30 Mart 2013 Cumartesi

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 27

ALTINCI MAKALE
Varlıktan ibret alma:

Şu garip oyunları oynayan sanatkâr perdenin arkasındadır.
Eğer öyle değilse şu hokkabazları tertip eden kim?

Kalp gözünü bu perdeye alıştır ki, dışarıya neler sızdığını anlayabilesin.
Bu karanlık perdenin arkasında insanın aklını fikrini yağmaya veren güzeller var.

1160- Bunlar öyle yağmacılardır ki, gözlerinin cevherinde edep ışığı parlar.
Gönüllerine hizmet kemeri bağlamışlardır.

Şu pergâr noktası (Âlemin merkezi) olan yeryüzünde bir varlık yoktur ki bir iş ile ödevlendirilmiş olmasın.

Şu birkaç eğerli atın süvarileri (Seyyar yıldızlar) ancak bizim hizmetimizde bulunmak için hazırlanmışlardır.

Varlığın harekete geçmesinden daha önce yaratılanlarla sonradan varlık âlemine gelenlerin hepsi bizden daha sonradır.

Aşk mertebesine yükselten biz değil miyiz?
Aşkın ilk nimetini yiyen de biz değil miyiz?

1165- Her iki alemde ayıptan ve hünerden ne varsa hepsini senin atının terkisine bağladılar.
(Sana bunları seçmek için irada ve ihtiyar verdiler.)

Cihan dilberi için senden daha iyi bir yoldaş, yer kuşu için senden daha uygun bir dane olamaz.

Bırak şu tabiatı tırmalayan kuşu da dünya kuşunun başında Simurg,  gibi hüküm sürmeye bak.

(Simurg: Anka kuşu, ismi bilinen cismi bilinmeyen efsanevi bir kuş.
Uzun boyunlu olduğu için kendisine uzun boyunlu manasına gelen Anka denilmiştir.

Efsaneye göre, bu kuş son derece uzun boylu, renk-renk kanatlı, insan yüzlü, iri cüsseli bir yaratıkmış.

Çaylağın fareyi yutması gibi o da fil yutarmış.
Bunun üzerine halk o dönemde, peygamber olan Hanzele’ye şikâyette bulunmuşlar.

Anka dağlar büyüklüğünde yumurta yumurtlarmış.
(Demiri, Hayâtü’l-hayvan, II. s.186)

Başka bir rivayete göre ise, Anka Musa Peygamber zamanında tek ve dişi olarak dünyada türemiş.

Sonra Tanrı ona bir erkek eş yaratmış.
Zamanla bunlar çoğalmışlar.

Musa öldükten sonra Necd ve Hicaz’ı kaplamış ve yörede bulunan çocuklara musallat olmuşlar.

Bunun üzerine zamanın peygamberi Halid b. Sinan el-Absi’nin bedduası ile yok olmuşlar.
(Kamus terc. s.I. s.410)

Kuşları, kız ve erkek çocukları yuttuğu için bu kuşa yutan, yok eden anlamına gelen “ Mugrib” sıfatı verilerek “ Anka-yı Mugrib” de denilir.
(Gıyas. S. 305))

Senin ten kafesinde İsa gibi sakladığın o kuş (RUH) senin hükmünün altında görünüyorsa da mertebesi senden daha yücedir.

Ya ten kafesinden onun çengelini kopar yahut kafesini onun hükmüne bırak.

1170- O kuş (Ruh kuşu) seni velilik mertebesine yükseltir, seni kanatları altında korur.

Şu birkaç toprak dehlizinden (Aşamalardan) geçtikçe, kendi benliğinden temizlenmiş, yıkanmış olursun; gecesi gündüzü olmayan bir âleme gider, Tanrı’sal sırların hazinesi olursun.

Peygamberler yolunda yürüdükçe, Tanrı katına varabilmek değerini kazanırsın.

İki âlemin (Madde ve ruh âleminin) yolu iki menzildir.
Bu yolun yarısı kalp için bir solukluk mesafedir.

1175- Temelini şu toprak üzerine atan usta (Tanrı) can Kâbe’sini gönül evinde kurmuştur.

Ona varabilmek şerefini aydın bir gönülde ara!
Karanlık madde âleminin nakışlarına dalmaktan ne çıkar?

Nergisin gözlerine sürme çeken (Açılmasını sağlayan) sabah rüzgârı, bakıra altın rengi veren kimyadır.

Ten dediğin ne oluyor?
Bir avuç toprak döküntüsü değil mi?

İş kalptedir kalpte.
Söz, fakir bir kalp sayesinde değer kazanır.

Kalbin kölesi ol ki sultan olasın.
Akıl hocası, can hâkimi (Egemen) olasın.

 1180-Samur kürk gibi tatlı bir kalp yumuşaklığı istiyorsan misk keçilerinin göbeği gibi vücudunu sertliklere alıştır.

Bil ki senin vücuduna sıkı ve sert bir riyazetten daha uygun bir elbise yoktur.

Artık ipek şeritlerden, kaytanlardan bezenmiş kaftanların hükmü geçmiştir.
Misk geyiklerinin güzelliği derilerinin sertliğindendir.

Bu hassaları dolayısıyla geyik derilerinin içine sevgi muskası yazarlar.
Misk, sert muhafaza içinde barınır.

İpek içine sarılmış olsa darmadağın olur.
Şeker isen serin havalarla uyuş, cevahir (Değerli maya, öz) isen sert sedefle anlaş.

1185- Kâh gece bibi seherlerin ayakları altında kal, kâh seher gibi ahlara amaç ol, karanlık gecelerde zahmet yüklerini taşı.

Zahmeti çok çekenler, inayeti (Allah’a yönelen ve ibadetten meydana gelen Allah emirlerine sevgi duyulması, Allah’ın kendi güzelliğini o kişide görmek istemesi) de bol bulurlar.

Vefa ehlinden (Sevgi ve dostluğu devam ettiren) bir mertebeye ermiş olanların birçoğu meşakkatli yollardan geçmişlerdir.

 Meşakkat (Zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluk) ve ıstırap gıdası peygamberler için afiyet (Sağlık, esenlik, selamet, hastalıklardan kurtulma) sermayesidir (Birikimi).

Sana sağlık ve afiyet görünen şey (Rahatlık ve şişmanlık) ise belâdır.
Belâ (Gam, keder, musibet, afet, ceza, zor işler) darbesi, hodbinlik (Kendini beğenmiş, bencil), kendini beğenme hastalığının merhemidir (İlacıdır).

Nasıl ki şarabın acılığı da neşe ve tatlılık mayasıdır.

1190. Aslan ol da zincirini kır.
Mum ol da kendini yemekten (Eriyip tükenmekten) zevk al.

Istırabı, feryatlara yetişen bir (İrade sahibi) dilemiştir.
Eğrilikten vazgeçmek doğruluktur.

Bir süvari dedi ki, bu meydanda meşakkatlerin (Zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluk) ardında çok rahat gizlidir.

Çarh (Dünya dönüşü) bir düğümünü çözmedikçe (Sana çetin işlerde kolaylık göstermedikçe) başına bir düğüm vurmaz.
(Seni çetin bir işle karşılaştırmaz)

Ölüm yolculuğuna çıkarsan o yol kurtuluş yoludur.
(Ölmeden önce ölünüz hadisi)

Gam şahnesi (Polisi, zabıtası) daima sevincin önü sıra yürür.
 
                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
                                 ***
Neler öğrendik:

1.   Kendini göstermeden oyunlar oynayan Tanrı’nın ne yaptığını anlamaya çalışmamız gerektiğini öğrendik.

2.   Gördüğümüz güzelliklerden çok daha fazlasının perde arkasında saklandığını, bu güzelleri ve güzellikleri görmeye çalışmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Bizlere hizmet etmek için gönüllü hazır olan nurlu varlıkların farkında olmamız ve bize yardım etmeleri için istememiz ve yakınlaşmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Tanrı aşkını bilenin, âşık olanın aşk nimetlerinden faydalanabileceğini öğrendik.

5.    Sıradan biri olmaktan kurtulup maddi ve ruh âleminin yüceliklerinde yaşamak için istekli olmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Ruha önem verenlerin çeşitli aşamalardan geçip benliğin pisliğinden temizlenip devamlı aydınlık bir görüşe sahip olup sırları görecek duruma geleceklerini, veliler seviyesine yükseleceklerini öğrendik.

7.    Kalbine önem verenlerin bu yolu çabuklaştıracağını ve kolayca ulaşabileceğini öğrendik.

8.   Aydın gönüllü bize kılavuzluk edecek kişileri aramamız gerektiğini öğrendik.

9.   Aydın gönüllünün görüşümüzü netleştirip kararsızlıklardan, bulanıklıklardan, bulaşık fikir ve düşüncelerden temizleyeceğini öğrendik.

10.                  Aydın gönüllünün bakır seviyesinde olanı altın seviyesine çıkaracağını öğrendik.

11.                  Sertliklere, zorluklara alışmamız gerektiğini yani sağlam bir yapıya kavuşmak gerektiğini, kırılgan olup ufak bir tesirle darmadağın olmamamız gerektiğini öğrendik.

12.                  Rahatlık ve şişmanlık arayanların ruh ve beden hastalıklarıyla boğuşacağını, sahlık ve esenliğe kavuşamayacaklarını öğrendik.

13.                  Bizim düşünce ve hareket alanımızı kısıtlayan bağlardan kurtulmamız gerektiğini öğrendik.

14.                  Başına bir iş gelmeden öğrenip bilenlerin sıkıntıya düşmeyeceklerini, elinde olmayan bir sebeple düşseler bile en az zararla kurtulacaklarını öğrendik.

15.                  Üzüntünün hemen sonrası sevinç geldiğini öğrendik.

                                       *
RAVLİ

 

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 26

KERPİÇ DÖKEN İHTİYARLA PALAVRACI DELİKANLININ HİKÂYESİ

Şam taraflarında bir ihtiyar vardı ki periler gibi halk arasından çekilmişti.

1140- Vücudunu otlarla örter, kerpiç dökmekle rızkını kazanırdı.
Onun kerpicinden kendisine bir mezar yapanlar günahkâr bile olsalar azap görmeyeceklerine inanırlardı.

Riyazet (Açlıkla nefsini terbiye edenler) erenleri dünyadan göçerken kabirlerinin lahdini onun kerpiçlerinden yaparlardı.

Günlerden bir gün ihtiyar, o iş güç arasında didinip uğraşırken ansızın güzel bir delikanlı çıkageldi ve şu suretle söze başladı.:

1145- Bu senin yaptığın ne zebunluk (Zayıflık, acizlik, güçsüzlük), ne düşkünlüktür?
Toprakla uğraşmak bayağıların işidir.

Kalk toprağı boşuna yaralama, senden elbet bir ekmeği esirgemezler.
Bu kerpicin kalıbını ateşe at yak.

Başka bir kalıptan yeni kerpiçler dök.
Ahret evini yapmaya çalış.

Birkaç kesekle (Toprak parçası) ne uğraşırsın?
Senin su ve toprakla ne işin var?

Artık kendini ihtiyarlar arasında say.
Gençlere yaraşan şu işi onlara bırak.

1150- İhtiyar cevap verdi:
Çocukluğun lüzumu yok, sen kendi işine bak ve merak etme.

Kerpiç dökmek ihtiyarların sanatı, yük taşımak tutsakların kârıdır.
Ben bir gün senin önünde el açmamak için bu sanatı elde ettim.

Hazine toplamak sevdasıyla kimsenin maskarası değilim.
Zahmetlerimin elinden de kanaat nimeti yiyorum.

Bu geçim yolunda beni ayıplama.
İş dediğin gibi değilse yediğim, içtiğim şeyleri bana haram et.

1155- İhtiyarın sözlerinden onu tenkit eden delikanlı ağlayarak uzaklaştı.
Ey Nizami!

Daha ne kadar dünya kapısını çalacaksın?
Çalacak kapı arıyorsan kalk, din kapısını çal.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
RAVLİ

29 Mart 2013 Cuma

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 25

BEŞİNCİ MAKALE
Karışık haller karşısında insanın kudretsizliği:

Ömrün güzel günleri geçti, gecesi yaklaştı.
Şu beden toprağına fırtınalar düştü.

Gençlik ateşine su yürüdü.
Sabah oldu kır saçlar sabah rengine boyandı.

Hala uyku sarhoşusun.
Kalk, güneş duvarı aştı.

1095- Artık o cihangirlik hülyalarından vazgeç, bırak şu gençlik adetlerini.
Bu gelen ihtiyarlık demleridir.

Gamla yaralanmış gönüller artık eski bulaşık ve karışık ihtiraslardan temizlendi.

Akıl perişan, fikir dağınık, el işten, ayak yürümekten kesildi.
Artık toprakla senin aranda sıkı bir dostluk başlamıştır.

Ebedi hayata kavuşmak için ayağını biraz daha çukura yaklaştır.
Bu kirli devreden sonra başlayan temizlik çağından daha rahat bir hayat yoktur.

1100- Mehtap pınarı gibi ılık gönlün soğumaya, yanaklarının taze lalesi sararmağa başladı.

Saçlarındaki karalarla beyazlar şimdi birbirine atılmış Türk ve Zenci ordularına dönmüş, artık saçı iki renkli olmuş bir pirsin.

Gecen ve gündüzün var.
Gençlik çağları sana edep öğretmiştir.

Cihanda senden daha taze niceleri vardı ki, kendilerini asla ihtiyar olmayacak sanırlardı.

Hâlbuki yanaklarının gül rengini hazan rüzgârları soldurdu.
İhtiyarlık baş gösterince gençlik de göçüp gitti.

1105- Devlet denilen şey eğer Cemşit devleti (Kırkından sonra gelen devlet) ise ak saçlarda umutsuzluk ayetidir.

Gençlik ayıp kabul etmez.
Bundan dolayı her ayıp ihtiyarlıktadır. Derler.

Güzellikle gençlik kime mülk olmuştur?
O bana kalmadı, sakın sen de sana kalacak zannetme.

Gençlik gafletle sona erdi.
Asıl acınacak cihet (Yön) burasıdır.

Buna sen de yan.
Elden giden şey Yusuf gibi bir yavru olursa kaybedene çok acı verir.

1110- Gençlik denilen saadetin ne olduğunu anlayamadın.
İhtiyarlığın tadını tatmadıkça bunu takdir edemezsin.

Gençlik gerçi yakıcı bir ateştir, derler, fakat ne olursa olsun gençlik hayatın tadı, ihtiyarlık ise acısıdır.

Taze fidan bağın süsüdür.
Kartlaşınca bahçıvan onu odun yapar.

Taze daldan taze güller fışkırır.
Kuru odun ise kül olmaya mahkûmdur.

Siyah saçlar başın bezeğidir, altının ayarını Karataş (Mihenk taşı) gösterir.

1115-Uyuma!
Gençlik çağları sona erdi.

Bu seher, sabaha döndü.
Gafil (Dikkatsiz, habersiz) olma!

Sendeki tabiat ateşi kâfur gibi söndü.
Mizacında (Huyunda) baş gösteren soğuma alametleri siyah miski andıran saçlarını beyaz kâfura döndürdü.

Nasıl ki kışın havalar birkaç ay soğuyunca kara bulutlardan beyaz karlar yağar.
Bu güneş yuvarlağı renkleri çalan bir hokkabazdır.

İsa boyacılık sanatını ondan öğrenmiştir.
Bez ağartma sanatı ile boyacılık birbirinden uzak değildir.

Güneşle Mesih’in kulübesi aynıdır.

(Bir masala göre güneş batarken renkleri çalarak dördüncü kat gökte bir küp içine doldururmuş.

Dördüncü kat gökte yaşayan İsa bu geniş sermaye sayesinde boyacılık yaparmış.

İsa’nın arkadaşları havariler bez ağartmakla geçinirlermiş.
Burada bez ağartanlarla boyacılar arasında bir münasebet olduğunu anlatmak istiyor.)

1120- Ağartıcılık suyun sanatı, yaldızcılık da mehtabın sanatıdır.
Boşluğu dolduran havanın nasıl rengi yoksa sevgi ve emellerin de bir arpa ağırlığı kadar değeri yoktur.

Gece ve gündüz gibi ikiyüzlü olma.
Yüzün ak, gönlün kara olmasın.

Bu karanlık ve beyazlık, bu renkten renge girme âdeti sende oldukça “ Zalim ve Cahil” damgası da senin alnında kalacaktır.

İki renklilik yüzünden kaplanın bile dağ bellerinde derisi paralanmıştır.

1125- Taze fidanlar gibi başına kâh beyaz ipek tüller, kâh yeşil yaşmaklar örtünürsün.

Nasıl ki ağaçlar, insanların aksine olarak yazın üst üste giyinir, kışın çıplak dururlar, sen aslan ve kaplan gibi aynı şeyi ye ve aynı elbiseyi giyin ki onları daima çengeline düşürebilesin.

Karın doyuracak kadar ekmeğin, susuzluğunu dindirecek kadar suyun varsa elini her kâseye kepçe yapma.

Ekmek senden açlık hissini gideremiyorsa ot ile suyu elinden kim alabilir?

1130- Şunun bunun ekmeğine el uzatmaktansa İsa’nın eşeği gibi yalnız otla geçinmek hayırlıdır.

Yerle gökte hüküm süren şartlar, insana yüzsuyu döktürmedikçe   (Yalvartmadıkça) ekmek vermez.

Yoksa bu zindan mahkûmları kabristanında ruhanilerin (Tanrı erlerinin) sevgisi olmasaydı zulmün de, lütfun da manası olmazdı.

Kahramanlık da, miskinlik ve yüzsüzlük de aynı şey olurdu.
Birtakım sahtekârların arkasında gönül tohumunu arpa buğday daneleri gibi yerlere saçma.

1135- Su gibi kendi ciğerinin kanını iç, ateş gibi kendi gönlünü yak.
Toprak ye de cimrilerin ekmeğini yeme.

Sen mademki hayatta lüzumsuz bir diken değilsin, bari alçakların darbesini yiyip durma.

Herkesin eline ve gönlüne güvenme, vücudunu mahvetme de bir işe el at.
Kendini bir işe mahkûm et ki kimsenin önünde el açmayasın!

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
RAVLİ

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 24

SULTAN SANCARLA ZULME UĞRAMIŞ İHTİYAR KADININ HİKÂYESİ

Gadre uğramış ihtiyar bir kadın, bir gün Sultan Sancar’ı eteğinden yakaladı.
Ey sultan! Dedi.

Senden pek az iyilik görenlerdenim, fakat her yıl yeni bir zulmüne şahit oldum.
Köyüme sarhoş bir şahne (Polis, zabıta).
Kaç defadır yüzüme tokat attı.

1060- Beni suçsuz yere evimden çıkardı, saçlarımdan yakalayarak köy başına kadar sürükledi.

Türlü zulümleriyle, bana bir an nefes aldırmıyor, sitem damgasını canıma, gönlüme vurmuştur.

Falan gece köyde vurulan falan adamı kim öldürdü?
Diye beni sıkıştırıyor, katil nerede?
Diye evimi araştırıyor.

Ey şah!
Bundan daha fazla zebunluk (Zayıflık, güçsüzlük, acizlik) olabilir mi?

Asıl katil, o sarhoş şahnenin tam kendisi iken benim gibi zavallı bir ihtiyar kanınla gürültü etmekten maksadı nedir?

1065- Bunlar bir taraftan davullarla memlekette haraç toplarken öte taraftan da ihtiyar bir kadını eziyetle suçlandırmaktan çekinmezler.

Bana bu zulmü yapan şahne benim namusuna, senin de adaletine el uzatmıştır.
Bak şu yaralı göğsüm dayaktan çürüdü.

Kendimden ve canımdan bezmiş bir haldeyim.
Eğer bu zalimden hakkımı almazsan yaptığı zulümlerin               hesabı kıyamet gününde senden sorulacaktır.

Adalet davasındasın ama ben sende adalet bulamıyorum., hala seni zulümden el çekmiş göremiyorum.

1070- Sultanlardan halka kuvvet ve yardım ulaşır.
Fakat bir kere bak ki senden bize ne hakaretler geliyor.

Yetim malı yemek adalet değildir.
Bu töreden vazgeç ki şerefli insanlara yaraşmaz.

Yaşlı dulların eşyasını soyma.
Onların ak saçlarından utan.

Sen bir kul olduğun halde şahlık davası güdüyorsun.
Hayır, şah değilsin.

Çünkü kendini hiç kullanamamışsın.
Şah ülkenin işlerini düzenlemeli, halkın başında bekçilik etmelidir.

1075- O zaman bütün halk, onun fermanına baş eğer, sevgisini canlarda ve gönüllerde saklar.

Hâlbuki sen ülkenin altını üstüne çevirdin?
Türklerin devleti yücelik mertebesine erişince memlekette adalet sevgisi yer tutmuştu.

Sen ise adaletsizliği korudun.
Demek ki sen Türk değil, çapulcu bir Hindusun.

Senin yüzünden saadetin yuvası harap oldu.
Senin elinden köylünün harmanı ekinsiz kaldı.

1080- Ölüm yaklaşmadan önce aklını başına topla.
Elinden gelirse bir adalet kalesi yap.

Senin göstereceğin adalet, yârinki hayatına ışık saçan bir kandil, bu gün de yarin da sana yoldaş olacaktır.

İhtiyar kadınları iltifatlarınla sevindir.
Bu sözü bir karıdan dinle de aklında tut.

Pençeni biçarelerin (Çaresizlerin, acizlerin) tepesinden kaldır ki yaslıların nacaklarını yemeyesin.

Böyle her köşeden daha ne kadar oklar savuracaksın?
Gideceğin yerden hala gaflettesin (Habersiz, dikkatsiz)

1085- Sen cihan kalelerini açmak için bir anahtar olarak geldin, zulüm için yaratılmadın.

Cefayı azaltmak için seni şah seçtiler.
Başkaları yara açsa da sen merhem olacaksın.

Zayıfların âdeti sana nazlanmak, senin ödevin ise onları okşamaktır.
Kulağını iyi aç, şu birkaç zavallının dileğini yerine getir.

Horasan ülkesinin padişahı olan Sancar bu sözlere değer vermediği için ziyanlı çıktı.

1090- Bu devirde adalet yeryüzünden kalkmış, sanki Simurg (Anka kuşu) kuşunun kanatları arasında vatan tutmuştur.

Artık şu toprak üstünde neşeden bir eser, şu gök kubbe altında utanma denilen bir şey kalmadı.

Kalk, ey Nizami.
Şimdi bol-bol ağla, gönüllere kan doldu, kan ağla!

                                  ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
RAVLİ AH yaz Google den oku.
                                    *
RAVLİ

28 Mart 2013 Perşembe

MAHSENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 23

DÖRÜNCÜ MAKALE
Padişahın tebaasının haklarını gözetmesi:

1035- Ey erlik savaşından mağlup olmuş zavallı.
Sana yaraşan barınacak ancak kayıtsızlık köşesidir.
(Kal, yararlan fakat benim diye sahip çıkma)

Bakası olmayan bir mülke mağrur oldun, vefasız bir ömre aldandın.
(Kullandığın mal, mülk parayı sonsuza kadar kendinin sanıp kendi kendini aldattın)

Dünya şarabından mest olmuşların hücumuna uğradın.
Şu yedi feleğin oyunlarına maskara oldun (Fala önem vererek, hayatını yönlendirerek gülünç duruma düştün),

Kur’an’ı kılıcı bir tarafa atmış (Doğru yol gösterenden uzaklaşıp ve görev ve sorumlulukları hatırlamamak için ),

Onlara bedel kadehi, sürahiyi yakalamışsın (Sanki içince, sarhoş olunca her şey hallolacağını sanarak kendini içkiye vermişsin).

Bir elinde ayna, bir elinde tarak, yosmalar gibi saçlarının derdine düşmüşsün.

1040- Düşün ki “Basralı Tanrı Aşığı” Rabia, eshabı kehfin sekizincisi ve yoldaşı olan o hayvana saçlarıyla nasıl hizmet etti

(Rabia, Basralı meşhur dini kuralları yerine getiren bir kadındır.
Bir gün çölde bir çukur içinde susuzluktan baygın düşmüş bir köpek görür, başındaki külahına su doldurarak saçlarıyla bağlar.
Kova gibi çukura sarkıtır, ayvanı ölümden kurtarır.)

Ey erkekliği ahlak ve irfan namına yüz karası olan zavallı.
Bir ihtiyar kadının gösterdiği hüneri gör de utan.

Daha ne zamana kadar erlik davası edeceksin?
Fazla laf atma.

İnan ki sen bir kadından daha aşağısın.
Aklın gerdanı (yönlendiren etkisi) hünerin elinden kurtulmuş değildir.

Fakat hüner, hiçbir zaman adaletten daha yüksek olamaz.
Bu su tazelendi.
(Adalet töresi yenilendi.)

Fakat senin ırmağında yok (Kendini yenileme çalışması), bu “Ben” güzelleşti, lâkin senin yanağında değil.
(Güzelliklerin sende görünmesi bir için kendini daima yenilemelisin)

1045- Felek değilsin.
(Değişmeyen davranış biçimine sahip değilsin)

Dürüst ve iyi insanlar derneğini seç.
Feleğin belalarına karşı tedbirli ol.
(Etkisi güçlü olan kuvvetlerin vereceği zarara karşı hazırlıklı ol)

Saf cevherden (Temiz ahlaktan) başka göstermeye değer bir şey yoktur.
İnsanlara faydalı olabilecek sermaye ancak budur.

Zulüm saçmak (Yerinde ve doğru davranmamak, haklının hakkını vermemek, doğru ve ahlaklı kişiyi aşağılamak), kendi yüzsuyunu (Hürmet görmek, değer verilmek), başkalarını kanını dökmek uğursuz bir iştir.

Bundan önce de birçokları birkaç himmet sahibini ( Emek çeken, gayret gösteren, çalışıp çabalayanları) bir araya toplayarak bu davayı halletmek istediler, fakat ne çare ki başaramadılar.

Adalet göster.
Tanrı erlerinin gayretinden kork.
Gece yarısında mazlumların kalbinden kopan feryat oklarından sakın!

1050- Himmet (Çalışma, çabalama) ve gayret, ehli olan Tanrı erlerindendir.
Onları küçümseme.
Çünkü tesirleri büyüktür.

Birkaç Mecusi’nin (Ateşe tapan) bulaşık himmeti, bak Gazneli Mahmud’un tenini neye çevirdi?

(Sultan Mahmud Hint Mecusilerinin merkezi olan “ Sumenat” şehrini zapt ettiği vakitlerde oradaki ateş mabedini harap etmiş.

Bundan üzülen “Mevbid” in biri sultanın ölümüne dua etmek üzere yalnız bir yere çekilmiş.

Sultan Mahmud hastalanmış, hiçbir tedavi fayda vermemiş.
Nihayet ölümün kesin olduğu anlaşılınca Mevbid hücresinden çıkmış, bu sefer hastalığının iyileşmesi için dua etmiş.

Bu dua sonunda verilen ilaçların faydası görülerek sultan kurtulmuştur.)

Birkaç kutlu neferin (Erin) himmeti, gör ki sana sırasında neler yapabilir?
Melekleri arkada bırakan o maneviyat (Ruh ve içe ait görünmeyen kuvvetleri bilen) yolcuları herhalde keşif ve keramet yolunda su kaplumbağasından aşağı değillerdir.

(Su kaplumbağası karaya çıkıp yumurtalarını bırakıp tekrar suya döner.
Yumurtadan çıkan yavrular annesi olan kaplumbağanın yanına gider.

Bir hayvan bile kendi varlığını oluşturanı arayıp bulur)

Onların yolları üzerine sitem kılıcı sallama ki, seher vakitlerinden kopan ahların hançeri, bağrını delmesin.

1055- Cihangirliğin (Dünyayı zapt eden) şartı adalettir.
Cihanın uğursuz saatleri ise zulümle başlar.

 Bu dünya evinde bir gece adalet gösteren ebedi âlemdeki sarayını onarmış olur.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
RAVLİ BEDDUA yaz Google oku.

RAVLİ AH yaz Google den oku.

                                   *
RAVLİ

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 22

1010- Süleyman peygamber, bir gün saltanat işlerini bitirmiş havalarda gezen tahtını Tanrı erenlerinden birinin ziyaretine yönlendirmişti, gök kubbe altında havalanan tahtı bir ova yolunu tuttu.

O sade çölde bir çiftçiye rastlayınca gönlünde bir nevi tazelik duydu, çiftçi kulübesinden getirdiği ekinlerden bir kısmını tarlasına saçıyor,    her köşeye tohum atıyordu.

Ektiği tohumların her danesinden bir başak filizlenmişti.

1015- Köylünün ekmeği ile yeşillenmiş tohumların manzarası Süleyman’a konuşmak fırsatı verdi.

Ey eşsiz ihtiyar! Dedi.
Biraz cömert davran.

Mademki bu kadar ekinin var, bunları yemeye bak.
Tuzağın yoksa boşuna tane saçma.

Benim gibi kuşların dilinden de anlamıyorsun, bari bu zahmetten vazgeç.
Elinde belin (Küreğe benzeyen ucu sivri) yok ki ovanın toprağını kazanasın, suyun yok ki ektiğin yeşersin.

Bırak bu boş savaşı!
Biz en sulak yerlere tohum ektiğimiz halde ektiğimiz şeylerden ne biçebildik?

1020- Sen bu çorak çöllerden bu kurak topraklardan ne kazanabilirsin?

İhtiyar cevap verdi:
Sözlerimden incinme!

Ben bu toprağın feyzinden (Bolluk ve bereket) bir şey beklemem, benim kuru ile yaş ile işim yok.

Emek benden, yetiştirmek Allah’tandır.
Benim suyum işte şu alnımdan çıkan ter, belim, sapanım da tırnaklarımın ucudur.

Başımda (Senin gibi) memleket ve saltanat kaygısı yok.
Ömrüm oldukça bu ekin bana bol-bol yetişir.

1025- Bana tek bir tanenin yedi yüz misli artacağı müjdesi verilmiştir.
Danede şeytanın ortaklığı yoktur, bire yedi yüz verir.

Her şeyden önce sağlam tohum gerektir ki başağın düğümü iyi çözülebilsin.
Tanrı nurundan ışık alan gözler, elbiseyi vücuda göre dikmesini bilirler.

Her eşek, İsa’nın yükünü çekemez, her baş devlet işlerini kavrayamaz.

1030- Bir gergedan filin boynunu koparır, fakat karınca bir çekirgenin ayağından çekemez.

Deniz, içine boşalan yüzlerce ırmaktan ses çıkarmaz, fakat ırmak bir sel suyu ile gürültü koparır.

Bu gök kubbe altında herkesin mertebesi kendi kudretine göredir.
Her nefes saz ahengi olmadığı gibi her kadın de Tanrı sırlarına gebe değildir.

Bu gerçeği tekrar etmeyeceğim, çünkü çiğlik olur.
Zaten naz çekmek Nizami’nin işidir.

                                  ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***

RAVLİ

27 Mart 2013 Çarşamba

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 21

ÜÇÜNCÜ MAKALE
Olayların karışıklığı ve devrimlerle dünya işlerinin bozulması.

965- Halka ıstırap kaynağı olma, ıstırap çekenlerin imdadına koş!

Bir saat olsun debdebeden (Haşmet, ululuk, büyük bir gösteriş, tantana, patırtı, gürültü ) ve saltanat hayallerinden uzaklaş!

Selamet daima sonunu düşünmekte, saltanat ve debdebe ise dervişliktedir.

Süleyman mülkü (Yetki ve kuvvet) isteme!
Bu yanlış bir düşüncedir.

Mülk yerinde duruyor ama Süleyman nerede?
“Azra “ için bezenen gelin odası işte yerinde, “ Vamık” ın oturduğu dernek hala duruyor, fakat o gelin odası ile o dernek yapayalnız.

Vamık da, Arza da göçüp gitmişlerdir.

970- Cihan nice yıllar geçirdi.
Fakat bir kıl ucu kadar bile değişmedi.

Toprak boynu kalın bir düşman, felek ise boyunlar vuran bir zalimdir.
Dünya devletini özleyen kimdir?

O kime vefa gösterdi ki bize de göstersin?
Bu toprakta yaşayanlar toprak oldular.

Toprak, koynunda kimlerin yattığını ne bilsin?
Onda filizlenen her yaprak seçkin bir güzelin çehresidir.

Her ayakaltında bir melek yavrusunun başı yatmaktadır.

975- Biz ki gençliği cihana bağlamışız, ondan doğduğumuz halde niçin onun gibi genç kalamıyoruz?

Oğlunu “Simurg” e (Anka kuşu) veren “Sam” henüz genç iken çocuğu ak saçlı idi.

Bakası olmayan bu döner kubbe (Dünya) daima senin isteklerinin aksine hareket etmektedir.

Seni kâh canlı yaratıklara sultan eder, kâh toprağından çömlekçi çamuru yapar.

Bu iki renkli dünyaya (Yarısı ışık, yarısı karanlık olan bu hayata) gelenler zorluklarla karşılaşmak için gelirler.

980- Sahrada yaşayanlar, denizde gezenlere imrenirler.
Denizin zorluklarını çekenler ise karaya ayak basmak için çırpınırlar.

İnsanoğulları olayların tesirinden uzak kalamazlar, onlara karada da, denizde de kurtuluş yoktur.

Bu gök kubbenin kafesi içinde kapalı kalanlar, şehirden sürülmüş, evden kovulmuş insanlar gibidirler.

Kendisini selamete çıkaracak yolcu, uzaktan ölümün korkusunu duymuş olanlardır.
(Ölmeden önce ölünüz hadisini anlayanlar)

985- Mülk sevdasından vazgeç!
Çünkü sana gurur verir ( Boş şeylere güvenerek aldanma, boş şeylerle böbürlenme, kibir, kendini yüksek ve değerli sayma)

Bu debdebelerin gölgesinde acaba ne ışık bulabilirsin?
Ömrü hayal oyuncaklarıyla tüketiyorsun!

Hayat oyununda ölçüden dışarı çıkıyorsun.
Bu hokkabaz oyuncağını andıran dünyanın dönüşü sana pek çabuk geliyor.

Ama düşünürsen hiç de öyle değil!
Şu akıl ve erginlik çağından önce geçen o gaflet demleri (Çocukluk zamanları) ne hoş günlerdi?

Aklın görüşü son mertebesini bulunca o bahtiyarlık devleti de sona erdi.

990- Gaflet içinde yaşamak (Dalgın, dikkatsiz, tedbirsiz, ihmalkâr, endişesiz) akıl işi değildir.

Çünkü gafil durmak bir nevi divaneliktir (Akılsızlık, delilik).

Okumasan bile bir harf karala!
Yazmak elinden gelmiyorsan bari bir kalem kes!

Aydın gönüllerin hizmetinde bulunmaktan vaz geçme.
İkbal ve servet sahiplerinin ceplerine el uzatma.

Toprak gül ile yoldaşlık ettiği için sümbül saçlara misk kokusu verir.
(Gülsuyu içinde hazırlanmış kil ile yıkanan saçlar nefis koku saçar.)

Geleceği muhakkak olan kıyamet gününde çölde susuz yetişen hurma ağacını mahşere getirecek kâfirlere soracaklardır.

995- Ey kalpleri kirlenmiş, dilleri bağlanmış gafiller (İhmalkâr, ilerisini iyi düşünmeyen, dikkatsiz, dalgın, tembel).

Ey ciğer kanı içen hasta gönüllü zalimler!
Siz topraksınız!

İçtiğiniz o abıhayat nereden akmıştı?
Kur’an’ın feyzi (Bolluğu, bereketi, çokluğu) nereden, çölün ateşi nereden gelmişti?

Toprak, ben kan içtim, diye feryat edecek, evet o üstüme toprak saçın, ben katil değil miyim? Diye inleyecektir.

Soframa biraz tuz koydum.
(Şiirime bir güzellik çeşnisi verdim)

Belki bir ciğerle kaynaşırım.
(Bir gönül ehliyle dost olurum) dedim.

Ola ki gayretli dostlarla kucak kucağa geleyim.
Güzellerin kollarındaki bilezik gibi kendilerine yakın bulunayım.

1000- Benim sözlerimi anlayabilenler takdir eder.
Cennet sazcıları onun ahengini kendilerine halhal (Ayakta küçük çıngıraklar) yaparlar.

Güzel sohbetleri seçenler ister istemez bunlardan fayda görürler.
Hal bu ki iyilerin sohbeti cihandan uzaklaştı.

Bal sofrası şimdi arı kovanı oldu.
Zamaneye bak ki bayağılar (Hiçbir özelliği olmayanlar) yüzünden insan insandan sakınmaktadır.

İnsanoğlunda irfan (Bilme, anlama) ve muhabbet (Sevgi) kalmadığı gibi insanoğlu da aradan kaybolmuş.

1005- Dünya artık Süleyman devrinden uzaklaşmış, gerçek insan şimdi görünmez olmuştur.
(Kendilerini şaklamaya çalışmaktadır)

Kiminle sevişmek, kaynaşmak istedimse nihayet ondan kaçmayı maslahata (Barış, dirlik, düzenlik için) uygun gördüm.

Kimsenin gölgesi bana Hüma kanadının feyzini (Bolluk, bereket) vermedi.
Kimsenin sohbetinden vefa (Sevgide kararla devam etme) kokusu duymadım.

Edep tohumunu saçmak, vefa etmekten başka nedir?
Vefanın şartı dostluk hakkını gözetmekten başka ne olabilir?

Çiftçiler, yetiştirdikleri danelerden bir gün faydalanmak için tohum ederler.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
Vamık ve Azra hikâyesi:

Hikâyenin ilk kahramanı, Çin ülkesinin çocuk hasreti çeken hükümdarı Taymus’un Turan hükümdarının kızıyla evliliğinden dünyaya gelen Vamık’tır.

Di­ğer kahramanı ise Gazne ülkesi hükümdarının kızı Azra’dır.

Azra, ününü duyduğu Vamık’a âşık olurken Vamık da Azra’nın resmini görerek ona âşık olur.

Aşk ıstırabı­na dayanamayan Vamık, Azra’yı bulmak için dostu ve askerleri ile yola çıkar.

Derin vadileri, aşılmaz dağları aşarlar, uçsuz bucaksız çölleri, engin denizleri geçerler.

Bu yolculuk sırasında perilerle, devlerle, zalim hükümdarlarla mücadele ederler.

Yapı­lan savaşlarda büyük zorluklar çekerler; esir düşerler, kimi askerler hayatlarını kay­beder.

Bu sırada Azra da dayanamayıp Vamık’ı aramaya çıkar.
Bu yolculuk sırasında Vamık’ın dostlarından onun durumunu öğrenir ve onlar da mücadelenin bir parça­sı olurlar; çeşitli zorluklar çektikten sonra esir düşerler.

Vamık, mücadele ettiği dev­leri Allah’ın yardımıyla yener ve onların hazinesini ele geçirir.
Bu son zaferden son­ra iki âşık kavuşur.

Birlikte Azra’nın ülkesi Gazne’ye giderler.
Vamık’ın babasının da oraya gitmesiyle düğün hazırlıkları başlar. Görkemli bir düğünle Vamık ile Azra ev­lenir.

Simurg ve Sam hikâyesi:

Sam meşhur pehlivan ve kahraman Rüstem’in büyük babası ve Zal’in babasıdır.

Zal doğduğu vakit ak saçlı imiş.
Sam halka gülünç olmak korkusuyla uğursuz saydığı çocuğunu bir dağ başına bırakmış.

Simurg (Anka kuşu) bunu bir et parçası zanniyle kaldırarak yuvasına götürmüş.

Fakat başı tüylü olduğu için yememiş yavrularıyla birlikte besleyip büyütmüştür.

Babası kara saçlı oğlu ak saçlı nüktesi bu masaldan doğmuştur.
                                               ---
 RAVLİ

26 Mart 2013 Salı

MAHZENİ ESRAR SIRLAR HAZİNESİ 20

Nuşirevan adil ile veziri arasında geçen bir av hikâyesi.

Nuşirevan bir aralık saray ve maiyeti halkından ayrılmış, yanında yalnız veziri olduğu halde ava çıkmıştı.
Şah avlakta dolaşırken düşman kalbi gibi harap bir köy gördü.

920- Yan yana uçan bir çift baykuş hemen yakınlarına kondu.
Pek telaşlı bir şeyler cıvıldaşıyorlardı.

Nuşirevan vezire sordu:
Bunlar ne konuşuyorlar?

Vezir cevap verdi.
Ey zamanenin yüce şahı!
Öğüt dinlemek istersen sana anlatayım.

Bu sazlar, bu sözler, bir düğün işi tartışması, bir kız isteme pazarlığının başlangıcıdır.

Bu kuş ötekine kız veriyor.
Sabah-sabah ondan gelin başlığı istiyor.

925- Bu harap köy ile birlikte birkaç virane daha verirsen (iş olur biter) diyor.

Öteki de:
Bırak bu pazarlığı, diyor.

Şahın zulümlerini bir gör de bunun için gam yeme!
Şah bu şah, zamane de bu zaman olduktan sonra sana bu harap köyden yüz bin tanesini verebilirim.

Bu nükte (Herkesin anlayamayacağı ince mana) şaha öyle bir tesir yaptı ki hemen bir AH! Çekti ve feryada başladı.

Vezirin bu ihtarından hayretle parmaklarını ısırdı.
“Zulmüm derecesine bak ki” dedi, “kuşların kulağına kadar ulaşmış”

930- Bir zaman elini başına vurarak ağladı.
Zaten zulmün mahsulü ağlamaktan başka ne olabilir?

Zulme bak ki, insanoğlunun siteminden yeryüzünde tavukların yerini baykuşlar almış.

Ey dünyaya tapmış olan gafil ben bu ıstıraba bir son vermeliyim, daha ne zamana kadar halkın malını zorla zapt edeceğim?

Ölümden, hesap gününden gafil (Dikkatsiz) yaşayacağım?
Daha ne kadar el uzunlukları (Hırsızlık) yapacak, daha ne kadar kendi başımla oynayacağım?

935- Tanrı bu mülkü yaramaz işlerden, kötülüklerden korumak için bana verdi.
Ben altın yaldızına bastırılmış bir bakır parçasıyım.

Tanrı’nın yasak ettiği işleri yapıyorum.
Adımı zulüm ile niye kirleteyim?

Eyvah ki yaptığım kötülükleri kendime yapıyorum.
Bundan sonra en iyisi adalete gönül bağlamak, ya Tanrı’dan yahut kendimden utanmaktır.

Bugün benim zevk ve eğlencem zulüm oldu.
Yarın kıyamet günündeki maskaralığıma eyvahlar olsın!

940- Şu meyvesiz ve çorak hayatımın son mükafatı cehennem ateşi oldu.
Bu ıstıraptan yanıp tutuşacağım.

Artık daha ne kadar sitem tozları koparacak, yüzümün suyunu, halkın kanını dökeceğim?
Bu çapulculuklara kıyamet gününde benden tekrar soracaklardır.

Artık (Bundan böyle) pişmanlığımın utancı ile yaşayayım.
Istırap duymazsam taş yürekli olayım.

Ne kadar utanç ve pişmanlık çekeceğimi, bu nedametin (Pişmanlık) bana kıyamete kadar yoldaşlık edeceğini göreceğim.

945- Bana hoş gelen bu debdebeler sırtımda birer yüktür.
Başımın çaresi ancak zavallılık kapısına başvurmaktır.

Bu sayısız mücevherlerden, hazinelerden (SÂM) ne kaldırdı?
Süleyman ne götürdü?

Şah, bu olaydan o kadar içlendi ki, teessüründen atının nalları bile yumuşadı.
(Bu olaydan sonra tabiatındaki zulüm ve sertlik tamamıyla değişti.)

Saltanat bayrağıyla ordugâha varınca halkı okşamaya karar verdi.
Derhal o bölgeden vergi ve salmaları kaldırdı.

Artık yürüdüğü zulüm yolundan yüz çevirdi.

950- Bundan sonra adaleti yaydı.
Zulmü toparladı.

Son nefesine kadar o türeden ayrılmadı.
Zamanede nice devrimler oldu, Nuşirevan öldü, fakat adaletinin sesi ebedi kaldı.

Bir gönül sahibi onun ülkesinde adına basılan sikke üzerinde adil damgası buldu.

Nihayet iyi bir hatıra bıraktı.
Adalet kapısını çalanlar daima muratlarına ererler.

Ömrünü, gönülleri hoş etmekle geçir ki, Tanrı’da senden hoşnut olsun.

955- Tanrı ulularının sayesini (Korumasını, yardımını, himaye etmesini) ara!
Dostlarının rahatı için kendini sıkıntıya at!

Dert al, derman ver ki sana ferman vermek kudreti erişebilsin!
Sevgide sıcak, kinde soğuk ol!

Ay gibi, güneş gibi mert huylu (Faydalı) ol.
İyilik yapmaya alışanların iyilikleri bir gün kendilerine döner.

Çarhın dönüşüne kıyas yeliyle bakarsan iyilikte de, kötülükte de haktan ayrılmadığını görürsün.

960- Dünya nimetlerinin süresi bir saat kadar azdır.
İyilik yap ki, her şey iyilik üzerine kurulmuştur.

İyilik yap.
Tanrı’ya yönel.

Yüzünü günahlardan çevir ki sonunda pişmanlar gibi özür dilemek zorunda kalmayasın!

Özür dilemeye hilelere sapma ki, senden bunu istemiyorlar.
Sözün kısası, senden iyi işler bekliyorlar.

Yalnız sözle iş kolaylaşmış olsaydı Nizaminin mertebesi feleklerden (Yıldızlardan) daha yüce olurdu.

                                 ***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13

                                 ***
RAVLİ

Popüler Yayınlar