Bundan bir müddet sonra biri
başını kaldırır, Arşın, Kürsi'nin yüceliklerini seyrettim, der.
Başka biri benim nazarım Arşı
de Kürsi’yi de geçti, fezadan sonsuz boşluklara daldım, der.
Başka biri de ben yer
öküzünün sırtını, denizde balığı seyrediyorum. Hatta bu öküzü, balığı koruyan
melekleri görüyorum der.
Ben her görüşümde kendi
arıklığımdan (Zayıflığımdan), zavallılığımdan başka bir şey göremiyorum.
Ben, iki ayağından asılmış bir kuş gibiyim.
Evet, asılmışım, asılmışım ama sevgilinin tuzağında asılıyım.
Artık kime hoş geldin
diyeyim?
Ben zaten bunu istiyordum.
Ben iğ (İyilik) istemiyorum,
iki türlü maden istiyorum!
Altın ve gümüş madeni, belki
de madenden de mekândan da kurtulma yolunu arıyorum ki, ondan başkası benim
işime yaramaz.
Nasıl ki başkalarına
yoksulluk yaraşmaz, onlara varlık yaraşır.
Ancak insanı hakka götüren de yoksulluktur.
Haktan başkasından kaçıran
yine yoksulluktur.
Yani bir yoksulluk da vardır
ki, insanı Haktan kaçırır, halka götürür.
B ey i t :
Gülden değil
dikenden hoşlananlaraMinber yaraşmaz darağacı yaraşır.
Şiir:
Ey sevgili bak bir
kere candan pek az bir şey kaldı Bugün biraz daha derdimi çek!
Ancak bir şafak
vakti kaldı
Güzel yanağının
renginden gülfidanı gibi boyundan, sanki
(M. 318)
Gül ter içinde
kaldı, ay da sıkıntı içinde...Artık altınım gümüşüm kalmadı, bizden ne götürebilirsin?
Aşkımdan hatıra
ancak kapında bir altın tabak kaldı.
Gönlümü dava ettin
ama yolunda canımı da feda ettim.
Bundan daha büyük
söz olur mu?
Üzerimizde bir
hakkın kaldı.
Şu bir kaç gün de
bari bizim zahmetimizi çek!
Çünkü ömrümüzün
defterinden tek bir yaprak kaldı!
Şehrimizde hatırı sayılır bir
Zahid vardı.
Bir gün kırlara doğru
yollandı.
Ansızın bir köye geldi.
Zahid ve müritleri çok
yorulmuş ve acıkmışlardı.
Köylüler, çabucak evlerine
koştular, kuzular çevirdiler, kebaplar hazırladılar, birçok ağırlamalar oldu?
Köyün hocası koştu.
Zahidin önüne ekmek ve yoğurt
getirdi.
Çok aç oldukları için iştiha
ile tatlı-tatlı yediler.
Geçe yarısından sonra gelen
köylüler de kebapları yaptılar, sofraları döşediler.
Fakat Zahid ne yapayım dedi
artık iştahım kalmadı.
Köpeklere verin, yiyebildiğinizi
yiyin, yiyemediklerinizi de köpeklere dökün.
Bırakalım yesinler bunu,
yarına bırakmak olmaz deyince köylüler Şeyhin meclisinden ayak çektiler.
Bu adam bizi daha ne zamana
kadar aldatacak diyerek, kâh nazlanarak, kâh inkâr yoluna saparak ondan baş
çevirdiler.
Şeyh onlarda bir bozukluk
görürse bunu kendi tarafına çeker.
Çünkü şeyhin rahmet ve
şefkati, sonsuz rahmete bitişiktir.
Eğer şeyhin onlara karşı
meyli kalmazsa bu sefer onlar Şeyhe itibar etmeye başlarlar; o da iş böyledir,
der gider.
O, kaba tabi atlı değildir
ki, herhangi bir sebeple öne geçsin.
Belki ancak Hakkın işareti
ile ileri atılır.
Mutluluk o kimsededir ki, bir
sebeple ve maksatla bir Şeyhe bağlanmıştır.
Çünkü bir zaman olur ki,
ansızın o bağlantı artık bir karşılık beklemeden olur. (M. 319)
O zaman kendilerinden de
sebepten de vaz geçer ve şöyle söyler.
Rubai:
Biz hiç bir hesaba
sığmayız.İşimiz çok, ama ney gibi içimiz boştur
İyi bakar ve
kendimize gelirsek,
O zaman anlaşılır
ki biz, hem bizden eksik, hem de biziz.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Herkesin
murakabeye daldığı zaman kendi hayaline göre bir şeyler gördüğünü öğrendik.
2.
Murakabeye
dalanın kendi zavallılığını, zayıflığını görmesi gerektiğini öğrendik.
3.
Kendi arzusu ile
yoksulluğu seçenin Hakk’a ulaşabileceği öğrendik.
4.
Yoksul olup da
başkalarında olanı görüp isteyenin Hakk’a gidemeyeceğini öğrendik.
5.
Söz söylemek veya
söz sahibi olmanın yakışmadığını, ölmeden önce ölmek gerektiğini öğrendik.
6.
Sevgiliye av
olmak ve sevgilinin onu yok etmesi ile onun kanında var olmak gerektiğini
öğrendik.
7.
Aç olanın önüne
geleni iştahla yediğini öğrendik.
8.
Karnı tok olanın
yemek için naz ettiğini öğrendik.
9.
Mutlu olan
kimsenin bir sebep ve maksatla bir öğreticiye bağlanmasından olduğunu öğrendik.
10.
Eksikliklerimizi
bilerek kendimizi kabul ettiğimizi öğrendik.
İşte böyle yaren,
Tanrı erleri Tanrının
hükmünde olup davranışlarını bu emirlere göre yaparlar.
Tanrı erleri nazik tabiatlı
olduklarından öne geçmek, üstün gelmek sevdasında olmadıklarını öğrendik.
Tanrı erlerinin nerede nasıl
davranacağının belli olmadığını, kendilerini bildiklerini ve eksikliklerinin
farkında olarak kendilerini kabul ettiklerini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ