30 Kasım 2012 Cuma

HU! VE ŞEMSİ TEBRİZİ 9

Çıplak bir derviş yola gidiyordu.
Acıktığı zaman ne kadar zorlasalar hiç kimseden bir lokma yiyecek almıyordu.

O hale böylece katlanıyordu.
Bir gönül sahibi sebebini sordu.

O inkâr ediyordu.
Yüzünü ona çevirdi.
Evet, dedi.
Gel, denedin, mustarip (Acı çektiğimi) olduğumu anla.

 
Şiir:(M. 273)
Ayda onun yüzünden bir eser kaldı
O melek huyludan ayda bir iz kaldı

Hayır, hayır nereden nereye, ay kim oluyor?
Can onun kulu oldu ve yalnız o kaldı.

Ay dün gece yastığının üstüne düşmüştü
Kıskançlığımdan elimi, ayağımı yere vurarak çırpınmaya başladım.

Ay kimdir ki, seninle bir yerde otursun?
Sen cihanı dolanmış, parmakla gösterilen bir güzelsin!

 Allah adamları bütün ömürlerinde bir defa özür dilerler, bundan dolayı da bir defa pişmanlık duyarlar.

Biri ağlıyordu:
Kardeşimi Tatarlar öldürdü, ne bilgin adam idi o!

Ona şöyle söyledim:
Eğer sende de bilgiden eser varsa onu Tatarlar kılıç darbesi ile ebediyen diriltmişlerdir.

Vaizler o hayatı ne bilsinler?
Kürsüye otururlar, bağırmaya başlarlar.

Dünya müminin zindanıdır derler.
Biri zindan kaçmışsa ona ağlamak gerektir.

Yazık niçin buradan kaçtı diye acınır ona.
Zindana Tatarlar delik açtılar.

Eğer o başka sebepten kaçtı ise, bir yerden başka bir yere göçmüştür. Hâlbuki sen o kazmayı o zindanın duvarına niçin vurdular, diye ağlıyorsun!

O taşa niçin vurdular diyorsun!
Onlara acınmaz.

O güzel mermer belki onun ayağına takılmış bir tomruk idi.
O da dışarı fırladı.

Hâlbuki sen feryat ediyorsun, başını yüzünü yumrukluyor, ne yazık ki o tomruğu kestiler! Diyorsun.

Yahut içine düştüğün kafesi kırsalar eyvah niçin bu kafesi parçalasınlar ki, bu kuş kendini kurtarsın, diye sızlanıyorsun.

Yahut da, bir çıbanı deşiyorlar, içindeki cerahatler, pislikler dışarı çıksın diye.
Sen hemen feryadı bastırıyorsun:

O çıbanı niçin deşsinler?
İçinde birikmiş olan cerahat niçin dışarı aksın?

Hak erenlerin ziyaretini ihmal etmeyin, demek arif ve kâmilin hizmetinde bulunun anlamına da gelir.

Aman köylüye de ikram edin, diye buyrulmuştur.
Yani bilgisiz ve aklı eksik olanların sohbeti kast edilmemiştir.

 Halk madenler gibidir.
Altın madenine benzer.

Derler ki:
Hazreti Hamza ile Abdurrahman birlikte uzun bir yolculuğa çıkmışlardı.

Yeryüzündeki acayip şeyleri görmek ve gezmek arzu ediyorlardı.   (M. 274) Fakat gittikleri yerde birtakım karıncalar peyda oldu.

Her biri, Allah korusun, bir kaç fil kadar korkunç idi.

Bunların âdeti de savaş zamanında herkese karşıdan saldırmamaktı, ancak bir kişiye hücum ederlerdi, önce Hamza fırladı, karıncalara bir ok attı.

Sonra başka bir aslan geldi, ona da attı.
Böylece on tanesini vurdu.

Sonra gerisin geriye kaçarak gemiye sığındı.
Daha sonra da Abdurrahman'ın hayatını kurtarmaya uğraştı.

Okunu yaya yerleştirdi iki karınca onun tarafına saldırdı, ama oku bir işe yaramadı.

Hamza bağırdı, geri kaç dedi.
Bu senin işin değil.

Abdurrahman da kaçarak gemiye sığındı.

Karada bir acayip şef er oldu, ama bu yolculuğun önemli tarafı onların deniz yolculuğu idi.

Mısra:

Uzun külahım var, geceleri uzun konuşuyorum.
Dervişin biri bir dükkân sahibinden sadaka istedi.

Dükkâncı onu savmak için hazır bir şey yok dedi.
Ben de dükkâncıya bu derviş azizdir, çünkü ona bir şey vermedin, dedim.

Allah kısmet etmemiş cevabını verdi.

Tekrar dükkâncıya Allah kısmet etmiş idi, ama sen engel oldun dedim. Gözümle gördüğüm bir şeyi nasıl gerçekleyeyim.

Eğer sen elini bu dağarcığa soksaydın dağarcığın başı elini sıkıştırmış ve yaralamış olsaydı, ben de gözümle görünce, evet derdim; Allah istemedi.

Ey görünmeyen lütuflar sahibi.

Görünmeyen lütuf odur ki, günah işlerken verilir, yoksa gizli ibadette lütuf olmaz.

İki kişi bir gemi yakalıyorlar yahut savaş ediyorlar; bunlardan hangisi yenilgiye uğrarsa Hak onun tarafındadır.

Galip gelenin tarafında değildir.

Çünkü ulu Allah kutsal hadiste, "Ben kalbi kırıkların yanındayım " buyurmuştur.

Bir zümre vardır ki, onların yanında bütün sövmeler, hakaretler pek kolaydır; kuvvetli küfürler, hakaretler onlara göre bütün işlerini yarına bırakmış olduğun içindir.

Yani bu güne ne oldu ki, sen bunu günlerden saymadın!
Bu günün ne günahı vardı ki, hesap dışı kaldı? Derler.

Şiir:
Nerde o yeminler, nerde o verilen sözler?
Aşkta ağır davrandın, ama çabuk kaçtın!

Aşkınla beni tutsaklar gibi bağlamıştın,
Anladım ki ancak ben sana âşığım, sen sevgiyi bana bırakırsın!        (M. 275)

Şimdi yol üstünde oturup mazlum kılığına bürüneceğim,
Senden davacı olacağım, bana zulmettin!

Ola ki, bu ayrılıktan kurtulup sana ulaştığım zaman bana acırsın.
Yahut beni nasıl belâya soktuğunu açıkça anlarsın!

Zaman-zaman arzuladığın şey bu gün eline geçti.
Yemin nerede kaldı?

Yani konuştuğumuz sözlerin sonucu ne oldu?
Sözlerimiz böylece geçti gitti.

Sen büyük adamsın, Kur'an tefsiri okuyorsun.
Tam âlim olan her insan da büyük adamdır.

Ama Allah’tan tamamıyla boşanmış ve kendi benliği ile dolmuştur.

Diyelim ki:
Bu saatte bir Rum Müslüman oldu, Allah kokusunu aldı, gönlünü o koku ile doldurdu.

Yüz bin peygamber onun gönlünü boşaltamaz.
Birçok ağlayışlar vardır ki, Allah'a perde olur, kulu Allah’tan uzaklaştırır.

Şimdi açıkça söyle, konuştuğumuz mesele hakkında ne yaptın, dedi.

Ona dedim ki:
Sözlerin nişanı nedir ki, söylüyorsun?
Onlar nasıl cevap veriyorlar?

Kulağım ağır işitir, gel kulağıma söyle!

Şiir:
Dost söze başlayınca kulağımı sağır ettim,
Onun sözlerinin tatlılığından, aslanlar ava çıkar,

Benim için bunda bir zorluk yoktur ama
Onun sözlerini hatırlamak istiyorum.

Şöyle buyurmuşlardır:
Melekler Allah'a yalvardılar, falan mümin kulun sana bu kadar yalvarır, ağlayarak yardım diler.

Sen yabancıların bile duasını kabul edersin!
Onun dileğini de kabul etsen ne olur?

Ulu Allah buyurdu:
Beni kulumla baş başa bırakın!
Siz benden daha merhametli değilsiniz.

Ben onu seviyorum ve onun sesinden hoşlanıyorum.
Bazı kulların dileklerinin en geç kabul edilmesi, muhabbet ve sevgi yönündendir.

Bir zaman olur ki, övmek ve beğenmek kula zahmet ve hicap (Utanma, sıkılma) olur.

Söz tekrar geri sıçrar.

Bir vakit olur ki, eğer beğenmezse ister ki onu parça-parça etsin, sonra yine bir an olur ki, ağlamak ona hoş gelir.

Hâlbuki başka bir saatte ağlamaktan da incinir, gülmekten de.
Hocentli Şemseddin ailesi için ağlıyordu.

Biz de ona ağlıyorduk.
Ailesi için ne ağlıyor!

Biri Allahsına kavuştu diye ona ağlıyor, ama o, kendisine ağlamıyor. O kendi halini bilseydi, kendisi için ağlardı.

Belki bütün ailesi fertlerini çağırır, akraba ve hısımlarını toplar için-için ağlardı.

Hak’ta değişme yoktur, ama değişme sendedir.
Nasıl ki ekmeği bazen sever ve ararsın, bazen da ondan bıkar, yüz çevirirsin, bir dost ile bazen muhabbeti kızıştırırsın, sana çok^sevimli görünür.

Sanırsın ki, biricik sevgilin odur, bir saat sonra duyguların başkadır, o dosta düşmanlık gösterirsin. (M. 276)

Eğer sen evvelki o dürüst hal üzerinde kalsaydın daima istenilen ve sevilen adam olurdun.

O hale erginlik derler.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Allah adamlarının yanlışından dolayı özür dilediklerini, kendisine yakışmayan bu durumu meydana getirdiklerinden dolayı üzüldüklerini öğrendik.

2.   Ahrete gidenler için üzülmememiz gerektiğini öğrendik.

3.   Arif ve kâmil olanların hizmetinde bulunmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Aklı az bilgisiz olanla sohbet edilmeyeceğini ancak onları ikram edilmesi gerektiğini öğrendik.

5.   Halkın toprağa karışmış bir maden gibi olduğunu, bizim ona karışmış altını meydana çıkarmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Tehlike karşısında geriye çekilmemiz ve kendimizi korumamız gerektiğini öğrendik.

7.   Bizde olup da aziz kişiye ikram etmezsek Allah’ın görünmez nimetlerden alamayacağımızı, ne kadar ibadet etsek de Allah’tan bir bağış alamayacağımızı öğrendik.

8.   Allah’ın gönlü kırıkların yanında olduğunu öğrendik.

9.   Âlim, büyük adam, okuyan biri olabileceğimizi ancak Allah sevgisinden uzaklaştıracak benliğimize kuvvetlendirmemiz gerektiğini ve buna çok dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.

10.           Allah korkusundan uzaklaşmanın yanlışlığa götüreceğini öğrendik.

11.           Şikâyet etmemizin bizi Allah’tan uzaklaştırdığını öğrendik.

12.           Allah’ın sevdiği kulunun dilekleri yerine getirmeyi geciktirdiğini, onun yalvarışını sevdiğini öğrendik.

13.           Allah’ın kulunu sevmesinden dolayı üzüntü ve sıkıntı verdiğini, kendisine yalvarmasından hoşlandığını öğrendik.

14.           Bazı yalvarışlardan Allah’ın hoşlanmadığını öğrendik.

15.           Allah’a kavuşana yani ölene ağlamamak gerektiğini kendimizin Allah’ın huzuruna gideceğimiz zaman halimizin ne olacağına ağlamamız gerektiğini öğrendik.

16.           Dürüst davranırsak sevilen ve aranılan biri olacağımızı öğrendik.

 

İşte böyle yaren,

En güzel beğenilen davranışın Allah’ın bizimle beraber olduğunu, sevgi içinde razı olarak davranmamız gerektiğini öğrendik.

                                   *
RAVLİ

MEVLANA PERVANE ÖZEL BİLGİ

Bir gün Muineddin Pervane Hazretleri Sultan Veled (Mevlana’nın oğlu)

“Mevlana hazretlerinin bana halvette ( Baş başa, gizli) bilgiler açmasını ve bu kulu hakkında hususi bir inayette (Bağışta) bulunmasını mutlaka istiyorum” diye yalvardı.

Sultan Veled, Pervane’nin bu dileğini Mevlana hazretlerine arz etti.
Bunun üzerine Mevlana “O bu yüke tahammül edemez” dedi.

Sultan Veled üç defa ısrar etti.

Mevlana” Ey Bahaddin kırk kişinin kuyudan çektiği kovayı bir kişi çekemez” buyurdu.

Bunun üzerine Sultan Veled baş koydu ve
“Eğer bunu söylemeseydim böyle bir sözü nereden işitirdim” dedi.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   İlahi bilgiler almaya her insanın müsait olmadığını öğrendik.

2.   İlahi bilgilerin normal bir insan gücünü aştığını öğrendik.

3.   İlahi bilginin oluşturduğu enerjiyi herkesin taşıyamayacağını öğrendik.

4.   İlahi bilgiyi aldığın zaman bunu taşımanın kolay olmadığını öğrendik.

 

İşte böyle yaren:

Heves ettin, yalvardın yakardın ilahi bilgi elde ettin diyelim.
Bu sırrı kimseye söylemeden taşıyabilecek misin?

Çatlarsın yaren.
Hazreti Ali’ye Peygamberimiz Miraç sonrası verdiği sırları Hz. Ali taşıyamadı.

Peygamberle aynı nurdan yaratılmasına rağmen taşıyamadı, kuru kuyulara sırrını anlattı.

Bazı güzel ve ulu şeyleri istemek iyidir ama elde etmek doğru değildir.
Bırak Allah ne kadar hisse verdiyse razı ol.

Allah taşıyamadığımız yükü vermez.
Ama bilmezliğinden kendi kendine yükün altına girme.

Ezilirsin.

Yaren, senin önünde siyah perdeler vardır.
Bu perdeler ehliyet sahibi oldukça bir-bir açılır.

Hava ve hevesten vazgeçmenle ve nefsine hâkim olmakla ilerleyişini sürdürdükçe ehliyet sahibi olacaksın.

Ehliyet sahibi olmak için yedi vadiyi geçmen gerekir.
(Bloğumuzda Mantık-al Tayr (kuşdili) hikâyelerini ciddiyetle okumanı öneririm.)

Bu vadileri geçtiğin zaman kendini tanıyacaksın kendini yaradılış gerçeğine göre kendini yeniden bulacaksın.

Sonra beyaz perdeler çıkacaktır.
Yanmaman için konmuş bu perdeler alıştıkça ilerledikçe açılacaktır.

 Yaren,

Bu perdeleri Tanrı açar.

İbadetle birlikte olmazsan, sırf aktüel bilgi olarak alırsan seni hayal dünyasına doğru bırakırlar zanlarınla birlikte orada kendini kendin zor bulursun.

İşte böyle yaren, yol uzun, gücümüz az.
Tanrı yardımıyla ancak yol alabiliriz.

Tanrı sevdiği dostlarını sana yardıma gönderir, yolda nasıl gideceğini, tehlikelerin ne olduğunu anlatarak uyarır.

Tanrı dostları yolculuğuna yardım eder, düştüğün tuzaklardan kurtarır, sağ salim Tanrı’ya ulaşmanı sağlarlar.

İşte bunun için bulabilirsen yaşayan, bulamazsan büyük velilere sevgi ve saygıyla gönül bağlayarak onlardan gelen uyarılara ve bilgilere aralıksız iletişim içinde olmalısın.

Neyse işi uzatmayalım.

                              *
RAVLİ

 

MEVLANA VE PEYGAMBER YANINDA YERİ

Bir gece Şeyh-ül-İslam Sadreddin (Tanrı ondan razı olsun) Peygamberi rüyasında görmüştü:

Peygamber onun hanikahına (tekke, derviş evi)gelmiş sofanın üst başına oturmuştu.

Bütün ulu eshab ve veliler de onun sağında ve solunda dizilmişlerdi.
Mevlana birdenbire orada göründü.

Peygamber bu büyük adam hakkında sonsuz iltifatlarda bulunduktan sonra Sıddık-ı Ekber’e dönerek:

“ Ey Ebubekir, sen talihli bir oğla sahipsin.
Hepimizin gözleri onunla aydındır.

Biz onunla iftihar ediyoruz.
O bizim can evladımızdır “ dedi.

Sonra sağ tarafında Mevlana’ya bir yer gösterip oturmasını işaret buyurdular.

Mevlana orada birçok hakikatler ve manalar anlattı.
Peygamber de (selam onun üzerine olsun) bunları hep takdir etti.

Orada bulunanların hepsi çok heyecanlandılar.
O gecenin sabahında Mevlana, Sadreddin’in hanikahına gitti.

Şeyh ileri koşarak ona büyük ikramlarda bulundu ve kendi seccadesinde oturmasını teklif etti.

Mevlana da Peygamberin rüyada işaret ettiği yere gidip oturdu.
Sonra “ Bizim sultanımız burasını tayin etmişti.

Biz onun emrine uyarız “ buyurdu ve başka bir şey söylemedi.
Mevlana şeyhin huzurundan çıktıktan sonra şeyh orada bulunanlara:

“ Bu Tanrı erinin yanında yüreğinizi temiz tutun, fena fikirlerden sakının.

O bütün insanların kalplerindeki sırları bilir ve o ulu bir sultandır” dedi ve gördüğü rüyayı onlara anlatıp Mevlana’nın büyüklüğünü hepsine bildirdi.

Kendisinin de Mevlana hakkındaki iradet i (gönül isteği) bir iken bin oldu.

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Şeyh-ül-İslam’ın Mevlana’nın yeri ve değeri hakkındaki şüphesinin rüya yoluyla bildirildiğini öğrendik.

2.   Mevlana’nın Peygamberin en yakın dostlarından biri olduğunu öğrendik.

3.   Mevlana’nın Ebubekir Sıddık hazretlerinin torunu olduğunu öğrendik.

4.   Mevlana’nın bu rüyadan haberdar olduğunu öğrendik.

 

İşte böyle yaren,

Tanrı erleri bir şekilde ilişkide olduklarının sırlarını bildiğini, iç konuşmayı duyduğunu, aklından geçen fikirleri bildiğini öğrendik.

Ve Tanrı erleri için kötü düşünmememiz gerektiğini bir daha da yeniden dikkate almamız gerektiğini anladık.

                                    *

RAVLİ

MEVLANA VE PEYGAMBERİN KARDEŞİ

Şemseddin-i Mardini hazretleri anlatmıştır:

Ben bir gece Peygamber hazretlerini rüyada görmüştüm.
O bir yerde oturmuştu.

Huzuruna gidip selam verdim, mübarek yüzüne benden çevirdi.
Ben de bu sefer yüzünü çevirdiği tarafa gittim.

Bu sefer yine benden yüz çevirdi.
Ağlayarak:

 “ Ey Tanrı’nın elçisi, ben senelerden beri senin şefkat (acıyarak, esirgeyerek sevmeni) ve inayetine (yardım ve iyilik) nail olmak için birçok zahmetler çektim, çalıştım, senin hadislerini ve eserlerini anlamak için uğraştım.

Dine ait müşkülleri çözmek için didinip durdum.
Bu zavallı kulun, bu mahrumiyetine sebep nedir? Dedim.
 
Peygamber (Selam ona olsun)
“ Senin bu dediklerin doğrudur.

Fakat sen, bizim kardeşimize inkâr gözüyle (Yaptığını saklama, gizleme, reddetme, tanımama) bakıyorsun.

Bu senin yaptığın bizim hoşumuza gitmiyor.
Senin bu hareketin bütün günahlardan daha kötüdür.

Bu büyük bir günah ve kötü bir cinayettir.

Şiir:
“ Ey Hakk’ın velilerini Hak’tan ayrı sayan kimse,
Sen veliler hakkında iyi bir zan beslesen ne olur? “

Hususiyle bizim ruhumuzun evladı olan Mevlana hazretleri hakkında “ buyurdu.

Şemseddin:
“ Ben bu rüya ile uyanınca günahımın bağışlanmasını isteyip tövbe ettim.

Ben bu zamana kadar Mevlana ile müşerref (tanışıp şereflenmek) olmamıştım.

Onun böyle ardı sıra olan kerametlerini gördüm, nihayet itaat gösterip muhlis kullarından oldum.” Dedi.

                                          ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Sadece dini konular üzerinde çalışmanın yeterli olmadığını, Tanrı erlerini bilip, görüp, saygılarımızı sunmamızın gerektiğini öğrendik.

2.   Benlik davası güdersek ve kendimizi beğenir başkasından üstün tutarsak büyük günahlar içinde olduğumuzu öğrendik.

3.   Tanrı erlerini tanımamız, açıkça söylememiz ve yakın olmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Tanrı erlerini Peygamberimizin kardeş olarak kabul ettiğini ve yakın gördüğünü öğrendik.

5.   Hak velilerini Hak’tan ayrı, yanlış yolda giden sanmamamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Şeriat (din esaslarına dayalı din kaideleri) bilgini olan kendini tamam olduğunu sanır.

Çalışma bitmemiştir.

Bilginin uygulanması ve gerekli faydanın sağlanmasından sonra Tanrı’ya yaklaşma yolu öğrenilmeli ve bu yolda bilgilenilmelidir.

Bu yolda tarikat (Yol) diğer âlemleri tanımanı, buradaki kuralları ve sınırları öğreterek Tanrı’ya daha da yaklaştırır.

Tarikat seni hakikate götürerek Tanrı’dan başka her şeyin aslında ya perdelendiğini, ya sislendiğini, ya karanlıkla örtüldüğünü, ya renk ve şekil olarak başka şeye benzeyerek gizlenme yaparak kendini dikkatlerden kaçtığını gösterir.

Hakikatleri görme yeteneğin arttıktan sonra Tanrı kurallarına göre doğru ve faydalı işleri marifet makamında yapacaksın.

Tanrı velileri bu alanları tamamlamış (Çember tamamlanmış veya yay kirişi diye örneklenmiş) Tanrı’ya ulaşmış ve yetkili olarak bize göstererek, ispat etmişler ve bizim de bu yolda başarılı olmamız için gayret göstermişlerdir.

Yani din öğrenmekle, söylenmekle bitmiyor.

Bizim uygulamamız gerekenler olduğu gibi zekâmız ve gayretimize göre daha ileri uygulamalar olduğunu gördük, öğrendik. 

Yaren Tanrı yardımı gelene kadar elimizden ne gelirse yapmaya çalışarak yolumuza devam edeceğiz.

Bizim bu günkü rahatlığımız evvelce bu yoldan gidip gelenlerin bize göstermeleridir.

Bilinen ama görünmeyeni görmek o kadar kolay olmadığını hepimiz biliyoruz.

Zannetmekle isimlendirerek tanımlama yapmak insanı verimsiz bir alanda bırakacağından daima hakikati aramalıyız ve bu delil ve şahitle olmalıdır ki önce biz inanalım ki başkasını inandırabilelim.

Çok şükür ki yolumuzu aydınlatan, nasıl gideceğimizi, nelere dikkat edeceğimiz büyüklerimiz var ve kolayca da bilgilerine ulaşabiliyoruz, ruhaniyetlerinden yararlanıyoruz.

Daha önceleri bunları sır diye gizlediler.
Yanlış kişilerin temiz insanları kandırmasını istemediklerinden.

Ancak günümüz de herkes her şeye kolay ulaşabildiğinden size de bu sırların bir kısmını açık ediyoruz.

Çalışmalarınla nice sırlara ulaşacaksın ki bunu düşünce yoluyla aktarıp paylaşabileceksin.

Ayetlerden, hadislerden, veli sözlerinden zaten sırları alıyorsun.
Ama ne manaya geldiğini, ne etki ettiğini, ne sonuç verdiğinin bilincine çalışmalarınla geleceksin.

Din temelli bu yolculuktan İnşallah muradımıza ereriz.

Âmin.

                     *
RAVLİ

MEVLANA VE PEYGAMBERLERİN SÜNNETİ

İlahi dost Hoca Nefiseddin-i Sivasi (Tanrı rahmet etsin) anlatmıştır.

Bir gün Mevlana Hazretleri abdest alıyordu.
Bende eline su döküyordum.

Su pazılarına kadar gitmemiş olacaktı ki, bana hiddetle bakarak:
“Adamakıllı su dök de, Peygamberlerimizin sünneti tamamıyla yerine gelsin” buyurdu.

İşte Mevlana böyleydi.
Peygamberlerin sünnetini dediğinden yüz derece fazla yapardı ve hiç yapmağa mecbur olmadığı diğer ibadetleri de yerine getirirdi;

Hatta şeraite ait tekliflerden de azat (hür) olduğu halde peygamberlerin şeriat (din kuralları) ve tarikatını (izlenen yolu) gözetmek ve hakikatleri onun şeraitinde göstermek maksadıyla son nefesine kadar ibadetten fariğ (vazgeçmedi) olmadı.

Şiir:
“ Kur’anın suretiyle derin manalarını muhteşem sultandan başka kim toplayabilir”

Peygamberlerin, velilerin buyurduğu ve yasak ettiği ve bunların üzerine sağlam temeller atıp nas (delil) haline getirdikleri şeylerde bizim de çalışmamız lazımdır.

Onları yerine getirmek, devam ettirmek ve onlara uymak bize vacip (terk edilmemesi gereken, yapılması gereken) olan ödevlerdir.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Peygamberimizin sünnetlerini adam akıllı yerine getirmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Bilinçaltımıza sünnetleri tam hakkıyla yerleştirmek için tam hakkıyla yerine getirmemiz gerektiğini öğrendik.

3.   Önce anlamadan yapsak bile sonra bunun önemini ve faydasını sonra anlayacağımızı ve de faydasını göreceğimizi öğrendik.

4.   Adam olacak olan için bir sözün yeter olduğunu öğrendik.

5.   Söz ile yaptığını yaparak ispat etmemiz gerektiğini öğrendik.

6.   Peygamberlerin sözlerinin kişiye göre öneminin değişmeyeceğini, tamamının önemli olduğunu öğrendik.

7.    Sünneti tam hakkıyla yaparsan kendi faydan olduğunu öğrendik.

8.   Sünneti bir usta gibi özenle yapmamızı öğrendik.

9.   Peygamberlerin kıymetini bilmemiz gerektiğini öğrendik.

10.                  Sünnete önem verenlerin karanlıklardan ve hareketsizlikten kurtulacaklarını öğrendik.

11.                  Sünnete uygun davranmak yerinde, uygun ve uyanık yeteneği verir.

12.                  Sünnetin işine yarayanı değil, bütünlük halinde kabul etmek ve uygulamak gerektiğini öğrendik.

13.                  Sünnet uygulamaları bir delildir, delilsiz Cennete bile giremezsin.

 
İşte böyle yaren;

Başkalarına gösteriş yapmak sana bir şey kazandırmaz.

Başkaları senin için iyi demeleri şüphesiz önemli ama Tanrı’nın da bu iyi olduğunu kabul etmesi gerekir.

Yaptığın işi doğru dürüst yapmalısın ki kendine olan saygını yitirmeyesin.
Hakikate varmak o kadar kolay değildir.

Doğru kişiyi bulursan, doğru kişiyi örnek alırsan,
Doğru kişinin dediklerine tereddüt etmeden kabul eder isen.

Doğru kişilerin işaretlerinden gidersen,
Doğru kişinin aydınlattığı yoldan gidersen,

Doğru yolu gösterdiklerinde korkmaz, tembelleşmezsen,
Doğru yolda ilerler hedefine varırsın.

İnsan olarak en güzel örnekler peygamberler ve velilerdir.
Allah o güzel insanların yakınları olmak nasip etsin.

Onların aydınlattığı ve işaret ettiği yoldan gitmek nasip etsin.

Allah perdelerimizi kaldırarak o güzel insanların hakikatlerini daha iyi anlamak nasip ve kolay etsin.

Âmin.

Selamün-alayküm
(Selamet üzerinize olsun)

               *

RAVLİ

MEVLANA VE RİYA VE RİYAZET

Bir gün Sultan Veled, Mevlana hazretlerini anlattı:

Babam daima
“ Ben beş yaşında iken nefsim ölmüştü.

Gençlik ve orta yaşlılık zamanında tam bir ciddiyetle riyazet eder, gece sabahlara kadar ibadetle meşgul olurdum ve riyazette çok mübalağa ederdim” derdi.

Ben kendine
“Siz bir gün bana böyle buyurmuştunuz.

Bu gün nasılsınız?
Gece ve gündüz hiç durmuyor, hala riyazete devam ediyorsunuz” dedim.

Bunu üzerine Mevlana
“Bahaeddin!
Nefis, kuvvetli bir hilekârdır.

Allah etmesin birden bire onun yine dirilip akıl şücaeddin’inini mağlup ve harap etmesinden korkuyorum” Buyurdu.

Şiir:
“ Bırak nefsini hüngür-hüngür ağlasın.
Sen ondan can eriten kadehi al.

Nefsin riya kitabına itimat etme ve onunla sırdaş ve arkadaş da olma “

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
RİYA

Göstermek, gösteriş yapmak anlamına gelir.

Sırf Allah rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları kendini beğendirmek ve insanlara göstermek amacıyla yapmak demektir.

Riya, yapılan ibadet ve güzel davranışların sevabını ortadan kaldırır.
(Bakara, 2/264)

Riyanın iki sebebi vardır.

1.   İmandaki zayıflık.

2.   Mal, mülk, makam ve şöhret gibi dünyalık hırsı.

Gerçek iman sahipleri, ibadet, fiil ve davranışlarını Allah rızası için yaparlar, insanların şöyle ya da böyle değerlendirmelerine itibar etmezler.
(Maide, 5, 54)

Bir hadiste riyanın gizli şirk olduğu belirtilmiştir.
(Ahmed, V,428)

Riya daha çok nafile ibadetlerde olursa da farzlarda olması da mümkündür.
Hz. Peygamber, ahirette, kahraman desinler diye savaşanların,

Cömert desinler diye bağışta bulunanların,
Alim desinler diye ilim öğrenen ve öğretenlerin,

Güzel okuyor desinler diye Kuran okuyanların,
Yüz üstü cehenneme atılacaklarını bildirmiştir.
(Müslim, İmare,152 – Nesai, Cihad, 22 – Müsned, 2/322)

(Dr. Mehmet CANBULAT. D.İ.B. Dini Kavramlar sözlüğü. Alıntı)

                                    *

RİYAZET

Terbiye etmek, eğitmek, ıslah etmek, boyun eğdirmek, idman anlamına gelir.

Tasavvufta, nefsin çekici ancak zararlı olan isteklerinden uzak kalmaya, faydalı ama zor olan şeyleri yapmaya kişinin kendisini alıştırması demektir.

Sufiler, az yemeye, az konuşmaya, az uyumaya, yalnız kalmaya, sürekli zikir ve tefekkür etmeye alışan nefsin kurtuluşa ereceğine inanırlar.

Nefsi terbiye için bazen onu ağır ve zor işlere koşarlar.
Nefis, ancak mücadele ve riyazetten sonra arınır.

“Nefsini eğiten kurtulur, kirlerden hüsrana uğrar”
(Şems91/9) ayeti bu hususa işaret etmektedir.

Çile çekmek, erbain çıkarmak (dervişlerin çile çıkarmak için kapandıkları 40 gün), inzivaya çekilmek (yalnızlığa), sefere çıkmak riyazet şekilleridir.

Riyazet yapanlara EHL-İ RİYAZET denilir.

Kişi riyazet yoluyla içindeki kibir ve kendini beğenme duygusunu kaldırıp atar, halkı hakir görmeyi onulmaz bir illet olarak görür, nefse uymayanın Allah’a giden yolda en büyük engel olduğu bilincine ulaşır.

Riyazet sayesinde kul nefsine hâkim olur, bayağı arzularını dizginler, aşırılıkları bertaraf ederek kendisini disiplin altına sokar.

Riyazetten maksat güzel ahlaka sahip olmaktır.
 (Dr. Mehmet CANBULAT. D.İ.B. Dini Kavramlar sözlüğü. Alıntı)

                                           *
            1. AVAMIN RİYAZETİ:

 (Avam: Herkes, kaba ve cahil halk, ayak takımı)

İlimle ahlakı, ihlâs ile ameli süsleyip Hak ile halk ile iyi geçinmek,
Hakk’a da halka da karşı vazifesini yapmak. 

           2.  HAVASS’IN RİYAZATI:

(Saygın olanlar, muhterem olanlar)

 Batını tefrikayı (İç aleminle savaş) kesmek,
Kendi içindeki boğuşmaları barışa çevirmek,

Hakk’a ibadete huzur-ı kalple yönelmek,
Ulaştığı makamların iltifatını bırakmak,

Daha yüksek makamlara ulaşmak için gayret sarf etmek.


           3. HASLARIN HASLARININ RİYAZETİ:

(Allah’ı mutlak bir varlık olarak kabul eden ‘Vahdet-i vücut’a inanan )

 Gören, görülen ikiliğinden kurtulmak,
Yalnız onu Allah'ı) görmek,.

Canının istediği şeyi yapmaması,
Nefsi ile savaşa girmesidir.

                           *

Yaren,

Koca Mevlana ve dostları nefsin kuvvetinin farkında olarak aralıksız mücadele etmişlerdir.

Kazanmak, ulaşmak, sahip olmak yetmez.
Kazanımını elinde tutmak gerekir ki bu en zorudur.

Zoru başarmak mecburiyetindeyiz.
Bu yolda elde edişinle yol bitmiyor, Tanrının yolunun sonu, imkânlarının sınırı yoktur.

İstekli olduktan sonra, sabırla çalışmaya devam edersen, Tanrıdan sana yardım gelir.,

                                 *
RAVLİ

MEVLANA VE RUH DOKTORU

Bir gün Mevlana Hazretleri hakikatleri ve gizli sırları açıklamada coşmuştu.

Tam o sırada “ Yüce Tanrı’nın Rum halkı (Roma ülkesi, Anadolu) hakkında büyük inayeti (özeni) vardır ve Sıddık-ı Ekber’in (Ebubekir Hz.) duasıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layık olanıdır.

En iyi ülke de Rum ülkesidir.

Fakat bu diyarın insanları, Tanrı’nın aşk âleminden ve deruni (İçten, gönülden gelen) aşktan habersizdirler.

Müsebbib ül- Esbab (Cenab-ı Hak) (Şanı aziz olsun ve saltanatı yücelsin) hoş bir lütufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Rum vilayetine çekip getirdi;

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, Ledünni iksirimizden (Allah bilgisi ve sırlarına ait) onların bakır gibi olan vücutlarına verelim de onlar tamamıyla kimya, irfan ( bilme, anlama) âleminin mahremi (gizli) ve dünya ariflerinin (Bile, bilgili) hemdemi (sıkı, fıkı arkadaş) olsunlar” buyurdu.

Şiir.

“ Beni Horasan’dan çekip Yunanlılar içine getirdin ki onlarla haşir neşir olup hoş bir mezhep vücuda getireyim”

Fakat onların hiçbir suretle doğru yola meyletmediklerini ve ilahi sırlardan mahrum kaldıklarını gördüm.

Biz, insanların tabiatına uygun düşen şiir ve sema yolu ile o manaları onlara layık gördük;

Çünkü Rum halkı zevk ehli ve şirin sözlüdür.

Mesela bir çocuk hasta olur ve tabibin verdiği ilaçtan nefret edip mutlaka şerbet isterse, hazık Doktor (İşinin ustası) ilacı bir şerbet testisine koymak suretiyle çocuğa verir.

Çocuk onu şerbet zannıyla seve-seve içer, dertlerinden kurtulur, sıhhat bulur ve onun bozulmuş mizacı düzelir.

Şiir:

“ Haberdar olun!
Saladır (İlan ediyoruz) kangren hastalığına!
Bizim ilacımız hasta içindir.

Biz Tanrı’nın tabipleriyiz.
Kızıldeniz bizi gördü, ikiye ayrıldı.”

“Biz cismani doktorlar gibi bir kimseden ücret istemeyiz.
Bizim el ücretimiz Tanrı tarafından fazlaca verilir.”

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
İnsanın öyle manevi bir mizacı vardır ki o zayıflayınca, iç duygularının söylediği ve gördüğü her şey aksine olur.

Veliler bu mizacın iyileşmesi için ve dinin kudret bulması için yardım eden doktorlardır.

Neler öğrendik:

Anadolu’nun Müslümanlara Ebubekir Sıddık Hazretlerinin duası bereketiyle açıldığını öğrendik.

Anadolu’da yaşayanların iyi fakat bilgisiz olduğunu öğrendik.

Horasan’da Hazreti Mevlana ve aile çevresi Hakkın emriyle bu temiz topraklara yerleşmişleri aydınlatmak üzere geldiklerini öğrendik.

Zevkli iş yapanlara, şirin sözlülere sema yolu ile manalar verildiğine layık olduğunu öğrendik.

Yani zevk sahibi olacaksın, sonra şirin sözlü olacaksın ki manalar sana hediye edilecek.

Acı bir şeyi tatlılık içine alarak daha fazla acı vermeyecek hale getirmesini hoşlukla davranmanın beğenilen bir davranış olduğunu öğrendik.

Hastalıktan sıhhat bulsak bile çekilen acı ile duygusal değerlendirme aşırı olacağından kişi her şeyi aşırı ve olumsuz değerlendirerek ruh hastası olacağını öğrendik.
Hastalıktan sonra ruhsal tedavi (terapi) uygulanması bu nedenledir.

Ruh hastalığının insanı kangren gibi acı vererek yok ettiğini, bu hastalıktan kurtulmak için Mevlana Hazretlerinin doktorluğu ile kendini tedavi etmemiz gerektiğini öğrendik.

Bu ruh tedavisinden ücret de istemediklerini öğrendik.

 
İşte böyle yaren,

Koca Mevlana ve ailesi Anadolu’da ki insanlara yardım etmek için Tanrı’nın gönderdiğini, nuruyla desteklediğini öğrendik.

Her birimiz bir şekilde ruh hastayız.
İster farkında olalım, ister olmayalım.

Yüzümüze yanlışımızı, hastalığımızı söyleyenden kaçıyoruz.               
İkiyüzlüler zaten söylemez.

Kendimizde hastalık olduğunu etrafımızda kimse kalmadığı zaman anlarız.
Oysaki biz hep kendimizi doğru ve haklı sandık, başkalarını haksız ve suçlu saydık.

Sinsice ilerleyen, nefis ile güç bulan, şeytan ile azgınlığa giden bir yapıda ruh hastalığının gelişmesi için iyi ortam sağladığından ruh sağlığım yerinde diyemeyiz.

Her an bozulacak bir ortamda yaşıyoruz.

Yaren,
Benim böyle bir derdim yok dediğini duydum.
Kendi ölçülerine göre doğru söyledin.

Çünkü ölçün kendin olursa yanılgıya düşersin.

Oltaya yakalanmış bir balık gibi kuvvetin kalmayıncaya kadar gizli-gizli kan kaybedersin.

Mevlana Hazretlerinin önerilerini doğru kabul ederek yol al ki geriye dönüp kendine baktığın zaman yanılgılar içinde olduğunu kendin göresin.

Tanrı bize acıdı da ruh doktorumuz Mevlana Hazretlerini ve evlatlarını bizi iyi etsinler diye gönderdi.

Ey yaren,

İyiyim dersen faydalanmaktan el çektin demektir, zannınla hatalara düşersin.

Hastayım demelisin ki hastalığın varsa iyileştirirsin, eksiğin varsa tamamlarsın.

Hem kendine hem de yakın çevrene yararlı biri olursun.
İyi isen daha iyi olursun.

Ücretsiz diye, ucuz veya değersiz sakın sanma.

Bunlar Tanrı bağışıdır ve mübarek Mevlana Hazretlerinin gönlünden diline düşen bize hediye edilen kimyalardır.

Yaşamın bir anlam taşımıyorsa, zevk almıyorsan, tabiatın bozuk demektir.
Tanrı’ yı arayış yolunda sayısız güzelliklerle tanışır, sevinçle yaşamayı öğrenirsin.

Nasibi olan alır.
İnanan faydalanır.
Uygulayan faydasını görür.

                               *
RAVLİ

 

 

 

Popüler Yayınlar