30 Aralık 2012 Pazar

ŞEMSİ TEBRİZİ 33

Ahmağın biri daima karları toplar, getirir su içinde saklardı.
Eğer kalırsa, ondan şu ciheti soracaktı:

Sen niçin bize benzemiyorsun?
Her ikimiz de aynı asıldanız yani sen cisimsin, ben ruhum yahut ben cisim sen de ruhsun demedin!

Başka biri bunu ben söyleyeyim, dedi. Allah, Peygamberine niçin "De ki, ben tek ve eşsiz Allah'ım" demedi de, şu hitapta bulundu:

"Ey resulüm söyle ki, O yani görünmeyen Allah, eşsiz ve tek olan Allah’tır." (ihlâs suresi, 1)

Çünkü dedi ama bu çünkü kelimesi peltek idi; Samet, içi boş karınsız demektir.

Karnı boş olan, olmayana delâlet eder ki, o da, Samet ulu Allah’dır. Bu onun eşidir, o da bunun eşidir.

Nasıl ki, kendisi sayıdan olmayan Ahad'de bu sayıların delilidir.
Yani sayısızlık da sayının delilidir.

Şimdi tekrar, "Nefsini bilen rabbini de bilir," sözüne gelelim.
Nefiste şüphe vardır, buna batmıştır

Koca-karıların âdetini koruyun!
Yani ey sen, her şey sen! Der.

Mademki her şey diyor koca-karı da bu her şey kavramına girer.
Şu halde bu sözü söylemek "Ben Hakkım" demekten daha iyidir.

Hakka ermiş olsan da, Hakkın hakikatine, iç yüzüne eremezsin, eğer hakkın hakikatinden haberin olsaydı "Ben Hakkım" demezdin.

Yani mürşidimiz (Yol gösteren, yolu aydınlatan) ve elimizden tutan kılavuzumuz diyor ki:

Koca-karıların âdetini koruyun sözünü bir koca-karıdan öğren.

Başka bir delil de Allah’ın varlığı hakkında onların sadece "Allah vardır," demeleridir, iyi bir öğütçülük ediyorsun ama ötekinin elinde de uzun bir ney var, iş o tarafta.

Menekşe filizlenmedikçe kokusu dışarı çıkmaz, ama yine menekşenin işini görürler.
Menekşeler öldükten sonra ırmak kenarında şarap içmenin ne tadı olur!

Beyit: (M. 320)
Senin güzelliğin belâ tuzağında bizi avlayan bir danedir.
O öyle bir mumdur ki, hep bizim pervanemizi yakar.

Ey sevgili senin zülfünün zincirini şundan dolayı seviyorum ki

O bizim divane gönlümüzün ayağına yaraşır.
Tozlar yatışınca altındaki at mıdır, eşek midir göreceksin.

Şeyhin biri dedi ki:
Yüz tane has müridim var ki açlıktan ölsem hiç biri bana bir ekmek vermez.
Hâlbuki bizimkiler böyle değil tamamıyla aksinedir.

Şeyhe dedim ki:
Yüz müridim var diyorsun, keşke bir tek müridin olaydı ve ilâve ettim:
Onunla da kaynaş, beraber ol!

Kadı Bahaeddin'e geldiler, dediler ki:
Falan derviş senin arkandan hakaret etti, o miskindir dedi.
Kadı öfkelendi.

Naiblerinden biri (Yakın yardımcısı), hele bir gideyim,' göreyim o dervişi, dedi.
Doğruca yanıma geldi ve sordu:
Kadı Efendimizi niçin yermişsin?
Bunu nasıl düşündün?

Ne söylemişim ki? Dedim.
O miskindir, demişsin!
Nihayet o miskinlerin işi ile uğraşır.

Hazreti Mustafa (S.A.) bütün yüceliği ile Allah'a şöyle yalvarırdı:
Ey Allah’ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve beni miskinler topluluğunda haşr (Topla) et, dedim.

Bir gün bazı Sahabe (Peygamberimizin dostları) Hazreti Muhammed'in (S.A.) yanına geldiler.

Burada bir kişi var ki, dediler, ne kâfirlerle uyuşur, ne Müslümanlarla kaynaşır.

Namaz kıldığını görüyoruz.
Oyunla ve gereksiz işlerle uğraştığını da görmüyoruz.

Onda divanelerin sıfatını da göremiyoruz, Akıllıların kısmetlerini arama yolundaki çabaları da!

Başka bir toplulukta yine onu anlatmaya başladı.
Efendimizin içine bir acıma duygusu geldi.
Buyurdu ki:

Şimdi onu görün, selâmımı söyleyin ve deyin ki:
Efendimiz senin yüzünü görmeyi çok arzulamaktadır.
Onu buraya çağırmayın, fazlaca incitmemeye çalışın!

Adamın yanına geldiler, önce selâm vermeye cesaret edemediler.
Bir saat sonra onlara cesaret geldi.

Kendisine iltifat göstererek Hazreti Peygamber'in (S.A.) selâmını söylediler.
Onun sevgisini, kendisini görmek hususundaki derin arzusunu açıkladılar.
O hep susuyordu.

Hazreti Peygamberin (S.A) kendisine zahmet vermemeleri hususundaki emirlerine uyarak fazla bir şey konuşmadılar.

Bir saat sonra da adamın Hazreti Peygamberi (S.A.) ziyarete geldiğini gördüler.
Bir aralık mecliste sessizce oturdu.
O susuyor, Hazreti Peygamber (S.A.) de susuyordu.

Hazreti Peygamber (S.A.) yerinden kalktı. (M. 321)
Adama hem gelişinde hem de gidişinde gönül alçaklığı gösterdi.

Ona "Senin üzerine bir ışık saçıldı, bu sana, büyük bir saçıdır," buyurdu.

Bizim medresemiz (Okulumuz) budur.
Bu etten yapılmış dört duvarın müderrisi büyüktür.

Kim olduğunu söyleyemem.
Onun mabedi de gönüldür.

Nasıl ki bazı Allah erleri "Kalbim bana Rabbimden haber verdi" demişlerdir.

Bayezid-i Bistami (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) daima hacca gidiyordu.
Vardığı bu şehirde önce oradaki şeyhleri ziyaret etmeyi sonra da başka işlerle uğraşmayı âdet edinmişti.

Basra'da bir dervişin yanına uğradı.
Derviş ona sordu:

Ya Ebâyezid?
Nereye gidiyorsun?

Bayezid cevap verdi:
Mekke'ye, Allah evini ziyarete gidiyorum.

Yanında ne kadar yol harçlığı var?
İki yüz dirhem.

Öyle ise kalk yedi defa benim çevremde dolan.
O paraları bana ver!

Bayezid yerinden fırladı para çıkısını kuşağından çözdü öperek Şeyhin önüne bıraktı, Şeyh tekrar söze başladı.

Yine sordu:
Ey Bayezid!
Nereye gidiyorsun?
Gideceğin yer Allah'ın evidir ama şu benim gönlüm de Allah evidir.

Ulu Allah hem o evin hem de bu evin sahibidir.
O evi yaptırdıktan sonra orada hiç oturmamıştır.

Ama bu ev yapıldıktan sonra hiç bir zaman buradan ayrılmamıştır.
Tövbe eden ve hacca gitmeye karar veren bir adam, ailesine de dua etti.

Hâlbuki onun tövbesi daima incittiği karısının Allah'a yalvarışının hayırlı bir sonucu olmuştu.

Çünkü kadıncağız erken bir seher vaktinde öyle bir ah çekti ki nerede ise evin tavanını tutuşturacaktı.

O gece kocası bir düş görüyordu, hemen yerinden fırladı, ağlamaya başladı, günahlarına tövbe etti.

Karısına, artık ben aile hayatından vaz geçtim, yüzümü hac yoluna çevireyim, hacca gideyim diye düşünüyorum ama seni böyle aya bağlı bırakmak da elimden gelmiyor, dedi.

Kadın şu cevabı verdi:
Yabancılık günlerimizde birlikte yaşıyorduk.

Şimdi tam birbirimizi tanıyıp anlaştıktan sonra ayrılığın ne yeri var? Ben de hacca giderim. (M. 322)

Çölde erkeğin ayağına bir Muğaylan dikeni saplandı, yaralandı kafile gitmişti.
O umutsuzluk içinde uzaktan bir yolcunun geldiğini gördü.

Şu gelen Hızır’ın hürmetine Yarabbi beni kurtar!
Diye yalvardı.

Karşıdan gelen yolcu ayağına yapışarak onu kervan kafilesine ulaştırdı.
Adam bu kurtarıcıya sordu:

Eşsiz Allah hakkı için söyle sen kimsin ki, bütün bu işler senin erdemli davranışının eseridir.

O ses çıkarmadı ve kızardı, sonra şöyle dedi:
Bunu neden merak ediyorsun?

Nihayet belâdan kurtuldun dileğine kavuştun!
Hac yolcusu:

Allah hakkı için dedi, kim olduğunu söylemezsen yakanı bırakmam!
Kurtarıcı cevap verdi:

Bana İblis derler.
Çocukların kitaplarında sana lanet olsun, diye beddua ettikleri iblis.
İşte İblise inanç besleyen, ona güvenle bakan kimse muradına erdi.

Allah elçisine imansızlıkla bakanlar da bu halin aksine olarak Ebucehil gibi düşkünlük ve perişanlık içinde yollarını sapıttılar.

Allah'ın sekiz yönlü gözü vardır ki, hiç kimse, "Ondan gizlenmeye" güç yetiremez.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:
1.   Su sözdür, asıl olduğunu öğrendik.

2.   Su tesirle kar, buz, buhar, kar, dolu olduğunu, tesir eden yok olunca aslına döndüğünü öğrendik.

3.   Samed kelimesinin anlamı; Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan demek olduğunu öğrendik.

4.   Samet kelimesinin anlamının İçi boş karınsız anlamına geldiğini öğrendik.

5.   Ulu Tanrının Samed olduğunu öğrendik.

6.   Ahad kelimesinin anlamı; bütün sayıların bir’in çoğaltılmış hali olduğunu öğrendik.

7.   Bir varlığın çok özelliği olması başka varlık haline getirmeyeceğini öğrendik.

8.   Ben, haklıyım, Ben doğruyum Ben yeterliyim, Ben haklıyım ve bunun gibi Ben ile başlayan sözlerin yanlışlığa götürdüğünü öğrendik.

9.    Ben demekten vazgeçip Sen dememizin doğru olacağını öğrendik

10.                  Nefsi bilmek için uğraşıya başlayanların Ben demekten vazgeçerek Sen demeye başlaması gerektiğini öğrendik.

11.                  Koca-karı ilişkisinde Sen bilirsin, Sen haklısın, Sen doğrusun demekle çatışmanın sona erdiğini öğrendik.

12.                  Çokluğun önemi olmadığını, bir olmanın, onunla kaynaşmış ve beraber olmanın doğru olduğunu öğrendik.

13.                  İki Kâbe olduğunu, birini Hazreti İbrahim’in yaptığı Mekke’de ki, diğeri de insanın gönlünün olduğunu öğrendik.

14.                  Allah’ın Mümin kulunun gönlüne baktığını, gönlünde kaldığını öğrendik.

15.                  Miskin kelimesinin anlamının başkalarının işine karışmayan, bütün zamanını Allah’la geçiren kimselere denildiğini öğrendik.

16.                    Peygamber efendimizin miskinliği övmüştür ve miskinlerle beraber olmayı arzulamışlardır.

17.               Kâbe’nin duvarını ziyarete gidene şeytanın yardım ettiğini, Kâbe’nin sahibini gönül yolundan ziyarete gidenin hacı olunduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Miskin insanlar dil ile söylemezler, onlar gönülleriyle konuşurlar.
Yani dil kulak olmadan duyarlar, konuşurlar.

Gönlünü çer çöpten temizlemiş kişiler böyle konuşurlar.
Derviş belirli bir seviyeye gelirse kendisinde bu hal oluşur.

Mana âleminde söz söylenmeden bakışla soru da sorulur cevap da alınır.
Rüyada nasıl konuşmadan konuşursun söylenmeden dinler ve sözü anlarsan bunun gibi anlamalısın.

Ama manevi âlemde bu daha başkadır.
Bu miskin seviyesine gelmişlerin işidir.

Yoksul olan yani tek Allah’a muhtaç olanlarda olur.

                                *
RAVLİ

Popüler Yayınlar