Bayram gecesi geldi, çileden (Yalnız kaldığı yerde) bir ses işitti.
Başka bir âlemden gelen bu
ses, sana İsa nefesi (Can verme, hastayı iyileştirme yetkisi) verdik, dışarı çık,
kendini halka göster, diyordu.
Şeyh bir zaman düşünceye
daldı.
Bu sesten maksat ne idi?
Bir imtihan mı?
Ne istediğimi sınamak için
mi?
İkinci defa daha heybetli bir
ses çınladı:
Vesveseden vazgeç!
Dedi, dışarı çık, halk
arasına karış ki sana İsa nefesi verdik!
Şeyh, biraz murakabeye varmak
istedi, maksadın ne olduğunu anlamak için düşünceye daldı.
Fakat üçüncü defa daha sert
ve keskin bir ses:
Çabuk dışarı çık, durmadan
yerinden fırla!
Diye gürledi.
Şeyh dışarı fırladı.
Bayram günü idi.
Bağdadın kalabalığına
karışarak yürümeye başladı. (M. 303)
Kuş şeklinde şeker helvası
satan bir tatlıcıya rastladı.
Kuş şekeri diye bağırıyordu.
Şu helvacıyı bir sınayayım
dedi.
Ona seslendi.
Bunu seyreden halk acaba Şeyh
ne yapacak diye hayretle bakmıyordu. Çünkü Şeyh helvadan uzakta idi.
Kuş şeklinde yapılmış olan
helvayı tabaktan aldı elinin içine koydu, ona üfledi.
Kuran'da buyrulduğu gibi,
"Size çamurdan kuş şeklinde bir mahlûk yaratayım,"
ayeti gereğince kuşta bir kımıldanma oldu, derhal eti, derisi ve kanadı belirdi
ve uçtu.
Halk hep birden toplanmış o
kuşlardan birkaç tanesinin uçtuğunu seyretmişlerdi.
Şeyh halkın bu
kalabalığından, karşısında secde edenlerin, hayranların gösterdiği saygı ve
sevgiden sıkılmıştı.
Kırlara doğru yollandı.
Fakat halk peşine takılmıştı,
her ne kadar gelmeyin bizim işimiz halvet (Yalnız) yaşamaktır dediyse de, yine
arkasından ayrılmadılar.
Kırda uzun müddet yürüdü.
Yarabbi, diyordu bu ne
keramet idi ki, beni hapsetti, aciz bıraktı?
O sırada bir ilham geldi,
onlara karşı bir hareket göster ki, geri dönsünler, diye düşündü.
Şeyh karnından bir yel
çıkardı, halk birbirine bakıştılar.
Hep birden onu inkâr
anlamında, başlarını sallayarak uzaklaştılar.
Tek bir kişi kalmıştı, o
gitmiyordu.
Şeyh ona niçin öteki
arkadaşları ile birlikte dönmediğini sormak istedi.
Onun niyazındaki parlaklık ve
inancındaki aydınlıktan Şeyhe utanç geldi.
Belki Şeyhi bir heybet
kapladı.
Bütün bu hale rağmen sebebini
sordu.
Adam şu cevabı verdi: Ben önce o yel ile gelmedim ki, yine aynı yel ile gideyim.
O yel, bu yelden daha iyidir bana göre.
Çünkü bu yel ile mübarek
zatınız rahata kavuştu.
Hâlbuki o yelden zahmet ve
ıstırap duydunuz.
Ne dostlar vardır ki, bir söz
ile dostlarını ıstıraptan kurtarırlar.
Dostun mazeretini kötü hayale
kapılanlara anlatarak hem dostlarını rahata kavuştururlar, hem de kendileri
rahat ederler.
Bir başkası da bir iki
lâkırdıyı esirger, dostu sözü ile boğmak ister.
Nihayet bu sözün geçmiyor mu?
Bak ki bu söz mü, daha olgun
bir sözdür, yoksa öteki mi?
Bu mu daha tamam sözdür?
Yoksa öteki mi?
Eğer bu söz daha olgun ve daha tamam ise, öbürü bir şey
değildir.
Bu sözün karşısında yapılacak
iş ancak onu dışarı atmak ve bununla kendini doldurmaktır. (M. 304)
Devlet de bundadır.
Kendi sözünü hep ileri
sürme ki, daha olgun olan sözleri uzaklaştırmasın!
O eksik sözü anmak bu olgun
sözün anılmasına engel olur.
Bundan yani iyi sözden dem
vur; ondan, kötü sözden dem vurma!
Sizin nişanınızı söyleyen ve
size ulaştırılan sözlerden bahsetmemeli.
Ey hoca!
Şunu da söylemiştim ki, O
bütün ululuğu ile bizim nüktemizi dinlemekte ve işitmektedir.
Size yaraşan şimdi susmaktır,
dedim.
Ola ki tekrar bir yol
bulabilirsiniz.
O yol tozlarla doludur, dedi.
Bizim mazeretimiz var.
Vaaz etme sırası geldiği
vakit bize haber verin, içimizi temiz tutalım.
Tekrar söze başladı:
Alâeddin Honcî falan şeyhden
şöyle nakletti ve dedi ki:
Bizim Hak yolunu aradığımız
sıralarda idi, bir dervişin hizmetini görüyordum.
O söyledikçe ben de dudağımı
kımıldatıyordum.
Dedim ki, öyle bir vakit olur
ki o derviş yükselir, bilgide, görenekte olgunlaşır.
Ama ona sormalıdır ki, ben
konuştuğum zaman o konuşmaz mı?
O zaman ben mahrum olurum. Diyelim ki olgunlaşmamış olsun niye susturayım?
İşitmiştim ki, konuşmak can yıkmak, dinlemek can beslemektir, dedi ve söze tekrar başladı:
Kendi kendime dedim ki, yüz
gün içinde iyi hale getirdiğimiz, düzelttiğimiz şeyleri o bir lâhzada alt üst
ediyor, ilâve ettim:
Bizim öyle bir yularımız
vardır ki, onu çekmeye hiç kimsenin kudret ve cesareti yoktur.
Ancak Allah Resulü olan
Hazret!
Muhammed çeker.
O da hesap
ve ölçü ile hareket eder.
Dervişlik gururu başıma vurup
da sertleştiğim zaman ipimi asla çekmez.
Nasıl ki sofi elbisesini
yırttı denildiği vakit, meclisten biri sormuş:
Allah kitabında elbise
yırtmak var mıdır?
Sofî şu cevabı vermiş:
Allah kitabında ayaklara ve
boyuna mesh etmek var mıdır?
Büyükler hep cebir (Her şey
Allah iradesiyle olur, insan bunları zorla yapar) tarafına giderler, ama bu
ariflerin yolu başka yoldur.
Cebir inancası dışında bir
hoş nükte vardır.
Allah sana kaderiyeci
demiştir, sen kendine niçin cebriyeci diyorsun?
Allah, sana kudret sahibi
diyor; sana kaderiyeci (İnsan yaptıklarının yaratıcısıdır) diyor.
Çünkü emir ve nehy'in (Emretme
ve yasak etme) gereği, vaadin ve korkutmanın icabı, Peygamber göndermek, bütün
bunlar kaderiyecilik inancasını destekleyen şeylerdir.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Halkın hikâyeden,
gösteriden hoşlandığını, bunu söyleyen veya yapanı meşhur edip peşinden
gittiğini öğrendik.
2.
Tanrı erlerinin
rahat etmek için halkı kendilerinden uzaklaştırmak için çirkin hareketlerde
bulunduklarını veya deli olarak gösterdiklerini öğrendik.
3.
Olgun dostların
sözleriyle acılarının hafifletip rahatlığa kavuşturduklarını öğrendik.
4.
Kimi insan da
lafıyla aklı karıştırıp dostunu boğacağını veya doğru bir sözü söylemekten
esirgeyeceğini öğrendik.
5.
Olgun bir söz
dinlediğimiz zaman önceki bu konudaki sözleri hafızamızdan, gönlümüzden temizlememiz
gerektiğini öğrendik.
6.
Peygamberimizin
ölçülü ve hesaplı hareket ettiğini öğrendik.
7.
Allah’ın
kullarına irade verdiğini, güç verdiğini, sınırlar çizdiğini buna göre
kullarını değerlendirdiğini öğrendik.
Babam Müftü Fehmi BAYRAŞA’
dan dinlediğim olayı anlatıyorum:
Bunu duyan halk o dervişe
gece gündüz hiç rahat vermez olmuş.
En ufak bir
rahatsızlıklarında bile gece gündüz demeden müracaat edermiş.
Bu derviş Ramazan ayında bir
gün oruca niyetlenmemiş ve eline bir pide alarak uzun çarşının başından
başlayarak halkın göreceği şekilde yiyerek Türbeye kadar gelmiş.
Halk:
“Len duydun mu?O derviş oruç yiyormuş, biz de onu evliya sandık.” diyerek uzaklaşmış böylece derviş halkın hücumundan kurtulmuş.
Gerçeği bilenler onu rahatsız
etmeden yararlanmışlar.
*
Çer çöp denilen dünyaya ait
sevgilerden, kalitesiz bilgilerden, boş hayallerden kurtulması için kalpten,
gönülden, akıldan, nefisten boşaltılması gerekir ki olgun sözlerle dolsun ve
aydınlıkta görüş sahibi olarak doğru kararlar verip güzel ve verimli işler
yapsınlar.
*
RAVLİ