29 Şubat 2012 Çarşamba

HAYAL VE İNSAN

Yeter kelimesinin anlamanı kavrayamıyorsan,

Arzu ve isteklerini çoğaltan yerde bulunuyorsan,

Problemlerini çözmek için bilene danışmıyorsan,

Problemlerini çözmek yerine ileriye erteliyorsan,

Çok konuşarak kendini kabul ettirmek istiyorsan,

Kafanı, vücudunu yormadan isteklerim olsun istiyorsan,

Ben diye söze başlıyorsan, ben diye bitiriyorsan,

Hayal arkadaşın, umut dostun, başarısızlık bahanen olmuşsa,

Gerçekleri ne kadar delille göstersem bile inanmazsan,

Kendine bile güvenmiyorsan,

Aşırı tedbir ile ayağını bağlamışsan,

Güvene de, tedbire de boş vermişsen,

Yaptığının hatalı sonuçlar verdiğini görsen bile değişmiyorsan,

Yakınlarının bile gizli emeli var diye uyarılarına güvenmiyorsan,

Tüm olumsuzluklara hayalin neden olduğunu bildiğin halde başka bir hayale sarılıp kurtulmaya çalışıyorsan,

Düşmanın veremeyeceği zarardan daha fazlasını hayalin verdiğini anlamamışsan,

Gücünü hayal âlemine gönderip boşa harcıyorsan.

Sevgi, saygı bekleme.
Otur kendi haline ağla.

Problemler karşısında yorulmadan çözüm aramalıyım.

Sihirli bir arayışla sorunlarımın çözülmeyeceğimi kabul etmeliyim.                             

Allah’ın ihtiyacımı olanı peşinen verdiğini, ancak arayıp bulmam gerektiğini anlamalıyım.

İçimdeki gücü çalışmayla işime harcamalıyım.

Gerekli olanın kendimde ve uzanabileceğim yakın çevremde olduğunun farkına vararak dikkatimi uzaktan yakına çekmeliyim.

Bir şeyler yapmadıkça çevremin imkânlarını benim için kullanmayacağının farkında olmalıyım

Değişimin tüm hızıyla devam ettiğinin farkında olarak uyum sağlamaya çalışmam için gelişmelere ilgimi devam ettirmenin gerektiğini anlamalıyım.

Yanlış yer,
Yanlış zaman,
Yanlış kişi,
Yanlış işten doğru ve verimli sonuç beklemek ya akılsız ya da hayal âlemine kaçmış ve tembelleşmiş kişinin boş bekleyişidir.

İster kabul et, ister ret et, gerçek bu. 
                                  *
RAVLİ

TANRIYA YALVARIŞ

Bir aziz dedi ki:
Yarın ululuk ıssı (sıcaklığında) Tanrı mahşer sahrasında benden sorar;

Ey aziz kişi, geldiğin yerden ne getirdin derse derim ki:
Yarabbi, zindandan ne getireyim?

Talihim döndü.
Musibetlere gark oldum, zindandan çıkıp gelmişim;
Başımı, ayağımı kaybetmişim;
Hayran bir haldeyim.

Avucumda yel (rüzgâr) , eşiğine toprak oldum;
Senin yolunda zindanlara düşmüş bir kulum.

Şunu ummaktayım:
Beni atmaz, lütuf libasları(elbiseleri) giydirir, donatırsın!

Bütün bu pisliklerden arıtır, Müslümanlıkta başımı yüceltir, beni topraklardan kaldırırsın!

Vücudum, toprak ve kerpiç içine gizlendi mi iyi, kötü ne yaptıysa hepsinden geçersin.

Beni, hiçbir güçlük çekmeden yarattın ya…
Yine öyle bağışlayıverirsin.
Buna da kadirsin sen!
                                    
                                    ********
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                                      *****

Yaren,
Allah’ı bilen Allah’ın El-A’LA (En yüce, en şerefli) isminden ve El-AFÜVV (Çok affedici, çok bağışlayan) isminden istifade etmek için yalvarış yapılır.

Allah’tan umut kesilmeyeceğini bilen, af edilmek için umudunu kaybetmez.

Her şey zaten Allah’ındır.

Hak, birlik seviyesinde bir gizli hazine iken bilinmesini istemiş ve sevmiş olduğundan ruhlar ve cisimler âlemini yaratıp kendi merhametinin yüzünü, kudretinin olgunluğunu, büyüklüğünün eskizsizliğini, nimetlerinin bolluğunu, sanat eserlerinin çeşitlerini, kontrol etme sırlarını göstermeyi diledi.

Ey yaren;
Allah’ın bu amacını bilip Allah’ı bilmek için, hazinelerine kavuşmak için yollara düştüysen senin Allah’a götüreceğin çalışıp çabalamandır.

Kendini öyle sıkıntıya sokma!
Seni var edenin huyunu öğrendiysen sevinçle yaşamaya başlamalısın.

Bu konuda sayısız veriler sana verildi.

Farkında olarak bu bilince ulaştıysan ne iyi, sevin.

Allah’ın sanatını her öğrendikçe daha da sevin ve sevinç içinde yaşa.
Eksikliklerinden dolayı üzülme.

ALLAH’I SEV VE HAZİNE OLDUĞUNU BİL Kİ,

 YARADILIŞ AMACINA UYGUN DAVRANASIN.

                           *
RAVLİ

ULU ARİF ÇELEBİ VE KÜSTAHLIK ETMEK

Yeryüzünde Tanrı veliyyesi Kerime Hatun (Şeyh Muhammed Hadım Kızı) (Tanrı rahmet etsin) öyle hikâye etti:

Ahi Polat adında Uc vilayetinden birisi Türbe Hazretlerinin (Mevlana Türbesi) olmuştu.

Çerag ve icazet alıp Aydın oğlu Vilayetinde bir zaviye kurmak ve sema ayini icra etmesini istiyordu.
(Mevlevi tekkesi kurmak için izin ve yetki istemek)

Meğer bir gün Çelebi Arif Hazretlerinin huzurunda küstahlık ederek edep dışı söz söyledi.
Bu davranıştan Çelebi Hazretleri incindi fakat hiçbir şey söylemedi.

O kimse, sabah erkenden Mübarek Türbeye girip ben biçare (Yani Kerime Hatun) Çelebi Hüsameddin Hazretinin türbesinde murakıp oturmuştum (Yani kendi iç âlemime dalmıştım).

Gördüm ki o derviş (Ahi Polad) başsız olarak türbeyi tavaf ediyordu.
Hem öylece dışarı çıkarak şehir tarafına gitti.

O anda şahneler (Polisler veya jandarmalar) at pazarında yetişip onu öldürdüler.

Gördüm ki Çelebi Hazreti mübarek türbeye girip bana:
“ Sabahleyin başsız gördüğün şahıs, bu anda başsız kaldı” dedi.

Biz bu sözleri söylerken   (Karaman oğulları) Ahi Polat’ı şehit ettiler diye haber geldi.

ŞİİR:
“ Ey oğul!
Tanrı erlerinin önünde edepli ol,
Küstahça ayağını uzatma,
Yoksa başın gider” İşaret buyurdu.

Çelebi emretti, onu gömdüler.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Her ne konumda ve durumda olursak olalım Tanrı erleri ile berabersek saygılı davranmamız gerektiğini öğrendik.
2.    Okulda ve kitaptan öğrenmekle oluşan bilgiye güvenip ululuk satmanın yanlış olduğunu öğrendik.

İşte böyle ey yaren,

Tanrının verdiği sırlarla ulu olan ile okulda veya okuyarak ulu olanın arasında çok fark olduğunu bilmemiz gerektiğini öğrendik.

EDEP
Akıllılık, usluluk, davranışların ve nefsin iyiliği, terbiyeli davranmak manasına gelir.

Hatanın her çeşidinden korunmaya sebep olan şeyi bilmek ve yapmamaktır.

Şeriat edebi:
Dinin usulünü bilip yapmaktır.
Peygamberimizin özel ve genel sözlü ve uyguladığı davranışları sağlam ve doğru olarak bilmek ve yapmak, tembihlerini, tekrar etmiş davranışlarını bütünlük içinde uygulamaktır.


Hizmet edebi:
Küçük bir şeyi büyük olarak görüp hizmet etmektir.
Tarikat edebidir.
Şeyhin gösterdiği yolda ve şeyhe yapılması gerekenleri zevkle ve sevinçle yapmak ve hizmet etmektir.


Hak edebi:
Kul olarak lazım olan ve Hak için gereken bilmektir.
Marifet edebidir.

Allahtan imanın şartı olarak korkmaktır.
Allah’tan bilgilerin arttıkça ve tanıdıkça oluşan korkudur.
Allah’tan gördüklerinin dehşetini anladıkça korkmaktır.

İşinin gerçekleşmesi için kalbin dileyip olmasını isteyip Allah’a bağlanmasıdır.

Hakikat edebi:
Allah’a yönünü çevirip dünya ile ilgile şeylere iltifat etmemektir.
(Tasavvufun hepsi edepten ibarettir)
Her vaktin, her bulunduğun yerin kendine özgü edebi vardır.

Edebi olmayan kimse Cenab-ı Hakkın lütuflarından mahrum olur.

Edebi olmayan kişi kendisini de yakar, çevresini de yakar.

Edebi olmayanın dini de yoktur. (Hadisi şerif)

Dünya ile uğraşanların edebi:

Sözü açık, net anlaşılır söylemektir.
İyi, güzel, pürüzsüz söz söylemektir.

Sözün düzgün kusursuz, yerinde ve adamına göre söylemesini bilmek ve uygulamaktır.

Karışıklık çıkarmamak, söylenenleri ve olayları fenaya ve kötüye yorucu olmamak, arabozuculuk yapmamaktır.

Din yolunda olanın edebi:

İsteklerini kontrol eden, vücudunu haramlardan uzak tutan, din sınırları içinde kalmaya çalışan, aşırı isteklerden kaçınandır.

Müminlerin edebi:

Kalplerini dünyalık isteklerden temizlemek, sırları saklamak, dünyayı sevenlere iltifat etmemektir.

Edep ile hakka yaklaşanlara “ Kalp muhabbeti “ verilir.
Edep insanda iyi ahlakın toplanmasından çıkan bir üründür.
                         *
RAVLİ




28 Şubat 2012 Salı

ULU ARİF ÇELEBİ VE ÖMÜR

Konya şehrinde bir kadın vardı.
Son derece güzel, güzellikte Cihanın mucizesiydi.
 
Ona meşhur Averya kızı derlerdi.
Çok serveti vardı.

Ansızın Arif Çelebi Hazretlerine gönlünü kaptırdı.
Gece gündüz kararsızlaştı.

Evini ocağını terk edip onun ziyaretinde olurdu.
Çok defa çengi (Harp çalgısı) eline aldığı vakit düşmanlar arasında olan kavgayı kaldırır, tarikat âşıklarının yüreklerini yakıp kebap ederdi.

Nakit paradan, gelirden, köylerden neyi varsa hepsini o hazretin uğrunda feda etti.
Onunla buluşmak için yanıyordu.

Uzun bir zaman bu hasret içinde yaşadı.
Bir gün ondan yerinde olmayan bir hareket, hoş görülmeyen bir nazlanma geldi.

Çelebinin mübarek gönlü çok incindi.
O gece mübarek sarığının kenarından bir göz bağı miktarı yırtıp ona verdi.

O hatun ne buyuruyorsunuz, ne edeceğim deyince:
Çelebi:
“ Ölmek lazımdır” buyurdu.

Bunun üzerine Averya kızı yalvarıp yakardı, ricalar ederek bu hükümden vazgeçmesini söyledi ise de bu mümkün olmadı.
İkinci gece fırsat bulup çalışanları tarafından şehit edildi.

O sarığından verdiği parçayı onun yüzüne örttüler ve onunla gömdüler.
(Allah ona rahmet etsin)

O gün yüce Çelebi Hazreti, gönlünün yanmasından bu rubaiyi söyledi:

“ Sabır elinin acele giydirdiği her gömlek onun matemiyle sıkıntı (Gam) pençesi altında yırtıldı.

Dün, onun yüzü güzellikte ateşin parlaklığını kaçırdı,
Bu gün ise ecel rüzgârı onu toprak etti.”

40 Gün onun yasını tuttu ve rahmetler okudu ve şu rubaiyi söyledi:

“ Endişesiz oturma ki bu aziz bir zamandır.
Çıkardığın her nefes bir aziz candır.

Gelen ve gidecek olan bir ömrü zayi etme,
Boşa geçirme ki o aziz bir misafirdir.”

Tekrar şu rubaiyi söyledi:

“ Onun kapısı önünde dünya dar bir sahradır.
Cihan (Dünya, âlem) gelip geçici, kalıcı olmayan bir yerdir.

Bu cihanda kimseye uyanık kalma (Diri kalma) mümkün değildir.
Aman,
Fırsatı kaçırma!
Anla ki cihan uyku ve hayeldir”

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Sevgide ve aşkta sabırlı davranmak gerektiğini öğrendik.
2.    Acele etmekle eceli yaklaştırdığımızı öğrendik.
3.    Acele etmekle güzelliğin kaybolacağını öğrendik.
4.    Yaşam için verilen zamanı doğru değerlendirmek gerektiğini öğrendik.
5.    Dünyanın gelip geçici bir konak olduğunu öğrendik.
6.    Dünya yaşamının uyku ve hayal olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bu dünyanın başka bir yönünü öğrendik.
Acele etmekle daha çabuk sonuç alamayacağımızı öğrendik.

Düşünüp taşındıktan ve tehlikeleri hesap ettikten sonra acele etmeden işimizi yapmamız gerektiğini öğrendik.
Acele edilen işten iyi sonuç alamayacağımızı öğrendik.

Her davranışımızı özenli yapabilmemiz için acele etmememiz gerektiğini öğrendik.

Kutsal olanla, herkesin değerli saydığı alana düşüncesiz acele ile girmenin, bilerek veya bilmeyerek yanlış yapmasından mutlaka kötü sonuç alacağını öğrendik. 

Sonuç olarak aslanla bir arada yaşamanın tehlikeli olacağını, tam bilmeden bu alana aceleyle girmememiz gerektiğini öğrendik.

Çok değerli olan zamanımızı bir olan padişahla nasıl birlikte olabileceğimizi öğrenerek değerlendirmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

Yaşamın çoğunun uyku ve hayal içinde geçirdiğimizi ve yitirdiğimizi öğrendik, anladık.
                                                               *
RAVLİ

ÖMÜR NASIL UZAR

 Bir derviş Mecnun’a: 
Oğul kaç yaşındasın diye sordu.

Mecnun: 
Bin kırk yaşındayım dedi.

Derviş dedi ki: 
A dikkatsiz!
Ne söylüyorsun sen?
Yoksa tamamıyla sapıttın, delirdin mi?

Kırk yaşındayım ama bu kırk yıllık ömür ziyan oldu gitti.
Bin yıllık ömür Leyla’yı gördüğüm o bir andı, bir anda bin yıl yaşadım.

SEVDİĞİNİN HER ZERRESİ SECDEDEDİR.

Aşk ne yüce varlıktır ki bütün varlıklar, onda lezzetlerle yok olur gider.
İnsan o makamda yok oldu mu bütün ziyanları kar kesilir.
                            ***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR 
M.EB. YAY. 392
                            ***
Secde: 
Namazda alını, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere dayamaktan ibaret ibadet vaziyeti.

Manası: Güncel sorunlardan sıyrılıp, İnanıp, değerli bulup, temizlenip, büyük olarak kabul edip onun tüm yapacaklarına karşı aciz olduğunu huzurunda bildirmek ve teslim olduğunu açıkça göstermektir.

Sevgi ve özveri ile hizmet ederek bağlananların yaptığıdır.

Gururlu ve kibirliler secde etmezler.

Manasını bilip, anlamını anlayıp kavrayana ve uygulayana secde ehli denir veya âşık denir.
                        *
RAVLİ

DELİ VE ÖMÜR

Meczubun biri, bir sopaya binmiş, kolonu vurulmuş, gemi takılmış ata binmiş gibi sıçrayıp gidiyordu.

Ağzı gül gibi gülmedeydi, bülbül gibi dünyayı coşturmuştu.

Birisi, ey Tanrı kapısının eri, neden yolda böyle hızlı at sürüyorsun diye sordu.

Meczup dedi ki: Dünya meydanında bir an süvariliğe heves ettim.

Çünkü muradıma ermeden ellerimi yanlarına korlarsa azamdan bir kıl bile kıpırdamaz. (Ölüm hali)

Bu meydanda iş peşindeysen nasibini ercesine al.

Ne geçmişten haber var, ne gelecekten.
Ömrün, içinde bulunduğun andan başka bir şey değil.

Şu elindeki ömrü, heveslenip veresiye dayanamaz.

Ömründen işe yarayan, bir noktadan ibarettir.
Pergel gibi o bir noktanın çevresinde binlerce defa dön dolaş.(Günlük hayat)

İbnülvakt (Vaktin oğlu) olan er, hazır olan er!

Elinde bulunan peşin parasıyla geçin (hayatı yaşa), hoş ol. İşsizler gibi öne koşma arkaya düşme.

Geri kalır, ileri gidersen, yolda savsaklanır (Belli başlı bir neden olmaksızın, isteyerek işi geri bırakırsan, ihmal edersen) durursan, zamanede belanı bulur, yiter (Ortadan kalkar, kaybolur, elden çıkar, yok olur) gidersin.

                                          ***
İlahi name Ferideddin-i Attar M.E. B. Şark-İslam klasikleri   
                                             *

Yaren;

 Muradına, isteğine, dileğine ulaşmak için uğraş fakat ercesine nasibini al.

Anı yaşa.

Ömründe işe yarayan yaşam sevincindir ve buna bir nokta denir.
Bu noktanın etrafında hoşça dolaş.

Öne koşarsan, arkada kalırsan, ileri gidersen, geri kalırsan belanı bulur kaybolup gidersin.

Peygamberimiz bizlere hep orta yolu önermiştir.                                                                                 
 RAVLİ

27 Şubat 2012 Pazartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE DERVİŞİN RAHAT DAVRANIŞI

Zamanın ulularından birisinin Arif Çelebi hakkında inkârı (Dervişliğe) vardı.
Şöyle söylerdi:

“ Dünya işlerini hoş görüp aldırmayan hareketler,
Her şeyi sevap ve günah dışına çıkarma,
Çekinmesi olmayan davranış iyi değildir.

Derviş kıyafeti içinde, ferahlık duymanın dışında ayağı uzatmak uğursuzluktur “ diyerek uğursuz bir takım maksatlarla ondan yüz çevirirdi.

Bu adam birdenbire bir toplantıda Çelebi Hazretlerine rastladı.
Çelebi Hazretleri söz sırasında dedi ki:

Bir derviş pazarın çarşısı ortasında ayaklarını uzatıp, tam bir kayıta bağlı olmayarak uyudu.

Bir arif kimse ona uğrayıp:
“ Ne biçim dervişsin ki ayaklarını uzatmış olan bitenden habersizce dalgınlar uykusuna yatmışsın” diye itiraz etti.

Bunun üzerine yatan derviş:
-         Ellerimi şunun bunun kusurlarını söylemekten kısa etmişim.
-         Gurur dünyasının gururlarından vaz geçmişim.
-         Nefsin emrettiği havaları bırakmışım de ondan dolayı “ dedi ve

Beyit:
“ Ey mesut adam!
Elimi ve gönlümü dünya işinden çektiğim için,
Gönül arzusu ile ayaklarımı uzatıyorum”

Bunun üzerine o isyan eden ve yeren adam pişman olup özür dileyerek tam bir halis mürit oldu.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Huzur içinde olmak ve rahat etmek için başkalarının kusurlarını araştırmamamız ve gördüklerimizi görmemezlikten gelmemiz gerektiğini öğrendik.(Gece gibi olmak)
2.    Huzur içinde olmak ve rahat etmek için boş olan, iyi sonuç vermeyecek işlerden uzak durmak olduğunu öğrendik.
3.    Huzur içinde olmak ve rahat etmek için sahip olduklarımıza güvenmeyerek büyüklenme hastalığından kurtulmamız gerektiğini öğrendik.
4.    Huzur içinde olmak ve rahat etmek için isteklerin emrinden kendimizi kurtarmamız gerektiği öğrendik.

Kendi değerlerini doğru, sağlam, hakikate uygun oluşturmuşsan başka insanların beğenisini almak için uğraşmazsın.

Özgür olmak sadece Tanrı’ya muhtaç olmakla olunur.

Derviş halk ne der diye kendine sorup davranışlarını ayarlamaz.
Derviş Tanrı ne der diye kendine sorup gereğini yapar.

Başkalarını eğitmek ve düzeltmek görevi bir dervişe Tanrı vermişse, o derviş Tanrı katından güçlendirerek bu hizmeti verir.

Başkalarını eğitmek ve düzeltmek görevi verilmemiş derviş kalender olarak davranır, sevinç içinde yaşar ve ahrete göçer.

Yetki almadan, kendini yeteri yetişmeden, kuvvet ve kudretle Tanrı tarafından desteklenmeyen bir kişi insanları düzelteceğim diyerek kendi kendine görev verirse veya edindiğim bilgiyi paylaşayım diye bir iyi niyetli istekle bu işi kendine görev verirse hem kendine hem de ilişki kurduklarına zarar verir.

Ben ve ben merkezli davranışlardan kendini kurtarmanın yolu Ulu Arif Çelebi’nin basit gözüken ama sırlar barındıran sözlerinden anlayabiliyoruz.

Önce kendimizi sıfırlamamız sonra Tanrı huyuyla huylanmamız gerekmektedir.
Tanrı erleri bize anlayacağımız bir şekilde bunu detaylı anlatmaktadır.

Hoş görmesini bilmeyen, kendine hoş görüyü kazandıramayan kişi kendini insan gibi yaşamış sayamaz.

Kusur görür, şikâyet eder, kendini beğenir, büyüklenir, herkese saldırır sonra da iyi iş yaptım diye kendini kandırarak aziz ömrünü harcar.

Ey yaren,
Hür olmak istiyorsan, Özgürlüğün tadına varmak istiyorsan, isteklerini azalt da kendini kendine esir etmekten kurtar.

Unutma!
Bilmek yetmez.
Bildiğini hayata geçirmekle istenen fayda elde edilir.
                                               *
RAVLİ

26 Şubat 2012 Pazar

ULU ARİF ÇELEBİ VE SIKINTI

Çelebi Hazretleri mukaddes türbede (Mevlana Türbesi) ağır hasta olmuştu.
Birkaç ay, yatakta kalıp bütün hekimler (Adları yazılı değil) o hastalığın tedavisinde aciz kalmışlardı.
Çelebiyi sevenlerin hepsi bu durumdan ruhen yaralı ve gönülleri hasta olmuştu.

Sultan Veled (Babası) daima hastaya bakmaya gelir, gece gündüz sıkılır ve ıstırap duyardı.
Hiçbir şekilde rahat bulamazdı.

Bir gün ashabın (Dostların) başbuğu İsfehsalar oğlu Çelebi Celaleddin (Tanrı rahmet etsin) kendi ashabıyla hasta görmeğe gelmişlerdi.

Çelebi Hazretleri:
“ Bu sıkıcı hastalıktan çok usandım, bir kaş gün istirahat etmek için dostlardan birinin bu hastalığı kabul etmesini istiyorum” dedi.

Bunun üzerine Çelebi Celaleddin samimiyetinden ve gerçek bilgisinden ötürü Çelebi Hazretlerinin iyi olup kalkması için:
“ Ben kulunuz bunu kabul ediyorum.”  Diye ısrar etti ve hemen o anda o azizin mizacı bozulup tam bir ay yattı.

Çelebi Hazretleri o saat yataktan kalkıp hareket etti.

Dostlar Çelebi Celaleddin’in çok defalar ziyaretine gittiler.
Şehrin uluları da ziyaret ediyorlardı.
Çelebi Hazretleri, bir gün bile onu hatırına getirmedi, hasta görmeğe gitmedi.

Hastalığı kabul eden İsfehsalar oğlu Çelebi Celaleddin, Müderris oğlu Şemseddin’i elçi olarak gönderip, latife yoluyla:

“ Beni hasta ettin ve hastalığının hamalı ettin.
Güzelliğinin derdini bana taşıtıp kendin kurtuldun.
Şimdi benim ziyaretime bile gelmiyorsun.

Tanrı rızası için, bir iyilik et, gel, bu miskin bedenin yastığı başı üzerine otur, ta ki bu illetin kelepçeleri benden kaybolsun ve geçip giden sıhhatim yerine gelsin.” Dedi ve şu beyiti söyledi:

ŞİİR:
“ Sen şifasın,
Sen hoş gelir ve yüzünü gösterirsen sıkıntı askeri kaçar ve
Arkalarını gösterirler.”

Bunun üzerine Çelebi kalktı ve o din büyüğünün ziyaretine gidip bir saat yastığı üzerine oturdu ve:
“ Size dahi tamamdır” buyurdu.

Böylece çabuk şifa bulup üçüncü gün hamama gitti.
Türbeyi ve Çelebi Hazretlerini ziyaret ederek şereflendi.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Sıkıntının, hastalığın başka birine gönderebileceğini öğrendik.
2.    Sıkıntıyı isteyene başka birinden alınıp verildiğini öğrendik.
3.    Tanrı’nın sıkıntı askerlerini göndererek kişiye kelepçeler vurduğunu öğrendik

İşte böyle yaren,

Sıkıntıyı sebeplerde aramanın yanlış olduğunu öğrendik.
Sıkıntı insandan gelse bile, insandan bilme, asıl düzenleyen Tanrı’dır.

Sıkıntı sebebini bazen gösterir bazen de göstermez.

Sıkıntının Tanrı’dan verildiğini bilirsen ve razı olursan şikâyetçilikten kurtulup sabredenler defterine yazılırsın.

Sabredenler defterine geçtikten sonra bu sıkıntıyı seversen, beraberliğinden hoşlanırsan şükredenlerden olursun.

Sıkıntının asıl sebebini bilemeyiz ama bildiğiz Tanrı’dan gelmiş olduğu, kişi ve şartlarının Tanrı tarafından oluşturduğudur.

Bizim kabullenmemiz veya itirazımıza göre hakkımızda Tanrı’nın yeniden hüküm verileceğidir.
Tanrı sıkıntımızı artırabilir veya yok edebilir.

Dikkat ettiyseniz bazen sıkıntıyı üst üste verir.
Şikâyet ettikçe de artırıldığını öğrendik, anladık.

Geceden sonra sabah olduğu gibi sıkıntıdan sonra ferahlık geldiğini bilmeliyiz ve beklemeliyiz.
Unutma ki Tanrı sana gizli bir hediye vereceği zaman sıkıntı ile gizleyerek verir.

Şikâyetçi olursan bu hediyeyi görüp alamazsın.
                                                      *
RAVLİ

25 Şubat 2012 Cumartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE HASTALANMASI

Çelebi Hazretleri (Tanrı onun zikrini yüceltsin) Alaiye şehrinde (Alanya) son derece hasta olup (Acaba malarya tropika veya tifo mu?) rahatsızlığı uzun sürmüştü.

O kadar ki, dostlar onun hayatından ümit kesmiştiler.
Gece gündüz inleyerek Mevlana Hazretlerinden onun için sağlık rica ediyorlardı.

Bir gün birdenbire bir Türk atlısı Çelebi’nin karşısından süratle geçti.
Arif Çelebi:

“ Ey hastalık!
Artık yeter.
Gitme zamanın gelmiştir.
Haydi, git bu atlının üzerine sarıl” buyurdu.

Derhal atlı, atından aşağı düştü.
Kilime sarıp evine götürdüler.

Üçüncü günden sonra o Müslüman öldü.
Çelebi Hazretleri de tamamıyla sıhhat buldu ve Tanrı’ya hamd ederek tevekkül ederek (Tanrı’nın takdirine kendini bırakarak) Antalya tarafına hareket etti.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı’nın hastalığı Çelebi Hazretlerinden alıp başka birine verdiğini öğrendik.
2.    Çelebi Hazretlerinin hastalığından dolayı şikâyetçi olmadığını, verilen hastalığa razı olduğunu ve hastalığının kendinden alınmasına hamd ettiğini ve Tanrı’nın hükmünü kabul ettiğini öğrendik.
3.    Tanrı’nın veli kulunun isteğini kendi isteği gibi kabul edip yerine getirdiğini öğrendik.

  TEVEKKÜL

Hakka güvenmek ve işleri ona havale etmektir.
Kanunlara, yasalara uygun davrandıktan ve gereken çalışmayı yaptıktan sonra işin olurunu ve sonunu Tanrı’dan beklemektir.

İnsanların gücünün yetmediği işleri Tanrı’ya havale edip keder ve üzüntüyü bırakmaktır.

Herhangi bir oluşumun olması için sebeplerin gereğini yapmak yeterli değildir.
Yaratıcının dilemediği bir oluşum hiçbir zaman meydana gelmez.

Tanrı’nın dilediği bir şeye de hiçbir kuvvet engel olamaz.

Ne var ki, Tanrı çok oluşumu sebebe bağlamış, bu sebepleri yerine getirdikten sonra o oluşumun olması için araç etmiştir.

Diğer bir anlatımla sana vereceklerini çalışma, uğraşı sebeplerinin içine bırakmıştır.

Tevekkül, bu çalışmalar, araçlar ve sebepleri yerine getirdikten sonra onun meydana gelmesi için Tanrı takdirine bırakmaktır.

Tevekkül, teslim ve dağıtım olarak birbirini tamamlayan ve birinden diğerine geçilen üç derecedir.

1.Tevekkül Tanrı’ya güvenmektir.
2.Tevekkül Nefsini Tanrı’ya teslim etmektir.
3.Tevekkül, işleri ona havale etmektir.

Buna göre işin başı tevekkül, ortada teslim ve sonucu sevinçle karşılayıp kabul etmektir.

Tevekkül: Tanrı’ya güvenme, her durumda sadece Tanrı’ya sığınma, kalbin Tanrı’ya güven duymasıdır.

Tevekkül vesveseden, endişeden, rızık kaygısından kurtaran, insanı huzura, rahata kavuşturan Tanrıya güven halidir.

Sonucun elde edilmesi için gerekli tedbirler alındıktan sonra, gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra tevekkül etmek gerektiği Peygamberimizce önerilmiştir.

(Önce deveni sağlam bir kazığa bağla, sonra tevekkül et)
                  *
RAVLİ
                                    ***

TEVEKKÜL


Hakka güvenmek ve işleri ona havale etmektir.
Kanunlara, yasalara uygun davrandıktan ve gereken çalışmayı yaptıktan sonra işin olurunu ve sonunu Tanrı’dan beklemektir.

İnsanların gücünün yetmediği işleri Tanrı’ya havale edip keder ve üzüntüyü bırakmaktır.

Herhangi bir oluşumun olması için sebeplerin gereğini yapmak yeterli değildir.
Yaratıcının dilemediği bir oluşum hiçbir zaman meydana gelmez.

Tanrı’nın dilediği bir şeye de hiçbir kuvvet engel olamaz.

Ne var ki, Tanrı çok oluşumu sebebe bağlamış, bu sebepleri yerine getirdikten sonra o oluşumun olması için araç etmiştir.

Diğer bir anlatımla sana vereceklerini çalışma, uğraşı sebeplerinin içine bırakmıştır.

Tevekkül, bu çalışmalar, araçlar ve sebepleri yerine getirdikten sonra onun meydana gelmesi için Tanrı takdirine bırakmaktır.

Tevekkül, teslim ve dağıtım olarak birbirini tamamlayan ve birinden diğerine geçilen üç derecedir.

1.Tevekkül Tanrı’ya güvenmektir.
2.Tevekkül Nefsini Tanrı’ya teslim etmektir.
3.Tevekkül, işleri ona havale etmektir.

Buna göre işin başı tevekkül, ortada teslim ve sonucu sevinçle karşılayıp kabul etmektir.

Tevekkül: Tanrı’ya güvenme, her durumda sadece Tanrı’ya sığınma, kalbin Tanrı’ya güven duymasıdır.

Tevekkül vesveseden, endişeden, rızık kaygısından kurtaran, insanı huzura, rahata kavuşturan Tanrıya güven halidir.

Sonucun elde edilmesi için gerekli tedbirler alındıktan sonra, gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra tevekkül etmek gerektiği Peygamberimizce önerilmiştir.

(Önce deveni sağlam bir kazığa bağla, sonra tevekkül et)
                  *
RAVLİ

ULU ARİF ÇELEBİ VE HALVET

Erzurum’da bulunan ve Gürcü Hatun’un kızı Melike-i Cihan Ayn-Ülhayat, sevenlerden daha sevgili idi.
Bir gün Çelebi Hazretlerini sarayına davet etmişti.

Mevlana Selahaddin Edip ve dostların ileri gelenleri de beraber bulunuyorlardı.

Ayn-Ülhayat Hatun, Çelebi Hazretlerinden Sultan Veled’in ve türbede bulunan dostların ve Mevlana medresesinin dostlarının hal ve hatırından sormaya başladı.
Bir-bir durumlarının anlatmasını istiyordu.

Mevlana Selahaddin atılarak tercümanlık etmek vesilesiyle dostların durumlarının nasıl olduğunu anlatmaya başladı.

Cihanın banusu (Hanım efendisi) Ayn-Ülhayat;
“ Mevlevi hazretlerinin (Yani Selahaddin’in ) buyurduğu öyledir ve o kadardır amma bu delikanlının dili yok mudur ki söz söylemiyor.

Ben bunları onun mübarek ağzından işitmek istiyorum “ dedi.

Çelebi Hazretleri derhal:
“ Arifler sözü halvette söylerler.
Ümit ederim ki söylenir” dedi.

Bunun üzerine Ayn-Ülhayat’ın bu mananın içerisinde hayat pınarları coşup, gönülde Arif’in sevgi ateşi yanmağa başladı.

Ve yüz can ve gönülle havasına kapılmış oldu.
Yıllarca o sevdada oldu.

O sevdanın sırrından baş koyup bu beyti dedi:

“Delinin başında bir sevda olması hoştur,
Fakat bu sevda senin sevdan olmak şartıyla “

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

Neler öğrendik:
1.    Aslında Halvet Hak ile sıran (manen) konuşmak, sohbet etmek olduğunu öğrendik.
2.    Kalpten nefsanî arzuları, batıl inançları sürüp çıkarmak, masivadan (Allahtan başka bütün varlıklardan) ilgiyi kesmek olduğunu öğrendik.
3.    İnsanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğarak, bu suret âleminin ölülerini kendi mana ve aşkınla dirilterek yaşam vermek olduğunu öğrendik.
4.    Yabancıların duymaması gerekenlerin halvette söylendiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Sevmek ve âşık olmak yaşamımızda gerektiğini,
Bu aşkın cinsellikle ilgili olarak düşünce sınırında kaldığını ve cinsellikle az bir yol beraber gidildiğini,
Sonra kişiyi sonsuz Tanrı aşkına götürdüğünü ve
İnsana kontrol edilebilen delilik seviyesinde mutluluk verdiğini öğrendik, anladık.

       ARİF

Ariflerin sözleri daha lezzetli yaşamının tüm dönemlerinde yaşamına ışık tutacak sözlerdir.
Arif olursan gelecekte ne olacağını söylersin.

Allah’ın nuruyla bir olursun.
O nurla yaşarsın.
Onurla görürsün, O nurla söylersin.

Arif odur ki, hiçbir iş ve faaliyet, onu Allah’ı ile meşgul olmaktan alıkoyamaz ve bir an bile Allah’ın huzurunda dikkatsiz davranmaz.

Arif odur ki, kendisi susar ve Hak, onun sırlarından söyler.

Arif odur ki, Allah’tan başka her şeyi bırakarak yalnız Allah’la meşguldür.

Arif odur ki, kendi tedbirini bırakır Hakk’ın tedbirine sarılır, onu bekler ve ona önem verir.

Arif odur ki, hiçbir şeyle üzülmez.
Her ne olsa sevinir, üzüntüsü kalmaz.

Arif odur ki, bu geniş dünya onun başına dar gelir, halktan kaçıp Allah’a varır ve onun huzur ve arkadaşlıkta rahatı bulur.

Arif odur ki, derin ve devamlı düşüncesiyle melekler âlemini aşar.

Arif odur ki; bilmeyi ve anlamayı mutluluğun sermayesi bilir ve onu usta olmayan, anlamayan kimselere söylemekten çekinir.

Arif odur ki, Allah’tan başkasına ısınmaz ve başkasını hatırından bile geçirmez.

Arif odur ki, kendi özelliklerini Allah’ın özelliklerinde yok eder. Ta ki ondan gayrisini bilmeyip, onunla söyleyip ondan işite.

Arif nasıl üzülebilir ki, onun kalbi sevinçle dolu ve canı, huzur içinde bulunmaktan memnundur.

Abidi yaşatan su ve ekmek, Arifi yaşatan ise irfan nurudur ( Kâinatı anlama, bilme sırları).

Arif hakkı Hak ile bilir ve Hakkın nuru ile âleme ayakta durur, onun sırlarını bilir.

Arife huzur veren uygunluk doğruluk, sevinç veren muhabbet (sevgi) tir.

Arifin zevk aldığı şey, tevhit nurunun hakikatidir.
(Birlik gerçekliğine ulaşıp sırları bilmesi)

Arif odur ki, gönül bahçesinde gezer, can havuzunda yüzer ve tanıdığına (Allah’ına) kalbiyle dua ederek yalvarır ve diliyle söyler.

Arif odur ki, Hak’tan başkasını düşünmez, Hak olmayanı konuşmaz ve nefsi için Hak’tan başkasını koruyucu bilmez.

Arif, marifetle sevinci, vahdetle ünsü bulur, şiddet ve felaket anlarında sabır ve sebat onun özelliği olur.
(uygunluk ve doğrulukla sevinci bularak sevinçli olursun.
Birliği bulup birlikte düşüp kalkarak Allah’ı gönlünde görür.
Zor zamanlarda isyan ve şikâyet etmez)

Arifler konuşunca Allah’ı söylerler, işlerini ve ibadetlerini onun için yaparlar.
Dileklerini ondan dilerler, arzuladıklarını ondan isterler.

Özü ve sözü doğru manevi yolda öndedirler.

Arifin dalkavukluğu, Allahtan uzak olanın samimiyetinden Allah’ın yanında daha çok beğenilir ve sevimlidir.

Arif Allah’a saygı göstermede dikkatli, ona hürmet etmede titizdir.

Farzlarını kılmak ve yasaklarından sakınmakla da ona olan derin saygısını gösterir.

Arif odur ki, Allah’ın sırlarını, usta olmayana, anlamayana açıklamaz.

Sevinç ve acısını kimseye söylemez.

Arifin alameti şudur:
Allah ile olduğu zaman öğünür, nefsi ile kalınca kendini aşağı görür.
Manevi zevk ve şenlik içindedir.
İstemekten vazgeçmiş olarak Allah’ın över.
                       
                        
Madde5:
Arifin, kendi vücudundan vazgeçip Allah ile bir olur ve ebediyeti bulduğunu bildirir.

Bir hadisi şerifte denilmiştir ki:
Dünyada muhakkak cennet vardır.
Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz.
O cennet de marife-tullahtır. (Allah’ı bilme)

Bu dünyada en lezzetli şey de Allah’ı bilmektir ki, bu dünyadaki her nimetten lezzetli ve zevklidir.

Madde-6:
Arifin, korku ve hüzünden emin ve kurtulmuş olarak ve Allah’a ısınarak huzur ve rahat içinde şen ve neşeli yaşadığını bildirir.

Mevlasını bilenin belası kalmaz.
Çünkü onun için bela, bal olur.
Üzülmez,
Arifin Allah’la arası iyi olduğu için halk ile de arası iyidir.

Arif cismini ve canını Mevlasına adamış, her şeyini ona verip aradan çıkmıştır.
Bu suretle Allah’a yakınlık mertebesine ermiş ve rahata kavuşmuştur.

Arifin kalbine marifet nuru indiği için onda dünyaya ait hiçbir arzu ve muradı kalmamıştır.

Madde-7:
Zahit ehliyle irfan ehlinin yani iyi insanlarla Allah’a yakın olanların farklarını bildirir.

Arif:
Bakışı Tanrı’yadır, Tanrı’nın ne yaptığına bakar.
Dileği gayreti rabbinedir.
Sarhoşluğu, Tanrı ululuğuna dalışından olur.
Yer arştadır, ebediliktedir.
Aşk inancı, inanışların dışındadır. Ne inkâr vardır, ne şeriat.

Zahit:
Kendi yaptıklarına bakar.
Dileği gayreti nefsinedir.
İyilik eder, kötülükten kaçınır.
Korku ve ümit arasında yaşar.

Madde-8:
İrfan ehlinin yüksek şanını ve irfanlarının kemalini bildirir.

Arifin gözü, ders alarak bakar, kalbi derinlere dalarak aldığı manevi zevk içinde yaşar.
Arifin kalbi, Allah’a dönüş ve varışta sürati şiddetli rüzgârlardan ve göz kamaştırıcı şimşekten daha hızlıdır.
Arifler, gördüklerini ve bildiklerini garip ve acayip kelimelerle ifade ederler.
Arifin iki marifet hali vardır:
1.    Dehşet.
2.    Hayret.
                                                   *
RAVLİ

Popüler Yayınlar