29 Aralık 2012 Cumartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 32

Bir zümre vardır ki, buyurun herkes başını dizleri arasına koysun, bir zaman murakabeye varsın, derler.

Bundan bir müddet sonra biri başını kaldırır, Arşın, Kürsi'nin yüceliklerini seyrettim, der.

Başka biri benim nazarım Arşı de Kürsi’yi de geçti, fezadan sonsuz boşluklara daldım, der.

Başka biri de ben yer öküzünün sırtını, denizde balığı seyrediyorum. Hatta bu öküzü, balığı koruyan melekleri görüyorum der.

Ben her görüşümde kendi arıklığımdan (Zayıflığımdan), zavallılığımdan başka bir şey göremiyorum.

Ben, iki ayağından asılmış bir kuş gibiyim.
Evet, asılmışım, asılmışım ama sevgilinin tuzağında asılıyım.

Artık kime hoş geldin diyeyim?
Ben zaten bunu istiyordum.

Ben iğ (İyilik) istemiyorum, iki türlü maden istiyorum!

Altın ve gümüş madeni, belki de madenden de mekândan da kurtulma yolunu arıyorum ki, ondan başkası benim işime yaramaz.

Nasıl ki başkalarına yoksulluk yaraşmaz, onlara varlık yaraşır.
Ancak insanı hakka götüren de yoksulluktur.  

Haktan başkasından kaçıran yine yoksulluktur.
Yani bir yoksulluk da vardır ki, insanı Haktan kaçırır, halka götürür.

B ey i t :
Gülden değil dikenden hoşlananlara
Minber yaraşmaz darağacı yaraşır.

Şiir:
Ey sevgili bak bir kere candan pek az bir şey kaldı
Bugün biraz daha derdimi çek!

Ancak bir şafak vakti kaldı
Güzel yanağının renginden gülfidanı gibi boyundan, sanki

(M. 318)
Gül ter içinde kaldı, ay da sıkıntı içinde...
Artık altınım gümüşüm kalmadı, bizden ne götürebilirsin?

Aşkımdan hatıra ancak kapında bir altın tabak kaldı.
Gönlümü dava ettin ama yolunda canımı da feda ettim.

Bundan daha büyük söz olur mu?
Üzerimizde bir hakkın kaldı.

Şu bir kaç gün de bari bizim zahmetimizi çek!
Çünkü ömrümüzün defterinden tek bir yaprak kaldı!

Şehrimizde hatırı sayılır bir Zahid vardı.
Bir gün kırlara doğru yollandı.

Ansızın bir köye geldi.
Zahid ve müritleri çok yorulmuş ve acıkmışlardı.

Köylüler, çabucak evlerine koştular, kuzular çevirdiler, kebaplar hazırladılar, birçok ağırlamalar oldu?

Köyün hocası koştu.
Zahidin önüne ekmek ve yoğurt getirdi.

Çok aç oldukları için iştiha ile tatlı-tatlı yediler.
Geçe yarısından sonra gelen köylüler de kebapları yaptılar, sofraları döşediler.

Fakat Zahid ne yapayım dedi artık iştahım kalmadı.
Köpeklere verin, yiyebildiğinizi yiyin, yiyemediklerinizi de köpeklere dökün.

Bırakalım yesinler bunu, yarına bırakmak olmaz deyince köylüler Şeyhin meclisinden ayak çektiler.

Bu adam bizi daha ne zamana kadar aldatacak diyerek, kâh nazlanarak, kâh inkâr yoluna saparak ondan baş çevirdiler.

Şeyh onlarda bir bozukluk görürse bunu kendi tarafına çeker.
Çünkü şeyhin rahmet ve şefkati, sonsuz rahmete bitişiktir.

Eğer şeyhin onlara karşı meyli kalmazsa bu sefer onlar Şeyhe itibar etmeye başlarlar; o da iş böyledir, der gider.

O, kaba tabi atlı değildir ki, herhangi bir sebeple öne geçsin.
Belki ancak Hakkın işareti ile ileri atılır.

Mutluluk o kimsededir ki, bir sebeple ve maksatla bir Şeyhe bağlanmıştır.
Çünkü bir zaman olur ki, ansızın o bağlantı artık bir karşılık beklemeden olur. (M. 319)

O zaman kendilerinden de sebepten de vaz geçer ve şöyle söyler.

Rubai:
Biz hiç bir hesaba sığmayız.
İşimiz çok, ama ney gibi içimiz boştur

İyi bakar ve kendimize gelirsek,
O zaman anlaşılır ki biz, hem bizden eksik, hem de biziz.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Herkesin murakabeye daldığı zaman kendi hayaline göre bir şeyler gördüğünü öğrendik.

2.   Murakabeye dalanın kendi zavallılığını, zayıflığını görmesi gerektiğini öğrendik.

3.   Kendi arzusu ile yoksulluğu seçenin Hakk’a ulaşabileceği öğrendik.

4.   Yoksul olup da başkalarında olanı görüp isteyenin Hakk’a gidemeyeceğini öğrendik.

5.   Söz söylemek veya söz sahibi olmanın yakışmadığını, ölmeden önce ölmek gerektiğini öğrendik.

6.   Sevgiliye av olmak ve sevgilinin onu yok etmesi ile onun kanında var olmak gerektiğini öğrendik.

7.   Aç olanın önüne geleni iştahla yediğini öğrendik.

8.   Karnı tok olanın yemek için naz ettiğini öğrendik.

9.   Mutlu olan kimsenin bir sebep ve maksatla bir öğreticiye bağlanmasından olduğunu öğrendik.

10.                  Eksikliklerimizi bilerek kendimizi kabul ettiğimizi öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı erleri Tanrının hükmünde olup davranışlarını bu emirlere göre yaparlar.

Tanrı erleri nazik tabiatlı olduklarından öne geçmek, üstün gelmek sevdasında olmadıklarını öğrendik.

Tanrı erlerinin nerede nasıl davranacağının belli olmadığını, kendilerini bildiklerini ve eksikliklerinin farkında olarak kendilerini kabul ettiklerini öğrendik, anladık.

                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar