öldürmede ne hikmet görüyorsun ki?

Kan dökme, bu öldürmeden el çek.
Zaten şimdicik kendiliğinden ölecek zavallı!

Ölüyü öldürmeden ne çıkar ki?
Cahilden başka kim var ki ölümün başını kessin!

Âşık dedi ki: Sevgili, benim elimde ölürse, onu ben öldürürsem kısas ederler, beni de öldürürler.

(Kısas: Öldürüleni öldürme, yaralayanı yaralama cezası.)

Sonra kıyamet kopunca da bütün mahşer halkının önünde beni, onun için mum gibi yakar yandırırlar.

Bu suretle dünyada onun için öldürülmüş olurum;
Yarın ahrette de onun için yanarım;
İşte bu bana yeter!

Burada da muradıma erişmiş olurum, orada da.
Bana onun için öldürülen ve onun için yanan derler.

                                       *
Âşıklar bu yola gelmişler, canlarıyla oynamaya koyulmuşlar, iki âlemi de ellerinden çıkarmışlardır.

Can zahmetini ortadan kaldırmışlar, gönüllerini bu âlemden tamamıyla almışlardır.

Can ortan kalktı da âşık, cansız bir hale geldi mi işte o vakit cananla yalnızca buluşarak, sevgiliye ulaşır.

                                    ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                    ***
İşte böyle yaren;

Canın tatlıysa, canın azizse sevgilin ne kıymette?
En kıymetli olan sevgilinse her şeyi sevgilin için feda etmelisin.

Yok…
Seni seviyorum deyip canını, malını, paranı feda etmiyorsan yalancılardan olursun.

Çünkü canını, paranı, malını sevgilim dediğinden daha fazla sevdiğini gizlemiş olursun.

Sen sevgiliyi her şeyden kıymetli duruma getirmedikçe, varını yoğunu ona vermedikçe sevgilim demeyi hak etmiyorsun.

Hak etmediğin için de elde edişin olmaz, bütünleşmeyi sağlayamazsın.
Sahip olduğunu zannettiğin can geçici emaneten verilmiş.

Sahibine ver kurtul emanet koruyuculuğundan.

En temiz en güzel, en kaliteli can emanetini yerine ulaştırma sevgiliye canını vermekle veya onun canını alıp kendi canınla birlikte vermektir.

Yani yaren daha açık edeyim.
Bu dünyaya canınla yalnız geldin.

Bu dünyadan tek canınla gidersen boşuna bir ömür yaşamış olursun.

Canına birleşen olmadıkça veya sen başkasıyla canını birleştirmedikçe eksiksin, zayıfsın, güçsüzsün, yetersizsin, eksiksin.

Bir ömür yaşayıp ta canını sana verecek veya senin canını vereceğin birini bulmadıysan ömrünü yazık etmişsin demektir.

                                    ***
SEVİNÇ İÇİNDE YAŞAMALISIN.
SEVGİYLE YAŞAMALISIN.

                                       *
RAVLİ

ŞERBETÇİYE ÂŞIK OLAN ZENGİN

Zengin bir adam, bir şerbetçi çocuğa âşık oldu.
Yerinden, evinden barkından ayrıldı.

Aşkın şiddetiyle kara sevdalara uğradı.
Halka rezil rüsvay oldu.

Ne kadar malı akarı varsa satmakta, çocuktan şerbet içip durmaktaydı!
Hiçbir şeyi kalmayınca yok yoksul bir hale geldi.

Aşkı da birken yüz kat arttı!

Hâyır, (İyilik) sahipleri, ona ekmek verirlerdi ama o hep açtı, canına doymuştu adeta!

Ne kadar ekmek verirlerse götürür satar, parasıyla şerbet alırdı.
Daima aç oturur, eline geçenle ancak şerbet içerdi!

Birisi, bu adama dedi ki:
“ Yüzlerce dünya dolusu malın mülkün olsa hepsini bir kâse şerbete satmana aşk derler!”

İnsan, böyle bir işe düşmedikçe aşkı ne bilir, derdi ne anlar!

                                       ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                      ***
RAVLİ

İSTİĞNA VADİSİ

(İstiğna. Aza kanaat etme, tok gözlülük, ihtiyaçsızlık, nazlanma, ağır davranma, çekinme)

Bundan sonra (İstek vadisinden, aşk vadisinden, marifet vadisinden sonra) istiğna vadisi gelir.

O vadide ne dava (Şikâyet) vardır, ne mana (Fikir sahibi olma).

O âlemde niyazsızlıktan bir kasırga kopar ki bir anda bütün bir ülkeyi birbirine katar, kırar geçirir!

Yedi deniz, burada bir gölcük sayılır.
Yedi cehennem, burada bir kıvılcım kesilir!

Burada sekiz cennetin de hükmü yoktur.
Burada yedi cehennem buz gibi donmuş kalmıştır.

Şaşılacak şey!
Burada bir karıncaya bile her solukta sebepsiz, illetsiz (Hastalık oluşturmaya sebep olmayan) yüz fil kuvveti verilir.

Her kuzgunun (Koyu karanlıkta kalmış, göremeyen) aklı ersin (Anlamak) yüzlerce kervan içinde bir adam bile kalmaz!

Âdem’e  (İnsana) bir mum yansın da ışık versin diye (Görme olması için ışık kaynağı gereklidir) yüz binlerce yeşiller giyinmiş melek, gamdan yanar yakılır.

Nuh, o tapıda dülger (Marangoz) oluncaya kadar yüz binlerce cisim, ruhsuz kalmıştır!

Aralarından bir İbrahim (İnananlara babalık yapacak biri) çıksın da hakikate erişsin diye orduya yüz binlerce sinek üşüşmüştür.
(Yararlanmak isteyen asalakların her yandan bir araya gelmesi)

Tanrı kelimi (Tanrı sözü söyleyenin) can gözüne sahip olsun diye yüz binlerce çocuğun başı kesilmiştir.

(Tanrı sözü söyleyenin kalb gözüyle görsün diye engel olan her ne varsa öldürülmüş, uzaklaştırılmış, etkisiz hale getirilmiştir)

Yüz binlerce halk zünnar kuşanmıştır (Hizmet ederek istekli olmak) da nihayet bir İsa, sırlara mahrem (Herkesçe bilinmemesi icap edeni öğrenmesi) olmuştur!

Yüz binlerce can ve gönül yağma edilmiştir de sonunda Muhammed, bir gececik miraç etmiştir.

Burada ne yenin değeri vardır, ne eskinin.
Burada istersen iş yap, istersen yapma!

Gönül cihanının tamamıyla yanıp kebap olduğunu görsen tut ki bir rüya görmüşsün!

Bu denize binlerce can düşüp gark olsa sanki uçsuz bucaksız bir denize bir çiğ tanesi düşmüştür!

Yüz binlerce baş uykuya yatsa, bu âlemden göçüp gitse sanki güneşin doğmasıyla bir zerrecik gölge ortadan kalkmıştır!

Göklerle yıldızlar parça-parça yere dökülseler farz et ki âlemde ağacın birinden bir yaprak eksilmiştir!

Balıktan Ay’a kadar ne varsa hepsi yok olsa sanki topal bir karıncanın ayağı, bir çukura batmıştır!

İki cihan da tamamıyla yok olsa gûya âlemden bir kum tanesi yok olmuştur!
Cinlerden, insanlardan eser kalmasa farz et ki yağmurun bir katresi eksilmiştir!

Bütün bunlar, toprağa dökülse, mahvolsa bir hayvanın tek bir tüyü yok olmuş, ne zararı var ki?

Bu dokuz lenger (Gezegen), birden kaybolsa farz et ki yedi deryadan bir katre azalmış!

Bu âlemde cüz değil, âlem tamamıyla mahvolsa sanki yeryüzünden bir saman çöpü eksilmiş, yok olmuş!

                                           ***
MANTIK AL-TAYR II
Feridüddin-i ATTAR
Çeviren Abdulbaki Gölpınarlı
M:E:B: İstanbul 2001

                                            ***
Bu konuyu iyi anlamak için aşağıdaki yazıları okumalısın.

RAVLİ HİÇ yaz Googleden oku.
RAVLİ TOK GÖZLÜLÜK HİKÂYESİ yaz Googleden oku.

RAVLİ DEĞERSİZLİK yaz Googleden oku.
RAVLİ DERT VE ZAHMET KİME VERİLİR yaz Googleden oku.

RAVLİ TOK GÖZLÜLÜK yaz Googleden oku.
RAVLİ SİNEK VE BAL yaz Googleden oku.

RAVLİ KÖPEKÇİNİN KIZINA AŞK yaz Googleden oku.
RAVLİ HUZUR ÂLEMİ yaz Googleden oku.

                                   *
RAVLİ

DERT VE ZAHMET KİME VERİLİR

Sır ehlinden bir ere sırlar âleminin perdesi açıldı.

Derhal hatif (Allah’tan söz getiren melek) seslendi:
Ey dertli, çabuk, ne dikiliyorsan dile, hemencecik elde et!

Pir dedi ki:
“Ben gördüm, peygamberler daima belaya uğruyorlar
Nerde bir zahmet, nerde bir bela varsa herkesten önce peygamberleri gelip buluyor.

Peygamberlerin nasibi bile bela olduktan sonra
bu garip ihtiyara huzur ve istirahat nasip olur mu hiç?

Ben ne yücelik isterim, ne horluk.
Keşke beni kendi aczimle (beceriksizlik) bıraksaydın!

Uluların nasibi dert ve zahmet olunca küçükler nerden
hazine elde edecekler, define bulacaklar?
Buna imkân mı var?

Peygamberler, bu işe girişmişler, katlanıyorlar.
Fakat benim kudretim yok, tahammülüm yok.
Benden el çek!

Fakat candan da söylesem ne faydası var?
Ne söylersem söyleyeyim, sen istemedikçe fayda vermez ki!”

                                   *
Bu tehlike denizine düşmüşsün ama keklik gibi koldan,
kanattan da kalmışsın, uçamıyorsun.

Bu yolun dibi sonu olmadığını, yolda da canavarlar
bulunduğunu bilseydin hiç böyle yola düşmeyi diler miydin?

*Önce aklın başından gider, kararsız bir hale gelirsin;
Sonra da bu deryaya daldın mı artık kıyıyı bulabilirsen bul.
Canını kurtarabilirsen kurtar!

                                   ***

MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                    ***
Dert: Bir sonuca bağlanıncaya kadar insanı çok uğraştıran sorun.

Zahmet: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk.

Zahmet çekmek: Biri için sıkıntıya ve yorgunluğa katlamak, 

                                   *
Dil: gönül kalp.
Emek: Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü.
(uzun ve özenli çalışma)

Dilemek: Yapılması kendi elinde olmayan bir şeyin olması isteğinde bulunmak.

Yani; gönlünden olmasını istediğin bir şeyi, imkânı olan birine ileterek istemektir.

                                    *
Dileği yerine getireceğin değerlendirmesi:
Elde ettiğini doğru kullanabilir yetenekte mi?

Yerinde ve zamanında devreye sokabiliyor mu?
Elde ettiğine zarar vermeden koruyabilecek mi?

Elde ettiğini yararlı bir şekilde kullanabilecek mi?
Kendi ve ilgili çevresiyle kolaylıkla paylaşabilir kılabilecek mi?

Miras olarak özünü değiştirmeden devredebilecek mi?
Sorumluluk bilincinde olanlar verileni hemen kabul etmezler.
Yani balık gibi yutmaya çalışmazlar.

Verilenin hoş getirisi olduğu kadar dert ve zahmet getireceğini bilip hesaplarlar.

Emanet olarak kabul eder ve verilene zarar verip vermeyeceğinin hesabını yaparlar.
Sonra da kabul eder ve ret eder.

Her verilen veya sahip olduğumuz her şey emanettir ve bu emanete ne yaptığımızdan sorguya çekiliriz.

Yani sahip olduğuz gibi gözüken bizim sorumluluğumuza verilmiş bir emanettir.

Sakın benim diyerek yanlışa düşme.
Peygamberimiz fakirlik iftiharımdır dediğini bu yönüyle de anlamaya çalışmalıyız.

Ne kadar az sahip olduğumuz varsa o kadar az hesaba çekiliriz.
Çok ve çokluğu istemek seni hesabı zor vereceğin bir alana götüreceğinden hep aza kanaat etmen, tok gözlü olman, fakir olman önerilir.

Gönlünü madde sevgileriyle doldurursan manevi âleme gönlünde yer bırakmazsın.

Oysaki manevi âleminde (görünmeyen ama hazır olan ve gelecekte yaşayacağımız yaşam yerimiz) gönlünde olması ve hazırlık yapmak gereken önemli bir yerdir.

                                     *
İnsanın belli bir döneminde beyni durur.
Ne yapacağını şaşırır.

Ne yapması gerektiğini seçemez.

Babam rahmetli müftü Fehmi BAYRAŞA bu güne kıyasla imam hatip lisesini bitirdiği ve Darülfünun İlahiyat fakültesine girme arasında bunu yaşadığını söyledi.

Bu hal bende de oldu, çocuklarımda oldu.
Geçici bir yaşam zaman dilimidir.

İşte bu aklın başından gittiği, kararsız hale geldiğin zaman ne sığınacağın bir yer ve ne de bir kişi bulabilirsin.

Dostların elini uzatsa bile görmezsin.
Öyle bir âleme girersin ki etki gücün kalmamıştır.

Rüya âleminde gibisindir, çaresizce her şeyin olduğunu görür ve sen müdahale edemezsin.

İmanlı olanlar esen bir rüzgârla, bir akıntıyla kurtuluşa ererler.
İmanı olmayanlar bu zaman diliminde intihar ederler.

Ey yaren,
Bu hale girdiğin zaman evvelki severek gönül bağlandığın ulu büyüklerimiz seni kurtaracaktır.

Sabırla bu zamanın geçmesini beklemelisin.

                                         *
Allah herkese çekeceği kadar yük verir.
İsteklerine dikkat et de çekemeyeceğin yük altına girme.

Tok gözlülük yap da istemekten vazgeç.
Verilene razı ol da sevinç içinde yaşa.

Tanrı bir görev yükü verirse bil ki o yükü taşıyacak kuvveti de verir.
Sen ihtiyacın dışındakini isteme.

Tanrı verirse hoşça kabul et ve gerekeni yap.

                                          *
Define arıyorsan, hazineye kavuşmak istiyorsan dert ve zahmete uğrayacağını peşinen kabul etmelisin.


İsteyici olursan, bu zorluklara severek katlanırsın.
İsteyen değilsen en ufak bir yükte bile isyana başlarsın.

Yaren,
 İSTEMEK hayatının tamamını kapsadığından neyi, ne zaman, ne kadar isteyeceğinde seçici olmalısın.

İsteklerini bir kâğıda yaz.
İhtiyaç olanları işaretle.

İşaretlediğin ihtiyaçlarını önem sırasına koy.
Önem sırasına koydukların için yer, zaman ve miktar sınırlarını koy.

Tekrar önem sırasına göre yaz.
Artık tekrar geriye dönmeden gerçekleştir.

Bilmelisin ki bir şey geliyorsa onunla beraber sevgisi, zorluğu, yorgunluğu, harcaması da gelir.

İsteğinde gerçeklik varsa elbette elde edişin daha kolay, harcaman daha rahat olur.

Yüksek bir isteğin varsa her şeyin yüksek seviyede olacağını bilerek kabul etmelisin.

Sadece istiyorsan, kendini karşılaşacağın sorunlara hazırlamamışsan ancak rüyanda sahip olusun ki uyanınca elde edişin olmadığını görür anlarsın.

Doğru isteklerde bulunamıyor aşırıya kaçıyorsan seni seven kontrol sahibi dostlarından neden yardım istemiyorsun ki.

Ben bilir, ben yaparım diye benliğe bürünmüşsen kendi kendini kör ve sağır edersin.

Öğrendiğini uygulamayana ne denir?

                                      *
RAVLİ

DEĞERSİZLİK


Görmüşsündür ya; akıllı konuya hâkim, önüne topraktan yapılma bir levha alır.
 
O levhaya çizgiler çizer, şekiller yapar;
Duran ve dönen yıldızları resmeder.
 
O levhayı hem gökyüzünü yapar, hem yeryüzünü.
Gâh buna hükmeder, gâh ona!
 
Levhaya yıldızları, burçları çizer, hem kaybolmayı resmeder, hem yükselmeyi.
 
Levhanın üstünde yıldızların uğur, iyi talih, iyi haber veren zamanlarının da hesaplar, uğursuz, kötü talih, kötü haber veren zamanların da.
Doğum evini de oraya çizer, ölüm evini de.
 
Derken kutlu-kutsuz hesabını yapıp neticeyi aldıktan sonra levhanın bir ucundan tutar,
 
Üstündeki şekilleri, çizgileri tamamıyla siler, bir şey bırakmaz.
Sanki levhada o şekiller hiç yokmuş!
 
İşte bu ıstıraplarla dolu âlemin sureti de aynen bu levhanın üstündeki şekiller, suretler gibidir.
Hepsi de hiçtir HİÇ!
 
Fakat sen bu seçilmiş hazineyi elde etmeye gücün ve kuvvetin yoktur.
Yürü, buradan (dünyada olup bitenlerden)yüzünü çevir de bir bucakta oturadur!
 
Bütün erler, burada kadın kesilirler.
(Ne yapacaklarını bilemezler)
 
Burada iki âlemden de bir nişane, işaret bile bulamazlar.
 
Mademki bu yola girmeye takatin yok;
Dağ gibi olsan yine bir saman çöpü kadar bile değerin yoktur.
                      ***
MANTIK AL-TAYR II
Feridüddin-i ATTAR
Çeviren Abdulbaki Gölpınarlı
M:E:B: İstanbul 2001
                      ***
Yaren,
Kendini çok değerli,
Kuvvetli,
Kudretli,
Bilgin, her şeyi doğru yapan olarak buraya kadar geldin ya işte burada önemsediğin her şeyin kuma yazılı olanı okumaktan ve yaşamaktan öte bir şey olmadığını anlarsın.
 
Gerçeği, doğruyu henüz bulamadığını görürsün.
Bunca zaman öğrendiklerinin ve kabul ettiklerinin değersiz olduğunu anlarsın.
 
Değersiz şeylere önem verdiğin için kendini önemsiz bir hale getirdiğini anlar şaşkınlık içinde oturur kalırsın.
 
Hazine dediğimiz gerçekliği henüz bulamadığından üzüntüsünü yaşarsın.
 Bu yoldaki çok kişi elde ediş göremediği için, işin sonunu görmeden dönerler.
 
Ey yaren değersiz olduğunu kabul et rahat et.
 
Seni değerli kılan Tanrı’dır.
Tanrı’nın istediklerini yaptıkça değerlenirsin.
 
Sonuç almadan bu yoldan sakın ayrılmaya kalkma.
Çok kişi eline geçene veya elinden çıkana önem verdiğinden uzun soluklu çalışmalara sabrı olmaz.
 
Kaderin ezelde yazılmış, olgunluk yolunda yola devam et ki senin adın olgun insanların yazıldığı deftere yazılsın.
 
Her gördüğün gelip geçicidir.
Uğraşımız görünmeyen âlemdeki kalıcı olanı bulmak ve yer etmektir.
 
Bu alem HİÇ tir.
Aynaya bir an yansıyan görüntüden başka bir şey değildir.
 
Aynaya düşen suretin esasını bulmaya çalışmalıyız.
Resmi değil resmi yapanı bulmaya çalışmalıyız.
                                   *
RAVLİ

 

28 Nisan 2013 Pazar

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 56

KİTABIN SON SÖZÜ

2180- Ey bu kitabın yazıcısı!
Tanrı sabah vakti seni feyizli ışıklarıyla aydınlatsın.

Kalemin gibi ihtiyarım (Seçme, seçilme) da elden gitti.

Elimi tut, kalemim bu yolda göklerden daha yüce mertebelere erişmek ister, bukalemun gibi renkten renge girer.

İşlediğim bütün bu hüner elmaslarını bir sultana armağan için dizdim.
Bu sanatta demirim ve bıçağım pek sert, ocağım pek dar idi.

(Konu pek çetin, vezin ve kafiye pek dardı)

2185- Talih devleti bana yar olaydı.
Belki (Bu eser) bu kadarcık bile düzenli düşmezdi.

Şu birkaç yaprağı karalarken hata işlediğimi zannettim.
Gönlümün gizli ortağında canlana şu nükteler (herkesin anlayamadığı ince manalar) birkaç seher vaktinin ilhamıdır.

Ey Sultan!
Dimağını (Akıl, beyin, şuur) ne perişan ediyorsun?

Bu oğlak kızartmasından (Bu kitabın manevi nimetlerinden) ye, o tatsız pastırmaları (Manasız kitapları) bir tarafa at.

Bu kitabı ilkönce ve dikkatle okuyan sen ol!
Sana bir fikir verirse sonuna kadar devam et.

2190- Bu eserde edepten uzak görünen her sözü yakalayabilirsin.
Buna izin vardır.

Ancak şeriat bayrağını taşımayan herhangi bir nükte benim sahsım bile olsa üzerine bir kalem çek.

Bu eserde bana Tanrı vergisi olan söz sanatının inceliklerini göstermemiş olsaydım böyle şehirden şehre armağan getirmezdim.

Bu taraf (Gence) beni böyle ayağı bağlı bir durumda bırakmamış olsaydı bütün ülkeler elimin altında olurdu.

Zamane bana; sen hareketsiz mahlûklardan değilsin.
Biraz kımıldan, dedi.

Yerinde oturanlar gibi ne oturuyorsun?

2195- İlhamımın perisi eşsizdir.
Fakat yüce boynunun ölçüsüne göre kaftanı yoktur.

Ona ancak diz kapaklarına kadar uzayabilen bir mintan giyebildiğim için bu çıplaklığın utancıyla daima diz üstü oturmaktadır.

Boy göstermek için uzun ve süslü elbise gerektir.
O zaman edeple ayağa kalkabilir.

Nizami!
Onu bezemek için başından ayağına kadar mücevherlerle donattı.

Fakat genç ihtiyar her seyircinin temaşasından (Mütalaasından) bana düşen hisse kuru bir şöhrettir.

2200- Söz bol, fakat altın yok.
Laf pazarı hararetli, fakat alışveriş durgun,

Gence eteğimden pek sıkı yapışmış, müneccimlerinin kayıtsızlıkları daha ne kadar sürecek?

Cihandan bir ses geldi:
Ey kul! Dedi.
Gence neresi?
Nizami kimdir?

Nizami bu kitabı süslemek için başından sonuna kadar nükte cevherlerine gark etti.

Onun cevherler saçan bu kitabı kutlu olsun.
Öyle bir sultana armağan edilmiştir ki bu mücevherler kendi malıdır.

2205- Uçmağa çalışan kalem kuşu bir tavusun başına konmak için kanatlandı.

Dudaklarından saçtığı inci ve yakutlarla “ Mahzen-i esrar” ı sona erdirdi.
Şükür ki, ömür tamam olmadan önce bu kitap da adına kavuştu.

(Şükür ki bu hakikatlar dizisi olan nazım Tanrı’nın yardımıyla tamamlandı.
Bu keramet denizinin incisi Nizami’nin Mahzen-i esrarıdır.”)

Yarabbi!
Sen bu sözcünün günahlarını kereminle bağışla.
Bu hoş nazma istekli olanların da günahlarına af kalemi çek.

2210- Bu şiirleri yazanın da kusurlarını yarlığa.
Vesselam.

Kitabın sona ermesi doğru sayı ile Rebiyülevvel ayının 24 ncü günü gerçekleşti.

Hicret yılından bu zamana kadar 582 yıl geçmiştir.
Bu kitap kimin gözüne erişirse sonu hayır ve sevap olsun.

Bombay’da 1298/1880 yılında tamamlanmıştır.
                                 SON

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:

(16-5-1957 yılında Konya’dan 5.00 liraya Emekli, rahmetli müftü babam Fehmi Bayraşa almış.)

Emeği geçenlerden, okuyanlardan, okuduğunu yaşamına katanlardan Allah razı olsun.

Ey yaren,

Yönelişlerimizle tercihlerimiz bizim kutlu olmamıza veya şikâyetçi olmamıza sebep olur.

Başlangıcında yanlış tercih yaptığımız bir yolda ne kadar doğru konuşsak, doğru davransak ter döksek istediğimiz ve beklediğimiz sonuca ulaşamayız.

Tereddütsüz doğruluğundan eminlik sağlayan büyüklerin de büyük olarak kabul ettikleri büyüklerin görüş ve fikirlerinden kendimize aşı yapmamız gerekmektedir.

Yapısında yatkınlık olanlar bu aşı ile büyüklerin meyvesi gibi meyve verme olanağına kavuşurlar.

Bu bakımdan sözün güzel ve kaliteli olması kadar o sözü söyleyeninde güzel ve kaliteli olması gerekir ki o söz ağza otursun, nurlanarak dinleyenleri aydınlatsın.

Öğrendiğimiz her şey araçtır.
Amaca giden yolda bilgi edinme, düşünme, anlama, kavrama, değerlendirme de bir araçtır.

Amacın bir sonraki amaca yönlendirmiyorsa ulaştığın ilk hedef amaç değildir.

Amaç bitmez bir süreçtir, zevk almadan, heyecan duymadan yaptığın hiçbir iş amaç değildir ve seni daha ileri götürecek yönlenme gücünü sana sağlamaz.

                                *
RAVLİ

27 Nisan 2013 Cumartesi

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 55

BÜLBÜL İLE DOĞANIN İKAYESİ

2165-Bağ çimeninin güllerle bezendiği bir bahar çağında bülbül doğanın yanına gitti.
Dedi ki:

“ Sen bütün kuşlardan daha güzelsin.
Niçin böyle dilsiz duruyorsun?” Söyle bana de ve devamla:

“ Dünyaya geldiğin günlerden beri kimseye güzel bir nağme dinletemedin.
Hâlbuki senin yerin sultanlar durağı, yemin keklik göğsüdür.

Bense ruhlar âleminden nefesler üfledim, cebimden yüzlerce delinmiş inciler çıkardım.

2170- Neden ben çayır otu ile geçineyim, niçin bir diken üstünde yuva kurayım?”

Doğan:
“ İyi dinle, dinle” dedi ve:

“ Benim sukutumu gör de sen de susmayı öğren.
Ben ki biraz işten anlamayanlardanım.

Yüz iş yapar hiçbirisini söylemem.
Git zavallı.
Sen zamane aşığısın, hiçbir iş yaptığın yok.
Bin türlü gevezelik edersin.

Tanrının keremine bak ki bana şu avlakta hem keklik göğsü, hem de padişah kuvveti veriyor.

2175- Sözün kısası senin gibi dili dikenlilerin yiyeceği çayır, durağı dikenliktir.

Hutbe Feridun şahın adına okunur.
Davul sesine kimse değer vermez.

Sabah horoz sesleriyle ağarmaya başlar ama onun gülüşü ancak horozun haline acımaktan başka bir şey değildir.

İşte o kadar”

Feleğin çarkı sessiz sedasız döner, fakat hiçbir baş onun çemberinden kurtulamaz.

Sen de şiirlerinin tatlı sesini fazla yükseltme ki Nizami gibi şehirde kapanıp kalmayasın.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Neler öğrendik:
1.   Doğan (Şahin) kuşunun kendi avladığı kekliğin göğsüyle beslendiğini, bu bakımdan duyulduğunu, padişahların elinde gezdiğini, padişahların av zamanı dışında kendi elleriyle beslediklerini öğrendik.

2.   Bülbülün güzel sesiyle nağmeler söylediğini sevilip beğenildiğini ama otla beslendiğini için doğan kadar saygı gösterilmediğini öğrendik.

3.   Çok iş yapıp aç konuşmanın saygıyla karşılanıp değer verildiğini öğrendik.

4.   Kâinatın düzeninden haber versek de vermesek de doğanın sesiz birbiçimde kendi düzenini uyguladığına şahit olacağımızı öğrendik.

İşte böyle yaren,

Neyle beslendiğimiz ve nasıl avlandığımız (Geçim sağladığımız) saygı, sevgi ve takdir görmemize neden olduğunu ve buna göre yer belirlendiğini anladık öğrendik.

Güneşin doğuşunu haber versek de vermesek de o doğacaktır.

Önemli olanın bizim başka güneşi haber vermek yerine kendimizi güneş yapmak için çalışmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Fayda sağladığına inandığımız zaman konuşmamız, diğer zamanda da susmamız gerektiğini öğrendik.

RAVLİ SUSMAK yazarak susmanın değerini incelemelisin.

                                     *
RAVLİ

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 54

Zamane çocuklarının vefa (Sevgiyi sürdürme, sevgi, dostluk bağlılığı) ve himmeti (Çalışma, emek, gayret, Lütuf, iyilik, iyi davranma.)

Biz ki benlik davasından el çekmişlerdeniz, böyle aciz bir halde toprağın başını ne bekliyoruz?

2125- Seni bu dünya dostluğu böyle zebun (Güçsüz, zayıf, aciz) düşürdü.
Toprak bu tabiye oyununu (Strateji) pek çok yapmıştır.

Bütün ömür kervanı gitti, biz alçaklardan daha aşağı düştük.
Kafileden kafileye pek geri kaldık.

(Günah ve sevabımızı yazan kâtibin melekleri) Şu iki melek bizim derdimize düşmüş, şeytan bizim dostluğumuzun yüz karasını (Utanılacak şeyler yapmaya ) çekmekte, dünya işlerinde pek hızlı koşar, kulluk bahsinde pek soğuk davranırız.

Tembellikte buza, sıcaklıkta küle benzeriz.

Gönül ışığı, göz aydınlığı nerede?
Şaşırmış insanlarda rahat ve güvenlik olur mu?

2130- Kıyamet yıldızının ışıkları belirdi.
Seher vakti ibadete gidenlerin izleri kayboldu.

Ağzında gaflet handesi (Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumuyla gülme, gülüş), canda ömür arzusu kalmadı.

Kendini sihir ve efsunla bu toprağın elinden kurtarmaya bak.
Nasıl can vereceğini düşün de bir çaresini ara.

Şu kanlı tuzaktan uç.
Bunun için en iyi çare uyanık davranmaktır.

Kurt tilkiden daha güçlüdür.
Fakat tilki kurnazlığı ve uyanıklığı ile ondan yakasını kurtarır.

2135- Gayret et ki vaktiyle Tanrı’ya verdiğin sözü yerine getiresin. Kendine değil, Tanrı’ya kulluk (Sevgiyle bağlanıp hizmet etmek) edesin.

Alçak gönüllü ol ki, fazilet (İnsan yaradılışındaki bütün iyi huylar, erdem) ondadır.

Bu güzel huyda insaf denilen gülden bir koku vardır.
Gönül kitabından öğrenilen her hüner vefa kumaşının eteklerine işlenmiş bir sırma gibidir.

İnsanda bir hüner görür de beğenmezsen o, kaybolmuş bir cevher sayılır.
Fakat beğenirsen değeri başkalaşır.

O hünerin kaynağı birkaç misli daha gürleşir.

2140- Yetişmiş insanlar bir tarafta bir hüner görürlerse onu canla beslerler.
Yerdeki toprak temiz bir cevherden başka bir şey değildir.

Fakat bu cevher bugün bu toprakta kalmamıştır.
Hepsi de riyazet (Nefsin isteklerini kırma ) denilen meziyeti temaşa (Hoşlanarak bakma, seyretme) sanırlar, erenler hakkında daima kara düşüncelere kapılırlar.

 İyiliğin adına biraz ziyan, vefanın adına bedava kulluk dediler.
(Hünerlileri canlarından bıktırır, onların hünerlerine kıskançlıkla ziyan verirler.
Hünerli isen başını ezer, hünersiz isen bundan dolayı zevk duyarlar)

Onlar, vefa yazısını buz üstüne yazar, Ay’ı, güneşi bile (Işık saçtığından dolayı) kınamaya kalkışırlar.

2145- Cömertliğe; biraz kaygı, öğüde; kendi tarafına yontma derler.

(Cömertlik yaparken kendini sıkıntıya sokacak çokluktan sakınmalısın, öğüt verildiği zaman kendine ders almalısın.)

Kutlu (Uğurlu, hayırlı mübarek) bir nefes, huzur ve rahat veren bir merhem bile olsan bu halk nazarında cerahat (İrin, yara) sayılır.

Bir dudaktan tatlı bir şerbet (Güzel bir söz) tatsalar, elleriyle dişlerini kırmak isterler.

İncir gibi tatlı ve pişkin ciğerlere ham koruk gibi sirke saçarlar.
(Ergin, olgun insanlara karşı yüzlerini ekşitirler.)

Hiç kimsede hüner ve fazileti görebilecek dürüst bir göz kalmadı, ayıp ve kusur aramaktan başka bir şey bilmezler.

2150- Denizin bütün mahsulleri inci değildir.
Âdemoğlu için bir hüner bile az değildir.

Körün gözünde (Dicle) bir damlaya benzer, karıncanın gözüne çekirgenin ayağı kanat gibi görünür.

Şu birkaç sahte vakarlı (Olgunlaşmadığı halde kendini olgun gibi göstermeye çalışan) ayıp tellallığı yapar, hünerli, hünersiz herkesi kıskanırlar.

Bunlar çamura düşmüş cesetten daha bulaşık, gönül gamından daha bulaşık, gönül gamından daha acıdırlar.

Bir dimağ (Beyin, akıl, şuur) görseler, kurt gibi kemirir, bir ışık görseler rüzgâr gibi söndürürler.

2255- Cihanın haline bak ki, başbuğları büyükleri, ünlüleri kimlerdir?
Kendi aile ocağının adını kirletmiş şu birkaç soysuz, verdikleri söze nasıl vefasızlık yaparlarsa benim şerefimi de öylece kırmak isterler.

Ben ahlak ve fazilette (İnsan yaradılışındaki bütün iyi huylar, erdem) gökteki ay gibiyim.

Küçülsem bile yine bedir (Dolunay) haline gelirim.

Diyelim ki haddinden fazla ıstırap çektim, felekle bu düşmanlığı niçin sonuna kadar götüreyim?

Bunlar, benim ruh bağımdan derlediğim taze şiirlerimi eski Nuh kavmi gibi inkâr ederler.

2160- Ey Hızır’ın bayrağı, bir gaza et!
Ey Nuh’un kutlu nefesi, bir dua oku.

Benim kalbimde onlar gibi kötülük sevdası yoktur.
Onlar o cefalarını anmazlarsa ben de hatırıma getirmeyeyim.

Çünkü onların ölçüsüz fenalıklarına karşı benim ses çıkarmamaklığım en kuvvetli bir cevaptır.

Hokkanın ( Mürekkep konulan kap) çok ses çıkarması, içinde tek inci bulunmasındandır.

İçi mücevherle dolunca dilsiz olur.
Def çok gürültü çıkarır, fakat içi dolu olursa sesi çıkmaz.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
İşte böyle yaren,

İnsanların temel özelliğinin verdiği sözde durmamaları, sevgilerinde ve bağlılıklarında devamlı olmadıklarını, benlik ve bencil davrandıklarını, çıkarlarının peşinde olduklarını bilip kabul edersek rahat ederiz.

Bu bilinçte olmakla beraber insanlara muhtaç olduğumuzu, işbirliği yapmamıza engel olmayacak şekilde kötü görmemize ve soğumamıza neden olmamalıdır.

Tanrı arayışı içinde doğru yolu bulmuş, aydınlanmış ve başkalarını aydınlatma isteğinde olanlara, hiçbir maddi karşılık bekleyişinde olmayanlara hediye vererek yakınlaşmamız, onlara hizmet ederek yararlanmamız akıllıca bir seçenek olur.

Küsmek, kızmak, kendini toplumdan uzaklaştırmak eğer Tanrı ile beraber olma isteği yoksa yanlış olur ve ruhsal problemlere neden olur.

Önerilen güzel huylarla davranmak; başlangıçta bizi sıkıntıya soksa bile sonuçta kazançlı biz olur.

Tanrı’nın beğendiğini kullar da beğeneceğinden hedefimiz Tanrı beğenisini kazanmak olmalıdır.

On ikinci yüzyılda yazılan ve dile getirilen gerçeklerin bu gün de aynı ve geçerliliğini görerek anlarsak o zaman insanın karakter yapısının değişmediğini ancak kullanılan aletlerin değiştiğini anlarız.

Ben insanları kendim gibi bilirdim ama değillermiş dediğimiz zaman zarar gördüğümüzü, kendimizi bilmediğimizi, insanları ve insanlara tesir eden kuvvetlerden habersiz olduğumuz anlaşılır.

Ey yaren,

Bloğumda özenle seçtiğim büyüklerimizin sözleri ve yaşam öyküleri en ideal olanı sana sunmak ve heveslendirmek içindir.

Biz onlar gibi olamasak da onları seven, beğenen, gıpta eden olmamız ve kendimizi o toplulukta sayarak sıradan biri olmaktan kurtulmalıyız.

Neyse anlayana çok söyledik, anlamayana ne kadar açıklasak da bir şey anlamayacağından kısa keselim.

Allah gözünüzden perdeyi kaldırır da doğru gören, doğru anlayanlardan oluruz inşallah.

Âmin!

                                       *
RAVLİ

Popüler Yayınlar