14 Aralık 2012 Cuma

SEVDİĞİNDEN BAŞKA BİR ŞEYİ ÖNEMSEME

Fahrettin Gürgani ile Padişahın kölesi 38
Gürgen’de ileriyi görür, güzel huylu, pak dinli bir padişah vardı.
Tabiatı güzel, kadir kıymet bilir bir zat olduğundan Fahreddin-i Gürgani, huzuruna gider gelirdi.

Ona methiyeler (övgü) yazılar yazar, okur, Padişah da Fahrettin’e pek hürmet eder, pek onu iyi tutardı.

Padişahın güzel bir de güzel kölesi vardı ki Yusuf gibi güzellikte tekti.
Fahrettin onu görünce âşık oldu.

İki yanına saldığı zülüfleri, adeta miskten yapılma iki balıktı.
Ne diyeyim.
Sanki Çin ülkesinde iki Hintli köleydi onlar.

Yüzü aya benzerdi, zülfü balığa.
Balıktan aya kadar her şeye hüküm yürütür bir padişahtı o.

Bir göz, kaşını görseydi derhal nazara uğrar, kaşı gibi iki büklüm olurdu.
İki nergis gözü, kirpikleri yüzünden dikenlerle bir evde oturmadaydı.

Dudakları, bir nar tanesinin iki kız kardeşiydi.
Tatlı dudağında öyle bir şeker vardı ki şekerkamışı dudağının önünde kemer bağlamış, ona hizmetkâr kesilmişti.

Ağzı iğne güzünden de dardı.
O yüzden gözün, ağzından haberi yoktu.

O yüce padişah, günlerden bir gün orduyu çağırdı.
Törene başladı.

Fahreddin de o gün sevinçli bir halde huzurdaydı.
Derken o âlemi aydınlatan köle, içeriye girdi.

Nerde bir can varsa güzelliği, onun yolunu kesmedeydi.
Öyle bir tatlıydı ki bütün âleme şekerler saçmadaydı.

Binlerce canı kirpiğiyle avlamıştı.
Her kılıyla yüzlerce can kapmıştı o.

Zülfünün kemendi, yerlere düşmüş dudaklardan çıkan fertadı figan, göklere çıkmıştı.

Onun yüzünü görünce Fahreddin’in işi bitti.
Bütün hayatı, elinden çıktı.
Gönlünü ona verdi gitti.

 Fakat padişahın korkusundan ay gibi yüzüne bakamıyordu ki
Aklı başından gitmişti ama akıllı davranmaya çalışıyor, erlikte gözünü koruyor on bakmaya uğraşıyordu.
Padişah durumu çaktı, fakat anladığını açmadı.

Meclistekiler sarhoş olup ayaktan düştüler.
Fahrettin hem şarapla hem de sevgilisinin yüzünden iki kat sarhoş oldu.

Fahreddin o mecliste hem şarapla, hem de sevgilisinin cemaliyle iki kat sarhoş olmuştu.

Canı, ateş deryası içinde öyle bir dalgalanıyordu ki.
Adeta o güzelin başı ucunda ruhu, yanmak üzereydi.

O, coşkun topluluk içinde yanıp yakıldığı halde bir mum gibi yine de kendi kendisini korumakta, için-için erimekteydi.

 Gürgan padişahı Fahreddin’i, gönlü aşkla ateş arasında kalmış görünce kölesini derhal ona bağışladı.

Fahrettin öyle sevindi ki söz söyleyemez oldu.
Aşkın verdiği hararetle yüce padişahtan utanmasından, şaşılacak bir şey, bir anda yüzlerce renge giriyordu.

Padişah, ne oldu sana, dedi, neden böyle bitiyor, ölüyorsun?
Senin kölen bu, elinden tut götür.

 Fahrettin ve köle, ikisi de sevinçle meclisten dışarı çıktılar.
Fahrettin’in kendisinden geçmişti.

Sarhoştu ama işin sonunu düşünen aklı yine kendisine yâr oldu.
Padişahın meclisinde büyük kişiler vardı.
Hepsi de iyiyi, kötüyü bilirdi.

Onlara dedi ki:
Bu gece padişah sarhoş!
Bu köle de şarap içti.

Adeta yıkılmış, kendinden geçmiş bir halde.
Bu köleyi tutar, padişah kapısından alıp evime götürür, sabaha kadar orada kalırsam, belki padişah yaptığından pişman olur.

Yaptığını unutması da mümkündür, kıskançlıktan kanının kaynaması da mümkün.

Köle benim yurdumda olduktan sonra ne kadar özür getirsem beyhudedir.
Töhmetle suçsuz olarak kanımı dökebilir, beni yoldaki köpeklerin önüne atabilir.

Bana, a bilgisiz, bilmez misin ki sarhoş akıllıca konuşmaz.
Neden bir gececik olsun, sabaha kadar sabredip kutlu padişahın ayılmasını beklemedin diyebilir.

Ben şimdi onu götüreceğim.
Çünkü padişah sarhoş, ileride başıma ne gelecek? Bilmiyorum.

Meclistekilerin hepsi de düşüncen doğru.
Bu gece padişahın yanında kalsın, burada yatsın dediler.

O ulu padişahın tahtının altında taştan yapılmış sağlam bir serdap (Yer odası) vardı.

Serdapta on kat ipek kumaşlarla örtülmüş güzel bir taht vardı.
Köleyi, o topluluğun gözü önünde oraya götürüp yatırdı.
Yanına da iki üç mum dikti.

Orada izzetle ikballe iki mum yaktı, kendisi dışarı çıktı.
Çıktı ama mum gibi de yanıp yakılıyordu.

Fahreddin-i Gürgani, o ulu kişilerin gözleri önünde serdabın kapısını kapadı.

Anahtarı da onlara vererek serdabın kapısı önünde gönüller aydınlatan aşkıyla yatıp sabahladı.

Ertesi gün padişah meclise gelip oturunca Fahrettin karşısında durdu. Büyükler Fahrettin’in tedbirli hareketini anlatıp odanın anahtarını padişahın önüne koydular.

Padişah dedi ki:
Edebe tamamıyla riayet etmiş kölem onun malıdır, ona bağışladım.
Fahrettin pek sevindi, neşesinden gönlü yalımlaşıyordu (Ateş gibi yanma) adeta.

Hâsılı odanın kapısını açtı, gözlerinden kanlı yaşlar saçtı.
Fakat bir de ne görsün?

O ay yüzlü dilber berbat bir hale gelmiş, baştan ayağa kadar kömür olmuş.
Meğerse mumdan bir ateş sıçramış, o peri gibi güzel kölenin yatağına düşmüş.

Onu baştanbaşa yakmış ne elbise kalmış, ne taht!
Şarabın ve uykunun sarhoşluğuyla yakıcı ateşlere batıp gitmiş!

Sevgilisinin yüzünü o halde görünce gözüne bütün dünya ateş göründü.
Sevgilisi ateşe düşmüş olduğundan onun işi de ateşlere yanmaktı.

Deli divane oldu.
Ben nasıl söyleyeyim?
Adına bir hayli divanelikler kaydedildi sanki.

O çılgınlıkla çöllere düştü.
Felek gibi gece gündüz dolaşmaya koyuldu.

Aşk, haddini aşıp derdiyle baş başa kalınca ‘Viyse ve Ramin’ hikâyesini vird edindi.

Hikâyeyi Viyse ve Ramin adına yazıyordu ama orada kendi derdini döküp durmaktaydı.

Yazıda gece gündüz söyleyip dolaşır, topraklara, kanlara bulanır yatar kalkardı.

Bu yolda başına bir iş çatmamış da âşıkların sırrını bilmiyorsun.
Aşığın ne işte olduğunu ne bilirsin sen?

Onun secde ettiği yer, darağacının yücesidir.
Önce kanınla yıkanmalısın ki o secdegâh önüne gelsin.

                                  ***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.EB. YAY.392                                                                                            
                                    ***
Bilinmeyen, tanınmayan, bilinen ve tanınan üzerinden anlatılır.
Bu hikâyeler üstünden aşk anlatılmaya çalışıyor.

Aşk cinsellikle başlar, bir müddet beraber gider, sonra yollar ayrılır.

Allah’a giden yol yaratılanlardan birini sevmek üzerinden anlatılır. Sadece yaratılanı sevmek şirk olur.

Yani görünen güzel sevgilinin ile içindeki onu yaratan sevgili olan Allah sevilir.

Bu gönülden açılan aşk yolunu bilmezsen mahvolursun.
Yaratılanı da yaradılıştan olan güzelliğini seversin, böylece iç güzelliğe yol bulursun.

Anlayışı az olanlar bu açıklamayı bile anlayamazlar.
Allah’a giden doğru yol, sevda ile olur.

Sevdan yoksa hemen elde edemeyişin yüzünden bıkar geri dönersin.
Sevdan yoksa biraz fikir sahibi olur, geri dönersin.

Sevdan yoksa nereye vardığını bilmediğinin yollarda oyalanır durursun.
Âşık, kendi can derdine düşerse sevdiğini mahveder

Aşkın bedeli vardır.
Bedava aşk bulamazsın.

Aşkta sarhoşluk vardır ama bu içki sarhoşluğu değildir.
Şekil gözlerden kaybolup gider ama gönüldeki acı ebedidir.

                                          *
 RAVLİ
 

Popüler Yayınlar