15 Aralık 2012 Cumartesi

VELİYİ GÖZLE DEĞİL CAN GÖZÜYLE GÖRMEK

Musa’nın ulu Tanrıya münacatı (Dua) ve velilerden birini görmek istemesi.   88

Alemi süsleyen Musa, Tanrıya, bana kendi dostlarından birini göster dedi.
Yüzünü göreyim, gözüm aydın olsun.
Bu istekle gönlüm yanıp kakılmada.

Tanrıdan hitap geldi:
Bizim dert ehli doğru kulumuz var, filan ovadadır.

Kapımızın has kullarındandır o.
Gece gündüz, bizim yolumuzda yürür.

Kelim (Allah’la konuşan) onu görmek üzere yola çıktı.
Oraya vardı.

Bir de baktı ki o adam kendi âlemine dalmış.
Başının altına yarım bir kerpiç koymuş, üstüne de ancak dizine kadar gelen bir çuval çekmiş.

Üstünü önden, arttan binlerce karınca, binlerce arı ve sinek üşüşmüş.
Musa, ona selam verip bir şey istiyorsan söyle dedi.

Adam, ey Tanrı elçisi dedi, tez bana testinden bir yudum sucağız ver.
Musa testiyi almak üzere giderken bir an içinde o susuzun canı çıktı, öldü gitti.

Musa, suyu getirince onu, kuru yer üstünde can vermiş buldu.
Tanrı kelimi bu hale şaşırdı.

Kefen bulmak, mezarını kazıp gömmek üzere kalktı.
Geri dönünce bir de baktı ki bir aslan gelip onu parçalamış, kalbini, karnını yemiş sömürmüş, doymuş.

Bu dertle Musa’nın gönlü coştu, kabardı.
O adam yüzünden derdi, bir hayli fazlalaştı.

Dile gelip dedi ki:
Ey sırları bilen Tanrı!
Bir gülü yüzlerce incelikle ve dikkatle besler, yetiştirirsin.

Bu sırrı nerden anlayacağız?
Senin sırrına ne gönül erer, ne can bu sırrı bulur.

Tanrıdan Musa’nın can kulağına şu cevap geldi:
Daima ona biz su verirdik.

Her vakit ki gibi bu sefer de o kendi ciğerciğini yiyen susuza bizim su vermemiz daha hoş.

Daima onu biz giydirirdik.
Nasıl olur da Musa’nın eli karışır?

Şimdi bir vasıta kendini gösterdi.
Etti ama neden yabancıya iltifat ediyor?

Bizim gibisinden beslenip yetiştikten sonra neden başkasından bir şey ister?
Araya yabancı ayakbastı.

Biz de onu ebedi olarak aradan kaptık, götürdük.
*Fakat o çulla kerpiç parçasının hesabını apaydın bir halde vermedikçe,

*Andolsun yüceliğimize, bizden bir kıl kadar bile koku alamaz, bir yandan bile kokumuzu bulamaz.

Buna imkân yok.

                                             *
Azizim! Onunla iş görmek kolay değil.
Onunla ancak gönülden, candan konuşulabilir.

Onunla can ve gönülden konuştuktan sonra artık o makamda dünyaya ait şeyler söylemek mümkündür doğrusu.

Bir adam, can âlemine ayak bastıktan sonra hiçbir kimseye erlikle öğünemez, er sayılmaz o.

Feleği bile onun safında er sayma.
Çark vurup duran dönek bir kocakarıdır o.

*Her şeye yüzlerce bağla bağlanırsın asıl bağlanman lazım yere nasıl bağlanabilirsin ki?

Seni burada bunca timsah çekip durdukça (Parçalamaya uğraştıkça) göklere nice yükselecek, orada nasıl makam tutacaksın?

Yeryüzünün zinciri, ayağında oldukça nerden gökyüzüne yükselecek, orasını yurt edineceksin?

Sevgin köpeklere iken, gökyüzündekiler, sana nerden meyledecekler?

Amel defterini yazanların, arılık ve kutluluk yurdunda bir avuç toprak parçasıyla düşüp kalkmaları layık mıdır?

Ululara uygun bir yüz, apteshaneyi yurt edinenler görebilirler mi hiç?
Ne her can o sırra yol bulabilir, ne herkes o makama erişir oğlum!

Dünyaya binlerce can gelir ama içlerinden ancak biri bu sırra erer.

                                        ***
İLAHİNAME. FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.E. B. YAY. 392

                                           *
Allah yolunda olan başkasından bir şey istemez.
Dilencilik yoktur.
Sadaka, fitre, zekât almazlar.
Sadece hediye alırlar.

                                           *
Hikâye:
Çok zengin biri ölüyor.
Çocukları kebire gelen sorgu meleklerinin ne yaptıklarını merak ediyorlar.

Diyorlar ki:
Kim babamızın mezardaki durumundan haber verirse babamızın malının yarısını vereceğiz.

Sadece ipi olan bir hamal ben talibim diyor.
Mezarı genişçesine kazıyorlar.

Hamalın nefes alabilmesi için delik bırakıyorlar.
Mezarı bir güzel kapatıyorlar.

Ertesi sabah halk gelip mezarı açınca hamal kaçmaya başlıyor.
Delirdi diyorlar.

Yakalıyorlar ve soruyorlar:
Ne oldu anlat.

Neden kaçıyorsun.
Vaat ettiğimizi vereceğiz diyorlar.

Hamal:
Mezar kapandıktan sonra iki melek geldi.
Bir kişi için geldik ama bir kişi daha varmış.

Ölen zaten bizim elimizde.
Bu diri olanı sorgulayalım diyorlar.

Benim yanımdaki hamal ipinden solular sormaya başladılar.
O ipi almak için nereden kazandın?

Kimden aldın?
Kaça aldın?

Ne taşıdın?
Gibi sorular sormaya başladılar.

Siz mezarı açıncaya kadar o ipin hesabını vermeye çalışıyordum diyor.

O ölen adamın çocukları tamam gel babamızın malının yarısını verelim diyorlar.

Hamal:
Ekmek kazandığım bir ipin hesabını bu kadar sorduklarına göre, sizin vereceğiniz malın hesabını kim bilir ne kadar sürer diye kabul etmez.

                                         *
Can özü temsil eder
Can emanettir.

Hayat unsurudur.
Hayat can ile devam eder.

Saftır, geniştir, kuşatma özelliği vardır.
Vücuda komuta eder.

Kıymetli olduğundan gizlidir.
Aşkın alevlendiği yerdir.

Can, büyük bir şehirdir.
Gönül onun içinde küçük bir kaledir.

Can, kendini istekler ile hareketlenir, isteklerle kendini gösterir.
Göğe çıkmak isteği yoksa hak nuru verilmemiştir, insandan doğmuştur ama şeytanın ta kendisi kesilir.

Can uçar göğe çıkar veya perde arkasında kalır.
Can önce hayvani verilir, sonra akıl, iman nuruyla şereflendirilir.

Nurda yok olan can yokluktan sonra nurda varlığa ulaşır
Her can ayrıdır.

Şekil suret aynıdır.
Canda rahmani ve şeytani iki güç vardır.

Birbiri ile mücadele eder.
İman canı aydınlatır, huzura ve mutluluğa kavuşturur.

Sevgilinin âlemi, can âlemidir.
Canı, Allah kendi isteğinle bedeninden özgür bırakasın diye verdi.

Aşığın sermayesidir. o sevgiliye verir, sevgilisi alır.
Cana doğru yol alırsan, tanrı sırlarından haberin olur.

Aşağıdaki uzuvlar üzerine anlaşılması için anlam yüklenmiştir.

Can gözü:
Tanrının gerçeğini (yüzünü) gören iç gözdür.
Nefis saflaşırsa bu göz açılır.

Kolaycı kişilerin görüşüne kapalıdır. 
Marifet ve hakikat makamında olanlar görür.

Gönül gözü; gayb âlemini, Lâhut âlemini, Ceberut âlemini, ruhlar âlemini, mana âlemini, emir âlemini, mücerret âlemini, misal âlemini. Şeriat ve tarikat makamında olanların kabiliyetine göre görürler.

Kalp gözü, kulağı ilahi âlemi görür ve dinler.
Can kulağı: marifet ve hakikat sırrını duyan kulaktı.

Marifet:
Her işe tahammül eden, helal ve güzel istekte bulunan, şeriat ve tarikatı ayakta tutan, dünyaya değer vermeyen, ahreti seçen, kendini değersiz görmek, sırları bilmek.

Hakikat:
Alçak gönüllülük, iyiyi kötüyü tanımak, el uzatmama. 
Kanaat etmek.

Malını Hak yolunda harcamak.
Kimseyi incitmemek, fakirliği inkâr etmemek, Allah’a yolculuk etmek.

Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamlarını bilmek ve uygulamak.

Can dudağı:
Vahdet tadını ve zekini almak.

Vahdet: Görünen çoktur ama içte birdir.
Çoklukta birlik gizlidir.

Gözündeki perdeleri kaldıran kişi Hakkın birliğini görecektir.

                                          *
RAVLİ       

 

Popüler Yayınlar