Nasıl, hatırın hoş mu?
Çünkü hatır (Anlama, bilme, unutmama kuvveti, fikir, keyif, hal, gönül) aziz (Saygıdeğer) bir şeydir, tuzak gibidir.
Av olması için tuzağın sağlam
olması lazımdır.
Eğer hatır hoş olmazsa, tuzak
yırtılmış ve bir işe yaramaz olur.
İşte bunun için bir kimse
hakkında dostluk da düşmanlık da ifrat (Aşırı gitme,
ileri varma) dereceye varmamalıdır.
Çünkü bu her ikisinden de
tuzak yırtılır.
Mutedil (Ne az, ne çok, orta halde bulunan, yavaş, sert olmayan, işi
ileri götürmemiş olan, münasip, uygun, biçimli) olmalıdır.
Bu dostluğu ifrata (Aşırı gitme, ileri varma) vardırmamak lazım geldiğini,
Hak’tan gayrisi hakkında diyorum elbette.
Ulu Tanrı hakkında bir ifrat
tasavvur (Düşünme, anlama, şekillendirme, göz önüne
getirme, istek, arzu) olunmaz.
Sevgi ne kadar fazla olursa,
o nispetle iyidir.
Çünkü Hakk’ın gayrısı için
ifrat derecede olması, şu bakımdan mahzurludur (Sakınılması
gereken):
Halk gök kubbenin esiridir.
Gök kubbe döner.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) halkın durumu da döner değişir.
Dostluk varınca daima
büyüklüğünü, saadetini ister.
Bu ise mümkün değildir.
İşte bu cihetten (Yönden) hatır perişan olur.
Düşmanlık da ifrat (Aşırı gitme, ileri varma) dereceye varınca, her zaman
onun kötülüğünü, uğursuzluğunu ister.
Gök kubbe dönmektedir.
Böylece onun ahvali (Oluşlar, bulunuşlar, durumlar) de döner.
Bir zaman mesut, bir zaman
bedbaht olur.
Bir insanın daima bedbaht
olması da mümkün olmadığından, onu sevmeyen adamın rahatı kaçar.
Fakat Tanrı sevgisi bütün âlemlerden, kâfir, Yahudi, puta tapan, bütün
insanlarda ve varlıklarda gizlidir.
Bir insan kendini var edeni
nasıl sevmez?
Bu sevgi onda gizlidir.
Fakat birtakım engeller onun
görünmesine manidir (Engel).
Engeller ortadan kalkınca, o
sevgi açığa çıkar.
Yalnız varlıklar değil,
yokluk bile, onları da var etmesi ümidi ile kaynaşmaktadır.
Yokluk da bir padişahın önüne
dizilmiş olan dört insan gibidir.
Her biri beklemektedir ve her
biri padişahın mansıbı (Makam, rütbe, derece, onur) kendisine ayrılmasını bekler.
Ve her biri öbüründen
utanmıştır.
Çünkü birinin ümidi
diğerinkine uymaz.
Onun için yokluklar,
Tanrı’dan var olmayı ümit ettiklerinden sıralanmışlardır ve her biri :
“” Beni var et!
Diye hepsinden önce
yaratılmak ister.Bunlar Ulu Tanrı’dan istiyorlar.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) birbirinden çekinirler.
İşte yokluklar böyle olursa,
varlıklar nasıl olmalıdır?
Tanrıyı övmeyen (Tespih) hiçbir şey yoktur,
fakat siz onların bunu nasıl yaptıklarınızı anlayamazsınız”
(İsra suresi 44)
Sözüne hayret edilmez.
(Çünkü) Yok olmayan hiçbir
şey yoktur ki O’nun hamd’ini (Tanrı’ya olan şükran
duygularını-İyilik bilme- bildirme) tespih (Allah’ı
kutsallaştırma) etmesin.
İşte esas bu gariptir.
ŞİİR:
Küfür ve iman her ikisi de senin yolunda:
“ O birdir, O’nun ortağı
yoktur” diye koşarlar.Küfür ve iman her ikisi de senin yolunda:
Bu evin temeli gaflettendir
ve âlemdeki bütün cisimler, büyümesi de gafletle (Boş
bulunma, dalgınlık, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık, ihmal, endişesizlik) olmuştur.
Senin bu büyüyen cismin de
gaflettendir ve gaflet küfürdür (Allah’a ve dine ait
şeylere inanmama, dinsizlik, imansızlık, İslam dinine uymayan inanışlarda
bulunma, nankörlük, örtme ve gizleme).
Küfür olmadan din olmaz.
Çünkü din, küfrü bırakmaktır.
O halde küfür olmalıdır ki
insan onu terk edebilsin.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) bunların ikisi aynı şeydir.
Çünkü bu onsuz, o da bunsuz
olamaz.
Bu bakımdan parçalara
ayrılmazlar.
Yaratanları (Halikleri) da
birdir.
Eğer yaratanları bir
olmasaydı, ayrılırlar, parçalanabilirlerdi.
Çünkü her biri bir parçayı
yaratırdı.
Şu halde Tanrı, Yaratanlar
bir olduğu için birdir, onun ortağı olamaz.
Dediler ki:
Seyyid Burhaneddin pek güzel
konuşuyor ama söz arasında Senai’nin şiirlerini çok tekrarlıyor.
Seyyid buyurdu ki:
Onların söylediği şuna
benzer:
Güneş iyidir amma nur
veriyor, bu ayıbı var!
Senai’nin şiirini misal
vermek, o sözü göstermektir.
Her şeyi güneş gösterir ve
her şey güneşin ışığında görünür.
Güneşin nurundan
maksat, bir şeyler göstermesidir.
Bu güneş işe yaramayan bir
şeyler gösteriyor.
İşe yarayan şeyler gösteren bir
güneş hakikaten güneş olur.
Bu hakikat güneşinin fer’i (İkinci derecede olan, asılla ilgili olmayan) ve
mecazıdır (Hakikatin, gerçeğin zıddı olan).
Sizde aklı cüz’i (Parça) nispetinde bu gönül
güneşinden bilgi nuru alınız.
Çünkü size mahsusattan (Gözle görünen şeyler) başka bir şey görünürse bilgimiz
artar.
Her üstat dan (Bir ilim veya sanat alanında üstün olan kimse) ve
dosttan bir şey anlamaya, öğrenmeye çalışınız.
O halde anlamış olduk ki bu
suri (Görünürde olan, hakiki ve içten olmayan, gösterişten
ibaret olan, gösterişlilik) güneşten başka bir güneş daha vardır.
Bununla gerçekler ve manalar
keşfolunur.
Senin bu sığındığın ve memnun
olduğun cüz’i (Parça) bilgi, o büyük bilginin fer’i(İkinci
derecede olan, asılla ilgili olmayan) ve ışığıdır.
“ Onlara
uzak bir yerden bağırılıyor” (Ne söylendiğini anlamıyorlar)
(Fussilet suresi 44)
buyrulduğu gibi.
Bu ışık seni o büyük bilgiye
ve esas olan güneşe doğru çağırır.
Sen o ilmi kendine doğru
çekiyorsun.
O diyor ki:
Ben buraya sığmam, sen oraya
geç.Benim buraya sığmam imkânsızdır, senin oraya gelmen ise çok güçtür.
Muhali (Olanaksız şey) yaratmak muhaldir (Olanaksızdır).
Fakat güç olanı yaratmak
imkânsız değildir.
O halde bu her ne kadar güç
ise de sen yine çalış ki büyük bilgiye ulaşasın ve onun buraya sığacağını ümit
etme.
Bu muhaldir (Olanaksız).
Mesela zenginler Tanrı’nın
zenginliğinden kuruş-kuruş, habbe-habbe (Tane-tane) toplarlar.
Bunu zenginlik nurundan
zenginlik sıfatını kazanmaları için yaparlar.
Zenginlik nuru diyor ki:
Ben o zenginlik tarafından
sizi çağırıyorum.Niçin beni buraya çekiyorsunuz?
Buraya sığmam, siz bu tarafa
doğru geliniz.
Hulasa (Özet) asl olan
neticedir.
Neticesi övülmüş olsun!
Övülmüş netice, kökü o ruhani
bahçede sabit bulunan, fer’leri (İkinci derecede olan,
asılla ilgili olmayan), dalları ve meyveleri başka bir yerde asılmış ve
meyveleri başka bir yere dökülmüş olan bir ağaç gibidir.
Sonunda meyveleri kökünün
bulunduğu bahçeye götürürler.
Çünkü kökü oradadır.
Eğer aksine olursa, zahiren (Görünüşte) Suphanallah! (Allah’ı
her türlü işaretlerden, kusur, ayıp ve eksikliklerden ve noksanlıklardan uzak
olduğuna inanırım)
Ve Lâilahe illallah! (Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O
tek olan ilah da, şeriki olmayan yüce Allah'tır)
Deseler de kökü bu dünyada
olduğundan, bütün meyvelerini buraya getirirler ve eğer her ikisi de o bağda
olursa, nur üstüne nur olur
***
FİHİ MAFİH MEVLANA
HAZRETLERİ Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Hatır sormanın ilgi
ve sevgi belirtisi olarak gönül kazanmakta büyük önemi olduğunu, saygı
kurallarına uyarak dostumuzu düşündüğümüzü zaman-zaman aklımıza getirdiğimizi,
onu sevindirmek, memnun etmek, gönlümüzün ona karşı hoş düşüncede, sözde veya
davranışta olduğunu, kötü bir amaç güdülmediğini anlatan nezaket sorusu sorarak
küçük bir armağanla mutlu etmek olduğunu öğrendik.
2.
İnsanlar arasında
olan dostlukların ve düşmanlıkların devamlı olmadığını, değişebileceğini
öğrendik.
3.
Sevginin hatır
sormayla güçlendiğini öğrendik.
4.
Dostluğu ve
düşmanlığı ileri götürmemek, aşırı gitmemek, orta yollu sınırları koymak ve
sınırları özenle korumak gerektiğini öğrendik.
5.
Tanrı sevgisinde
sınır koymamak gerektiğini, Tanrı ile olan dostluğu ileri götürmemiz
gerektiğini öğrendik.
6.
Dostluğu ve
sevgiyi dünyalık varlıklarında göstereceğimiz zaman; Allah’ı dost ve sevgili
bilerek O’nun yarattıklarına nasıl dostluk ve
sevgi gösterdiğinin bilincinde ve farkında olarak göstermemiz gerektiğini öğrendik.
7.
Kâfirliği ve imanı bilip aynı mesafede görüp
sonra kâfirlikten kurtulmamız gerektiğini öğrendik.
8.
Görünmeyen güneş
olan, bilgisiyle yolu aydınlatan, gösteren güneşlerin olduğunu, böyle kişileri
bulup yararlanmamı gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Her an yeni bir şeyler
öğrenmemi ile karanlığa bir mum yakarı.
Yanan mum ne kadar çoğalırsa
eşyayı olduğu gibi görme imkânına kavuşuruz.
Elimizdeki mumu Tanrı’ya
yakın olmuş büyüklerin mumundan uyandırırsak (Yanan bir muma yanmayan mumun yaklaştırılarak yanmayan mumum
da fitilini ateşlemek) o ışık nurlu ışıklar vereceğini bilmemiz ve
görmemiz, faydalanmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Allah’ın bize gelmesini
beklemek yerine bizim ona doğru gitmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ