26 Aralık 2012 Çarşamba

ŞEMSİ TEBRİZİ 25

Şeyhin biri Bağdat'ta çileye (Yalnızlığa) çekilmişti.
Bayram gecesi geldi, çileden (Yalnız kaldığı yerde) bir ses işitti.

Başka bir âlemden gelen bu ses, sana İsa nefesi (Can verme, hastayı iyileştirme yetkisi) verdik, dışarı çık, kendini halka göster, diyordu.

Şeyh bir zaman düşünceye daldı.
Bu sesten maksat ne idi?

Bir imtihan mı?
Ne istediğimi sınamak için mi?

İkinci defa daha heybetli bir ses çınladı:
Vesveseden vazgeç!

Dedi, dışarı çık, halk arasına karış ki sana İsa nefesi verdik!
Şeyh, biraz murakabeye varmak istedi, maksadın ne olduğunu anlamak için düşünceye daldı.

Fakat üçüncü defa daha sert ve keskin bir ses:
Çabuk dışarı çık, durmadan yerinden fırla!

Diye gürledi.
Şeyh dışarı fırladı.

Bayram günü idi.
Bağdadın kalabalığına karışarak yürümeye başladı. (M. 303)

Kuş şeklinde şeker helvası satan bir tatlıcıya rastladı.
Kuş şekeri diye bağırıyordu.

Şu helvacıyı bir sınayayım dedi.
Ona seslendi.

Bunu seyreden halk acaba Şeyh ne yapacak diye hayretle bakmıyordu. Çünkü Şeyh helvadan uzakta idi.

Kuş şeklinde yapılmış olan helvayı tabaktan aldı elinin içine koydu, ona üfledi.

Kuran'da buyrulduğu gibi, "Size çamurdan kuş şeklinde bir mahlûk yaratayım," ayeti gereğince kuşta bir kımıldanma oldu, derhal eti, derisi ve kanadı belirdi ve uçtu.

Halk hep birden toplanmış o kuşlardan birkaç tanesinin uçtuğunu seyretmişlerdi.

Şeyh halkın bu kalabalığından, karşısında secde edenlerin, hayranların gösterdiği saygı ve sevgiden sıkılmıştı.

Kırlara doğru yollandı.
Fakat halk peşine takılmıştı, her ne kadar gelmeyin bizim işimiz halvet (Yalnız) yaşamaktır dediyse de, yine arkasından ayrılmadılar.

Kırda uzun müddet yürüdü.
Yarabbi, diyordu bu ne keramet idi ki, beni hapsetti, aciz bıraktı?

O sırada bir ilham geldi, onlara karşı bir hareket göster ki, geri dönsünler, diye düşündü.

Şeyh karnından bir yel çıkardı, halk birbirine bakıştılar.
Hep birden onu inkâr anlamında, başlarını sallayarak uzaklaştılar.

Tek bir kişi kalmıştı, o gitmiyordu.
Şeyh ona niçin öteki arkadaşları ile birlikte dönmediğini sormak istedi.

Onun niyazındaki parlaklık ve inancındaki aydınlıktan Şeyhe utanç geldi.
Belki Şeyhi bir heybet kapladı.

Bütün bu hale rağmen sebebini sordu.
Adam şu cevabı verdi:

Ben önce o yel ile gelmedim ki, yine aynı yel ile gideyim.
O yel, bu yelden daha iyidir bana göre.

Çünkü bu yel ile mübarek zatınız rahata kavuştu.
Hâlbuki o yelden zahmet ve ıstırap duydunuz.

Ne dostlar vardır ki, bir söz ile dostlarını ıstıraptan kurtarırlar.
Dostun mazeretini kötü hayale kapılanlara anlatarak hem dostlarını rahata kavuştururlar, hem de kendileri rahat ederler.

Bir başkası da bir iki lâkırdıyı esirger, dostu sözü ile boğmak ister.
Nihayet bu sözün geçmiyor mu?

Bak ki bu söz mü, daha olgun bir sözdür, yoksa öteki mi?
Bu mu daha tamam sözdür?

Yoksa öteki mi?
Eğer bu söz daha olgun ve daha tamam ise, öbürü bir şey değildir.

Bu sözün karşısında yapılacak iş ancak onu dışarı atmak ve bununla kendini doldurmaktır. (M. 304)
Devlet de bundadır.

Kendi sözünü hep ileri sürme ki, daha olgun olan sözleri uzaklaştırmasın!
O eksik sözü anmak bu olgun sözün anılmasına engel olur.

Bundan yani iyi sözden dem vur; ondan, kötü sözden dem vurma!
Sizin nişanınızı söyleyen ve size ulaştırılan sözlerden bahsetmemeli.

Ey hoca!
Şunu da söylemiştim ki, O bütün ululuğu ile bizim nüktemizi dinlemekte ve işitmektedir.

Size yaraşan şimdi susmaktır, dedim.
Ola ki tekrar bir yol bulabilirsiniz.

O yol tozlarla doludur, dedi.
Bizim mazeretimiz var.

Vaaz etme sırası geldiği vakit bize haber verin, içimizi temiz tutalım.
Tekrar söze başladı:

Alâeddin Honcî falan şeyhden şöyle nakletti ve dedi ki:
Bizim Hak yolunu aradığımız sıralarda idi, bir dervişin hizmetini görüyordum.

O söyledikçe ben de dudağımı kımıldatıyordum.
Dedim ki, öyle bir vakit olur ki o derviş yükselir, bilgide, görenekte olgunlaşır.

Ama ona sormalıdır ki, ben konuştuğum zaman o konuşmaz mı?
O zaman ben mahrum olurum.

Diyelim ki olgunlaşmamış olsun niye susturayım?
İşitmiştim ki, konuşmak can yıkmak, dinlemek can beslemektir, dedi ve söze tekrar başladı:

Kendi kendime dedim ki, yüz gün içinde iyi hale getirdiğimiz, düzelttiğimiz şeyleri o bir lâhzada alt üst ediyor, ilâve ettim:

Bizim öyle bir yularımız vardır ki, onu çekmeye hiç kimsenin kudret ve cesareti yoktur.

Ancak Allah Resulü olan Hazret!
Muhammed çeker.

O da hesap ve ölçü ile hareket eder.
Dervişlik gururu başıma vurup da sertleştiğim zaman ipimi asla çekmez.

Nasıl ki sofi elbisesini yırttı denildiği vakit, meclisten biri sormuş:
Allah kitabında elbise yırtmak var mıdır?

Sofî şu cevabı vermiş:
Allah kitabında ayaklara ve boyuna mesh etmek var mıdır?

Büyükler hep cebir (Her şey Allah iradesiyle olur, insan bunları zorla yapar) tarafına giderler, ama bu ariflerin yolu başka yoldur.

Cebir inancası dışında bir hoş nükte vardır.
Allah sana kaderiyeci demiştir, sen kendine niçin cebriyeci diyorsun?

Allah, sana kudret sahibi diyor; sana kaderiyeci (İnsan yaptıklarının yaratıcısıdır) diyor.

Çünkü emir ve nehy'in (Emretme ve yasak etme) gereği, vaadin ve korkutmanın icabı, Peygamber göndermek, bütün bunlar kaderiyecilik inancasını destekleyen şeylerdir.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Halkın hikâyeden, gösteriden hoşlandığını, bunu söyleyen veya yapanı meşhur edip peşinden gittiğini öğrendik.

2.   Tanrı erlerinin rahat etmek için halkı kendilerinden uzaklaştırmak için çirkin hareketlerde bulunduklarını veya deli olarak gösterdiklerini öğrendik.

3.   Olgun dostların sözleriyle acılarının hafifletip rahatlığa kavuşturduklarını öğrendik.

4.   Kimi insan da lafıyla aklı karıştırıp dostunu boğacağını veya doğru bir sözü söylemekten esirgeyeceğini öğrendik.

5.   Olgun bir söz dinlediğimiz zaman önceki bu konudaki sözleri hafızamızdan, gönlümüzden temizlememiz gerektiğini öğrendik.

6.   Peygamberimizin ölçülü ve hesaplı hareket ettiğini öğrendik.

7.   Allah’ın kullarına irade verdiğini, güç verdiğini, sınırlar çizdiğini buna göre kullarını değerlendirdiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Babam Müftü Fehmi BAYRAŞA’ dan dinlediğim olayı anlatıyorum:

 Babam henüz küçükken Afyon Karahisar Mevlevihanesine misafir bir derviş gelmiş.
Bu derviş İsa nefesli imiş, yani hastalıkları Allah’ın izniyle iyileştirirmiş.

Bunu duyan halk o dervişe gece gündüz hiç rahat vermez olmuş.
En ufak bir rahatsızlıklarında bile gece gündüz demeden müracaat edermiş.

Bu derviş Ramazan ayında bir gün oruca niyetlenmemiş ve eline bir pide alarak uzun çarşının başından başlayarak halkın göreceği şekilde yiyerek Türbeye kadar gelmiş.

Halk:
“Len duydun mu?
O derviş oruç yiyormuş, biz de onu evliya sandık.” diyerek uzaklaşmış böylece derviş halkın hücumundan kurtulmuş.

Gerçeği bilenler onu rahatsız etmeden yararlanmışlar.

                                       *
Çer çöp denilen dünyaya ait sevgilerden, kalitesiz bilgilerden, boş hayallerden kurtulması için kalpten, gönülden, akıldan, nefisten boşaltılması gerekir ki olgun sözlerle dolsun ve aydınlıkta görüş sahibi olarak doğru kararlar verip güzel ve verimli işler yapsınlar.

                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar