13 Aralık 2012 Perşembe

SEVİLENE HİZMET

Bir çavuşun şehzadeye âşık oluşu 23

Ay parçası gibi bir şehzade vardı.
Güneş yüzünü görse deli gibi her aybaşı çıldırır, çırpınırdı.

Alnı bir gümüş levhaya benzerdi.
Üstüne sanki miskle cim ve mim harfleri yazılmıştı.

Zülüfleri, cim ve mim  (Arap harfleri) gibi kıvrılıp büküldü mü cim ve mimle Cem (Birlik) saltanatını elde ederdi.

Kaşıyla aya perdecik eder, kirpikleriyle gâh gönlü, gâh ciğeri avlardı.
Fitne nergis gözlerini gece renginde, simsiyah görünce onların içine dalıp avlanmaya, biniciliğe kalkışırdı.

Ne de güzel bir gece rengi bulmuş, ne de3 hoş bir av elde etmişti ya.
Hakikaten biniciyi de iyi bulmuştu, avı.

Dudakları hem baldı, hem şeker.
Biri, öbüründen, o da bundan daha hoştu, daha tatlıydı.

Arılar, balına üşüşmüşlerdi de o yüzden şeker kamışı gizli kalmıştı.
Dudakları, öyle güzeldi ki adeta mercana, akik’e (Kıymetli taş) benzerdi, inci gibi otuz dişi de bunların arasında parıl-parıl parlardı.

Yıldız bile, yücelikler âleminin ta yücesinden ta yedinci kat gökten onu seyrederdi.

Yüzünü gören he, canı varsa hemen ona peşkeş çekerdi.
Bir çavuş, o ay yüzlü güzel şehzadeye âşık oldu.

Gönlü şaşkın bir hale geldi, aklı yolunu kaybetti.
O dertle bir hayli becelleşti, alt üst oldu.

Kimsecikler, onun halini bilmiyordu.
O sitem çeken zavallı, bir derecede kanlara gark oldu ki dertlerle öldürülen bir adam bile o derecede kanlara gark olmaz.

O sırada padişaha kin güden padişahlardan biri düşmanlığa kalkıştı.
Padişah, düşmana oğlunu gönderdi, aya balık gibi zırh giydirip yolladı.

Şehzade büyük bir orduyla öncü olarak yürüdü.
Ordunun her eri, felek gibi adeta gönül kanına susamıştı.

Savaşa şehzadenin gideceğini duyan çavuş, eline bir at geçirip zırhlar giyerek derhal şehzadenin askerleri arasına karıştı.

Şehzadenin yüzüne hırsızlama bakmakta, her an gözlerinden yaşlar akmakta idi.

Sevgilin yüzünü gizlice göresin.
Ne hoştur o lezzet, ne hoştur o hayat! 

 Yüzü, hırsızlamacasına görebilen sevgiliyi gönülde ve gözde görmek ne mümkündür.

Hâsılı ordular karşılaşıp bir saldırışta iki saf birbirine girince,
Yeryüzü, iki yandan da karardı.

Felek, orduların kopardığı tozdan görünmez oldu.
Nihayet, tersine dönen feleğin zulmüyle öyle bir şehzade tutsak düştü.

Asker kaçtı, şehzade aciz kaldı, o kadar halk arasında bir çavuş kaldı, bir o.
Çavuşu kimse tutmadı ama o, kendisini derde attı.

İkisini de esir edip bir zindana götürdüler.
Bu durum çavuş için sevgili ile buluşma, şehzade için ayrılıktı.

Ayaklarına bukağı (Zincir halka) vurdular, her ikisini de bir yerde hapsettiler.

Oğlan çavuşa:
Sen savaşa ne zaman geldi?
Ben seni bilmiyorum.
Hangi bölüktensin?
Benim askerime katılanlardan mısın yoksa? Diye sordu.

O yolunu yitirmiş çavuş dedi ki:
Ben âlem padişahının aşkına düşmüşüm, nice demdir belki padişahım beni hizmetine kabul eder ümidindeydim, dileğim buydu.

Padişah birden bu sefere düşünce bana da yola düşme gayreti geldi.
Savaşta bir iyice dövüşeyim de belki padişah yanında bahtım yaver olur.

Bu suretle bir ekmek elde eder, ad şan kazanır, ömrümce sürecek bir makama nail olurum, dedim.

Şehzade, onun sözlerini duyunca gamdan azat oldu, sevindi.
Yüce şehzade, bir hayli iltifatlarda bulundu.

Zaten gönlü yanmadaydı, bu iltifatlar yüzünden büsbütün tutuştu!
Çavuşun gönlü, neşeyle öyle bir hale geldi ki sanki yüzlerce âlemin saltanatına nail olmuştu.

Gerçi zindandaydı zavallı ama erliği hiç yere salmıyordu.
Çavuşa, sevdiği ile beraber olunca zindan adeta cennet bahçesiydi.
Şehzade için zindan ayrılıktı.

Şehzadenin dertli babası oğlunu kurtarmak için tekrar savaşa başladı. Zaman geldi barış yaptılar.

 Savaşanlar, savaştığı padişahın kızı ile zindandaki şehzadeyi evlendirme kararı aldılar.

Şehzadeye ay parçası kızı verdiler.
Çavuşa da büyük ihsanlarda bulunuldu.

Şehzade memleketine gelince kırk gün, kırk gece düğün yaptı. Şehzade bir müddet gözükmedi.

Çavuş KISKANÇ lığından kanlar içinde bocalamada, her an başka bir hale girmedeydi.

SEVGİLİYLE YAPAYALNIZ DÜŞÜP KALKMAYA ALIŞAN KİŞİNİN, BÖYLE BİR HALE DÜŞERSE CANI YANMAZ DA NE OLUR.

Şehzade görevinin başına dönünce gönlünde olan ve düşündüğü hep çavuşu huzuruna çağırdı.

Çavuş huzura girip selam verdi.
Fenalaştı yere yıkıldı, aklı başından gitti, kendinden geçti.

Çavuşun yanına gelen şehzade:
Öyle bir hale gelmişsin ki.
Hasta mıydın, yoksa bensiz ciğerlerini mi dağlıyordun?

Çavuş:
Padişahım dedi.
O zindanda iken senden haberim bile yoktu benim.
Fakat şimdi tam kırk gündür ayrılığını çekiyorum.

Gördüm ne fayda.
Bir debdebe, bir tantana içindesin.
Doğudan batıya dek hükmün yürümede.

Ayrılığa düşmemiştim, vuslatına(Beraber olmaya) bir alışmıştım ki, seninleydim hep, hasretine takatim yok. 

Tekrar zindan elbiselerini giyer, bana görünürsen sana talip olabilirim.
Fakat saltanat elbiseleri içinde kalır, hükümdarlık edersen…

Bu sözü söyleyip ölüm haline geldi ve tertemiz ruhunu teslim etti.

 Sen ercesine bir himmete (Çalışma, çabalama, gayret gösterme) sahipsen bütün kâinatın padişahını kendi evinde, kendi yurdunda bulursun.

Fakat Çavuş gibi eteği yaş biriysen himmetindeki zaaf yüzünden derhal ayağın taşa çarpar sürçersin.

(Bencillik ve kıskançlık eden biri düşkünlük, dayanamama ve irade zayıflığı oluşturduğundan işler ve ilişkiler beklenilen ve istenilen şekilde devam edemez.)

(Kıskanç ve bencil biri hatalı isteğinde ve davranışında ısrar eder, yanılgısının farkında değildir, uyarılsa bile dikkate almaz, kurulu olan tüm dengeleri bozarlar.)

Ey yolu gören dost!
Yola düşmüşsen her şeyi padişahın elbisesi (Aldatıcı çekim gücü) gör.
(Üzerindeki elbiseye değil, içindeki kişiye önem ver)

Padişah, yüz binlerce elbise giyse onu tanır, kararsız bir hale gelmezsin.
(Elbise değişir ama içindeki kişi değişmez)

(Kararsız: Değişimler olduğunda ne yapacağını, neyin doğru olduğunu seçeme, uyum sağlayamama durumu)

Yanlış işitme.
Erler gibi sen de şunu bil ki padişah daima elbise değiştirir durur.

Âlem, akla, karayla dolsa hepsine de padişahın elbisesi bil.
İki cihan da tek bir elbiseye benzer.

Bir gör, şaşılık (Biri iki görme) muğların (Ateşe tapanların ) düştükleri şirktir (Allahtan başka Tanrı düzeyinde severek bağlandıkları, değer verdikleri).

Padişahın hazinede birçok elbisesi vardır.
(Değişik görünür)
Elbiseyi görme, tek padişahı gör.

Oradan zahiri bir nişaneye malik (Dış görünüşün sırrını gören) olan, ebediyen batına (Esasa, öze, manaya, görünmeyen sırra) erişemez, iç yüzden mahrum kalır.

Gönülleri Tanrı feyziyle (Çoğalan ve artan aydınlığıyla) dirilmiş olanlar, ahret gözüyle (Geleceğe yönelik) bakarlar.

Çünkü baş gözün, görünen suretlere takılır kalır.
Bir kıl ucu kadar olsun nakıştan kurtulup nakkaşı göremez.
(Yapılan görseli görür, onu yapan ustayı göremez)

Fakat işe bak ki nakkaş da daima nakşı (Perde kor, gizler) örter.
Sanatı, hüneri budur.

Yüzünün sayısız güzellikleri vardır.
Yüzünün ışığı, yüzüne perde kesilmiştir.

Güneşin güzelliği apaçıktır ama yüzünün nuru, kimseyi ona yaklaştırmayan bir çavuştur, bir yasakçıdır.

Bütün âlem, çekilmiş bir kılıç olsa yine can gözü açık olanlar, padişaha yol bulurlar.

Önde, arda gördüğün şeylerin hepsinden, hatta kendisinden geçmek gerek.
Senin kılıçla, ordunun savaşı ve gürültüsüyle ne işin var?

Hepsinden geç de padişahtan başka bir şeye bakma.

Gözünden nakış kalktı mı (Görünüşe ilgi ve değer verme), hiçbir şeyle mukayyet olmayan mutlak nakkaş İşleyen usta, sanatçı), sana yakınlığını ihsan eder.
 
                                   ***
 İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.EB. YAY.392

                                    *
Dış görünüşüyle aldanan, içine ulaşamaz, iç yüzden mahrum kalır.

Gönülleri Allah aydınlığı ile aydın olanlar, gönül gözüyle bakarlar. Böyle bir gözün olursa gelecek için bakarsın.

Baş gözün görünen suretlere takılır kalırsa bunları yapanı göremezsin. Fakat bunları yapanın huyu yapıp gizlenmektir.

Yaptığı o kadar çok ve güzellik vardır ki, bu güzelliklerin ışığı sana perde olur, yüzünü göremezsin.

Gönül gözü açık olanlar padişaha yol bulurlar.
Yol bulmak için önde, arkada ne varsa gördüğün şeylerin hepsinden geç. Hatta kendinden geçmek gerek.

Hepsinden geç de padişahtan (Allah’tan) başka bir şeye bakma.

Gözünden dünya işlemeleri değersizleştiği zaman, hiçbir şeye bağlı olmayan bu işlemeleri yapan sana yakınlaşman için yol verir.

Baş gözü:
Akıl beş duygu ile çalışır.
Ama en çok görme duygusu ile işbirliği yapar, inandırıcı kayıtlar, görmekle tereddütsüz duruma getirilir.

Görme olmadan tam inanç sağlanmaz.
Ne kadar deneme yanılma yapsan da gözle görmedikten sonra tam inanmazsın.

Görmek:
Akıl tarafından tüm boyutlarıyla algılanmak demektir.
(Büyüklük-küçüklük, ağır-hafif, uzun-kısa, renk, yarar-zarar, zaman) Yani anlamaktır.

ANLAMADIĞIN BİR ŞEYİ GÖRDÜM DİYEMEZSİN.

Bakmak:
Detaylara inilmeden hoşlanma duygusunu veya merakı gidermek için kısa süreli görmektir.

 Görmek için göz ve ışık gereklidir.
Gördüğümüz zaman akıl işlem yapar.
Benzeri olanlarla ilişkilendirir.

Önemine göre detaya girer ve lazım olduğunda uyarı sağlasın ve kullanılsın diye hazır bulundurur.

Baş gözüyle kullandığın cüzi (parça) akıldır.
Genelde nefis dediğimiz istekleri bildiren ile çalışır.

Külli (bütün) akıl:
Ruh, can, kalp ile gelen görüntüleri değerlendirir.
Bu durumda nur ışığı ile görme sağlanır.

Külli akıl değerlendirerek cüzi akıla bildirir.
Cüzi akıl pek azını anlar.

Bu durumda kişinin gönlü katışıksız arı ise net görür, istekler ve kendini meşgul eden dünyaya ait olayların içinde ise net göremez.

Bir şeyler gördüm ama unuttum der.

Gönül gözü:
Bütün akıldan görüntüleri nur aydınlatması ile görür ve değerlendirir. Daha çok detaylı anlatmaya izin yok.

Ancak yarenler şu kadarını bilmeliler ki ve şu soruyu daima kendilerine sormalılar ki BU SÖZÜMÜN, BU DAVRANIŞIMIN SONUCUNDA NE OLUR.

Bu soru gönül gözünün varlığını ispat ettiği gibi, senin içinde hazır olan bu kuvvetle tanışır beraber çok güzel işler yaparsın.

                                        *

RAVLİ YOL
RAVLİ GÖNÜL GÖZÜ
RAVLİ OLDUĞU GİBİ GÖRMEK yazıp Googleden okumalısın.

                                          *
 RAVLİ

 
 

Popüler Yayınlar