Gürgen’de ileriyi görür,
güzel huylu, pak dinli bir padişah vardı.
Tabiatı güzel, kadir kıymet
bilir bir zat olduğundan Fahreddin-i Gürgani, huzuruna gider gelirdi.
Ona methiyeler (övgü) yazılar yazar, okur, Padişah da Fahrettin’e pek
hürmet eder, pek onu iyi tutardı.
Padişahın güzel bir de güzel
kölesi vardı ki Yusuf gibi güzellikte tekti.
Fahrettin onu görünce âşık
oldu.
İki yanına saldığı zülüfleri,
adeta miskten yapılma iki balıktı.
Ne diyeyim.Sanki Çin ülkesinde iki Hintli köleydi onlar.
Yüzü aya benzerdi, zülfü
balığa.
Balıktan aya kadar her şeye
hüküm yürütür bir padişahtı o.
Bir göz, kaşını görseydi
derhal nazara uğrar, kaşı gibi iki büklüm olurdu.
İki nergis gözü, kirpikleri
yüzünden dikenlerle bir evde oturmadaydı.
Dudakları, bir nar tanesinin
iki kız kardeşiydi.
Tatlı dudağında öyle bir
şeker vardı ki şekerkamışı dudağının önünde kemer bağlamış, ona hizmetkâr
kesilmişti.
Ağzı iğne güzünden de dardı.
O yüzden gözün, ağzından
haberi yoktu.
O yüce padişah, günlerden bir
gün orduyu çağırdı.
Törene başladı.
Fahreddin de o gün sevinçli
bir halde huzurdaydı.
Derken o âlemi aydınlatan
köle, içeriye girdi.
Nerde bir can varsa
güzelliği, onun yolunu kesmedeydi.
Öyle bir tatlıydı ki bütün
âleme şekerler saçmadaydı.
Binlerce canı kirpiğiyle
avlamıştı.
Her kılıyla yüzlerce can
kapmıştı o.
Zülfünün kemendi, yerlere
düşmüş dudaklardan çıkan fertadı figan, göklere çıkmıştı.
Onun yüzünü görünce
Fahreddin’in işi bitti.
Bütün hayatı, elinden çıktı.Gönlünü ona verdi gitti.
Padişah durumu çaktı, fakat anladığını açmadı.
Meclistekiler sarhoş olup ayaktan düştüler.
Fahrettin hem şarapla hem de sevgilisinin yüzünden iki kat sarhoş oldu.
Fahreddin o mecliste hem
şarapla, hem de sevgilisinin cemaliyle iki kat sarhoş olmuştu.
Canı, ateş deryası içinde
öyle bir dalgalanıyordu ki.
Adeta o güzelin başı ucunda
ruhu, yanmak üzereydi.
O, coşkun topluluk içinde
yanıp yakıldığı halde bir mum gibi yine de kendi kendisini korumakta, için-için
erimekteydi.
Gürgan padişahı Fahreddin’i, gönlü aşkla ateş
arasında kalmış görünce kölesini derhal ona bağışladı.
Fahrettin öyle sevindi ki söz
söyleyemez oldu.
Aşkın verdiği hararetle yüce
padişahtan utanmasından, şaşılacak bir şey, bir anda yüzlerce renge giriyordu.
Padişah, ne oldu sana, dedi,
neden böyle bitiyor, ölüyorsun?
Senin kölen bu, elinden tut
götür.
Fahrettin ve köle, ikisi de sevinçle meclisten
dışarı çıktılar.
Fahrettin’in kendisinden
geçmişti.
Sarhoştu ama işin sonunu
düşünen aklı yine kendisine yâr oldu.
Padişahın meclisinde büyük
kişiler vardı.Hepsi de iyiyi, kötüyü bilirdi.
Onlara dedi ki:
Bu gece padişah sarhoş! Bu köle de şarap içti.
Adeta yıkılmış, kendinden
geçmiş bir halde.
Bu köleyi tutar, padişah
kapısından alıp evime götürür, sabaha kadar orada kalırsam, belki padişah
yaptığından pişman olur.
Yaptığını unutması da
mümkündür, kıskançlıktan kanının kaynaması da mümkün.
Köle benim yurdumda olduktan
sonra ne kadar özür getirsem beyhudedir.
Töhmetle suçsuz olarak kanımı
dökebilir, beni yoldaki köpeklerin önüne atabilir.
Bana, a bilgisiz, bilmez misin
ki sarhoş akıllıca konuşmaz.
Neden bir gececik olsun,
sabaha kadar sabredip kutlu padişahın ayılmasını beklemedin diyebilir.
Ben şimdi onu götüreceğim.
Çünkü padişah sarhoş, ileride
başıma ne gelecek? Bilmiyorum.
Meclistekilerin hepsi de
düşüncen doğru.
Bu gece padişahın yanında
kalsın, burada yatsın dediler.
O ulu padişahın tahtının
altında taştan yapılmış sağlam bir serdap (Yer odası)
vardı.
Serdapta on kat ipek
kumaşlarla örtülmüş güzel bir taht vardı.
Köleyi, o topluluğun gözü
önünde oraya götürüp yatırdı.Yanına da iki üç mum dikti.
Orada izzetle ikballe iki mum
yaktı, kendisi dışarı çıktı.
Çıktı ama mum gibi de yanıp
yakılıyordu.
Fahreddin-i Gürgani, o ulu
kişilerin gözleri önünde serdabın kapısını kapadı.
Anahtarı da onlara vererek
serdabın kapısı önünde gönüller aydınlatan aşkıyla yatıp sabahladı.
Ertesi gün padişah meclise
gelip oturunca Fahrettin karşısında durdu. Büyükler Fahrettin’in tedbirli
hareketini anlatıp odanın anahtarını padişahın önüne koydular.
Padişah dedi ki:
Edebe tamamıyla riayet etmiş
kölem onun malıdır, ona bağışladım.Fahrettin pek sevindi, neşesinden gönlü yalımlaşıyordu (Ateş gibi yanma) adeta.
Hâsılı odanın kapısını açtı,
gözlerinden kanlı yaşlar saçtı.
Fakat bir de ne görsün?
O ay yüzlü dilber berbat bir
hale gelmiş, baştan ayağa kadar kömür olmuş.
Meğerse mumdan bir ateş
sıçramış, o peri gibi güzel kölenin yatağına düşmüş.
Onu baştanbaşa yakmış ne
elbise kalmış, ne taht!
Şarabın ve uykunun
sarhoşluğuyla yakıcı ateşlere batıp gitmiş!
Sevgilisinin yüzünü o halde
görünce gözüne bütün dünya ateş göründü.
Sevgilisi ateşe düşmüş
olduğundan onun işi de ateşlere yanmaktı.
Deli divane oldu.
Ben nasıl söyleyeyim?Adına bir hayli divanelikler kaydedildi sanki.
O çılgınlıkla çöllere düştü.
Felek gibi gece gündüz
dolaşmaya koyuldu.
Aşk, haddini aşıp derdiyle
baş başa kalınca ‘Viyse ve Ramin’ hikâyesini
vird edindi.
Hikâyeyi Viyse ve Ramin adına
yazıyordu ama orada kendi derdini döküp durmaktaydı.
Yazıda gece gündüz söyleyip
dolaşır, topraklara, kanlara bulanır yatar kalkardı.
Bu yolda başına bir iş çatmamış da âşıkların sırrını
bilmiyorsun.
Aşığın ne işte olduğunu ne
bilirsin sen?
Onun secde ettiği yer, darağacının yücesidir.
Önce kanınla
yıkanmalısın ki o secdegâh önüne gelsin.
***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR
M.EB. YAY.392
***
Bilinmeyen, tanınmayan, bilinen ve tanınan üzerinden anlatılır.
Bu hikâyeler üstünden aşk anlatılmaya çalışıyor.
Aşk cinsellikle başlar, bir
müddet beraber gider, sonra yollar ayrılır.
Allah’a giden yol
yaratılanlardan birini sevmek üzerinden anlatılır. Sadece yaratılanı sevmek
şirk olur.
Yani görünen güzel sevgilinin
ile içindeki onu yaratan sevgili olan Allah sevilir.
Bu gönülden açılan aşk yolunu
bilmezsen mahvolursun.
Yaratılanı da yaradılıştan
olan güzelliğini seversin, böylece iç güzelliğe yol bulursun.Anlayışı az olanlar bu açıklamayı bile anlayamazlar.
Allah’a giden doğru yol, sevda ile olur.
Sevdan yoksa hemen elde
edemeyişin yüzünden bıkar geri dönersin.
Sevdan yoksa biraz fikir
sahibi olur, geri dönersin.
Sevdan yoksa nereye vardığını
bilmediğinin yollarda oyalanır durursun.
Âşık, kendi can derdine
düşerse sevdiğini mahveder
Aşkın bedeli vardır.
Bedava aşk bulamazsın.
Aşkta sarhoşluk vardır ama bu
içki sarhoşluğu değildir.
Şekil gözlerden kaybolup
gider ama gönüldeki acı ebedidir.
*
RAVLİ