Hindistan’da adamın birinin
bir çocuğu vardı.
Yaşı küçüktü ama aklı pek
fazlaydı.
Bilgi tahsil etmiş, bu yüzden
herkesten üstündü.
Her bilgide üstündü ama
yıldız bilgisini severdi.
O ülkede herkes Çinlilerin
padişahından bahsetmede, kızının güzelliğini söylemekteydi.
Çocuk birdenbire o güzelin
fitnesine tutuldu (bu anlatımlardan etkilenerek âşık
oldu).
Zaten periye pek çabuk âşık
olunur.
Uzak bir şehirde hâkim (Bilgiye egemen) vardı.
Bilgi ve tıp ilimlerinde
meşhurdu.
Fakat kimseyi yanına almaz,
evinde hiç kimseyle düşüp kakmazdı. Bilgisini kimse elde etmesin diye yalnız
oturur öylece vakit geçirirdi.
Çocuk bir gün babasına dedi
ki:
Bu o gönüller parlata
ihtiyarın huzuruna götür.Onun yanına peri padişahıyla kızı geliyormuş diyorlar.
Gönlüm onu görmek istiyor.
Belki orada sevgilimin yüzünü
görürüm de, her bilgiyi elde eder, her ilimden haberdar olurum.
Dünya halkı gibi murdar (Kirli, pis) bir halde ölmem.
Babası dedi ki:
Onun ne karısı var, ne oğlu
var.Bir bölük halk onu görmek istiyor ama o kimseye kapısını açmıyor ki.
Senin gibi birçokları ona arzu çekmede.
Fakat o, birisini yanına alırsa bilgisine, hikmetine sahip olur diye korkuyor.
Çocuk:
Ben oraya bir girip
kapılansam bu işin hilesini bulurum ama dedi.
Hâsılı çocuk, babasıyla
beraber yola düştü.
Yolda, babasına düşündüğü
hileyi açtı.
Sen dedi o Hintli hâkime git.
Huzuruna çık.Gönlündeki kini bırak, merhametli ol, yumuşak davran.
Bir çocuğum var, hem sağır, hem dilsiz.
Halim, vaktim yerinde değil.
Yok, yoksul bir adamım.
Ahirette sevap kazanırsın.
Benden bu çocuğu al, böyle bir yükten kurtar beni.
Senin tapında zamanlarca
hizmet etsin, hizmetinde vakit geçirsin.
Ne emredersen yapar.Gâh ateşi yakar, gâh su getirir, hürmetle döşeğini serer.
Dışarı çıkarsan kapını kapar,
evini korur.
Yüzlerce hizmetine bakar
durur.
Pek akıllı, pek fikirlidir.
Yalnız dilsizdir.Ne olursa olsun, beni ümitsiz bir halde çevirme.
Böyle bir çocuk, bir iş
başarmaya kalksa bile başaramaz.
Varlığıyla yokluğu zaten
müsavi (Eşit) de.
Babası, hâkimin yanına geldi.
Bir hayli söyledi.Nihayet hâkim çocuğu kabul etti.
Onun sahiden sağır ve dilsiz
olup olmadığını sınadı.
Ona bayıltıcı bir ilaç verdi.
Çocuk ilacı içince kendinden
geçti, yerlere serildi.
Üstat, birisini tedavi etmek
üzere dışarı çıktı.
Çıkar çıkmaz çocuk hemen
yerinden sıçradı.
Bunun sınama olduğunu anlayıp
kendisini uyku sarhoşu gösterdi.
Üstat gidince sıçrayıp
kalktı.
Evin çevresinde yel gibi
dönüp dolaşmaya başladı.
Hâkim işine gitmişti.
Çocuk da ilaç tesir etmesin
diye koşmakta, dönüp dolaşmaktaydı.
Üstat gelip kapıyı açınca
çocuk, tekrar yattığı yere serilip kendisini uyur gösterdi.
Uyku arasında horlamada, uyuyan adam gibi sesler çıkarmadaydı.
Fakat ne sarhoştu, ne baygın.
Üstat gelip yerine oturunca
çocuğun ayağına kuvvetli bir sopa indirdi.
Çocuk yerinden sıçrayıp
tekrar yıkıldı.
İnledi, dilsizler gibi feryat
etti.
Ağzından bu çeşit sesler
çıkarmakla dilsizliğini anlatmış oldu adeta.
Hilebaz üstat, onu sınayıp
hem sağır, hem dilsiz olduğuna iyice inandı!
Sözü uzatmayalım, gece gündüz
bu hileyle çocuk, tam on yıl üstadın yanında kaldı.
Üstat evden çıkınca onun
kitabını alır, baştan sona kadar ezberlerdi. Üstat evdeyken birçok ilimlerden
bahsederdi.
O da kulak kesilir, dinler,
beller, o sözleri ezber eder, inlediklerini ezberler, bilgin evden gittiği
zaman yazardı.
Her bilgide öyle bir üstat
oldu ki artık hocasına ihtiyacı kalmadı.
Evdeki bir sandık vardı.
Üstadı, onu perde altında
saklardı.Ne kilidini açardı, ne de sandığı kimseye gösterirdi.
Çocuk, kendi kendisine
aradığım şey mutlaka o sandığın içinde derdi.
Fakat onu açmaya kudreti
yoktu, hele sabır gerek diyordu.
O sıralarda, Padişahın
şehzadesi hastalandı.
Saraydan o meşhur hâkime bir
adam geldi.
Şehzadenin başında bir şey
var, bu yüzden ayaktan kaldı zavallı.
Canlı bir şeymiş gibi arada
bir oynamada, kimse ne olduğunu bilmiyor.
Bilseniz-bilseniz siz yüce
üstadımız bilir, anlarsınız.
Siz de derdine derman
olamazsanız şehzade inleye-inleye ölüp gidecek, dedi.
Çocuk bu illet nedir
bilmiyordu.
Üstadı yola düşünce o da bir
çarşafa bürünüp ardına düştü. Bu suretle saraya girmeyi başardı.
Üstat, padişahın huzuruna
varınca çocuk da yüksekcik bir yerde durup dikkat kesildi.
Şehzadenin başında bir ur,
urun içinde de canlı bir hayvan vardı.
Üstat urun üstündeki tüyleri
yoldu.
Orada yengece benzer bir
hayvan hareket edip durmaktaydı.
Deriyi de yardı.
Hayvan, ayağını iç deriye
daldırdı.
Hâkim hemen bir alet getirdi,
o hayvanı derinin içinden bu demir aletle çıkarmaya uğraşıyordu.
Fakat demiri içeriye soktukça
hayvan da pençesini daha içeriye sokuyordu.
Şehzade, onun pençesinin
acısıyla feryat edip duruyordu.
Çocuk, bütün bunları o
yüksekçik yerden görmekteydi.
Nihayet sabredemedi:
Ey âlemin üstadı diye
bağırdı, o demirle hayvanı büsbütün oraya yapıştırıyorsun.
Orayı dağlarsan hayvan
pençelerini başından çekiverir.
Üstat işi anlar anlamaz
derdinden can verdi.
Öbür âleme gitti.
Adam ölünce çocuğu
çağırdılar, onun yerine geçirdiler, hürmette bulundular.
Çocuk dağlama suretiyle o
canavarı oradan çıkardı, yaraya da mehlem koydu.
Şehzadeyi iyileştirdi, adını Hintçe
“Sertapek” adını verdiler.
Birçok altınlar, elbiseler
ihsan ettiler, onu üstadın makamına geçirdiler.
Çocuk eve gelip sandığı açtı.
Orada sevgilisinin resmini
buldu.
Yıldız ilmine ait olan kitabı
tamamıyla okudu, o ülkenin üstadı kesildi.
Sonunda o gönüller aydınlatan sevgilinin
arzusu ile gece gündüz, bir an bile sabrı, kararı kalmadı.
Yere bir daire çizip ortasına
oturdu.
Okumaya koyuldu.
Tam kırk gün azimet (İrade gücünün dışına çıkaran dualar) okudu.
Kırk gün sonra gönüller
parlatan peri kızı göründü.
Öyle bir güzeldi ki övmeye
imkân yok.
Övmeye koyulan dilsiz kalır.
Ne söyleyeyim ben?
Tavsifi (Vasıflarını söylemek, bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir
şey olduğunu anlatmak, vasıflandırmak) mümkün değil.
Sertapek, onu baştan aşağıya
kadar süzünce güzelliği, gönlüne nakşoldu.
Can ve gönülden aşkına
tutuldu.
Bu hale şaşırıp kaldı:
Ey ay yüzlü, dedi, nasıl oldu
da gönlüme girdin sen.
Gönülleri aydınlatan ay cevap
verdi:
“Ben
daha ilk günden beri seninleyim.”
Ben senin nefsinim,
sen kendini arıyorsun.
Neden aklın bu
görüşe sahip değil, neden kör bıraktın onu?
Nefsini bir
görürsen bütün âlem sen kesilirsin.
Dışarıda da
hem dem (sıkı fıkı arkadaş) olursun içeride de.”
Sertapek dedi ki:
Biliriz, nefis, yılandır,
köpektir,O şom (uğursuzdur) nesne hınzırdır (Yaramaz, haylaz), dediler.
Hâlbuki sen, yeryüzünün de
güzelisin, gökyüzünün de.
Bu güzellikle nefse (Nefsin güzel yüzüne) benzemiyorsun sen.
Peri dedi ki:
Emmare (Emreden nefis) olursam hınzırdan (Yaramaz, haylaz), köpekten yüz kere beterim.
Fakat gönlü mutmaine (Kanmış nefis) oldum mu artık kimse bana bir naz
gülmesin.
(doymazlık
yapmayan, verilene sevinçle razı olan, başına gelenleri kolayca kabul edip
sıkıntı oluşturmayan)
Nefsi mutmainne olunca (kanmış nefis) Allah’tan ‘Geri
dön, gel bana“ sesi gelir.
Ey tek er!
Şimdi ben senin nefsinim.
Fakat şeytanın izine düştün
mü, iman ehli, bana emmare (Kanmış) derler.
Meğerki şeytanın Müslüman
ola.
Bu âlemde birinin
şeytanı Müslüman oldu mu işleri, burada düzene girer.
O İSTEKLİ ER DE BUNCA ZAHMET
ÇEKTİKTEN SONRA, RUHU, NEFSİNE ÜSTÜN OLDU.
Sevgiliden can
sırrını dileyen, bu yolda çok zahmet çeker.
OĞUL! ŞİMDİ BİRŞEYLER
ARIYORSUN YA, ARADIKLARININ HEPSİ SENDE. HÂLBUKİ SEN TEMBELLİK EDİP DURMADASIN.
Allah işlerinde erce
davranırsan her şey sen olursun, onunla aynı eve girer, aynı yerde oturursun.
Sen kendinde değilsin, ansızın kendini kaybetmişsin, bu yolda kendini arıyorsun.
Sevgili, pak (Temiz, arık,
hilesiz, kutsal, muhabbet) gönüldedir de onun için vatan sevgisi, pak imandır.
***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR
M.EB. YAY. 392
*
Nefs-i mütefekkir: Ego, ruh ve bedenden oluşan benlik.
Nefs-i ammare:
(çok zorlayan nefis): İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis,(öfke,
hırs, şehvet ve benzeri haller).
Dünyaya ve ahrete insanı isteklerle bağlayan
hoşlanma duygusunu veren, ihtiyaç bildirendir.
Nefs-i levvamme (azap verici, kınayıcı nefis):
Kötülükten sonra içe huzursuzluk, rahatsızlık veren nefistir.(lekeleyici nefistir,
Birinin aleyhinde
bulunmak, aşağı görmek, öfke, hırs, şehvet ve benzerlerini yapmamak, fakat
yapanları ayıplamak, onlardan nefret etmek)
Nefs-i marziye:
Başkaları tarafından beğenilme hali.
(kendinden
razı olandan herkes de razı olur. Kimseyi incitmez, herkes ondan razı olur)
Nefs-i mutmaine:
İyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi
Allah’a yaklaştıran kuvvet.
Nefs-i mülhime:
İlham verici nefis.( fakir,
masum, perişan birine yardımda bulunmak)
Nefs-i natıka:
İnsan ruhu, insanın canlılar arasındaki yerini belli
eden cevher. İnsanın maneviyatıdır. İnsan ( maneviyat+ idrak + marifetle) Allah’ı bulur.
*
RAVLİ NEFS yaz diğer bu konudaki yazılanları okumalısın.
RAVLİ