Sizin aklınız derecesine göre dememiştir.
Biri sordu:
Peygamberlik nedir? Peygamberliğin iç yüzü nedir?
Peygamberlik kapısı nasıl
kapandı?
Yoksa insanoğulları mı
kalmadı?
Bir başkası ibahat yani her
şeyi serbest ve mubah (Hoşgörü içinde) saymak ne oluyor? Dedi.
İşte "Halk ile akılları derecesinde konuşun" diye
buyrulmasının yeri burasıdır.
Şeyh Muhammed'in sohbeti
sırasında, falan hata etti, falan yanıldı gibi sözler çok geçerdi.
Bir aralık onun da hata
ettiğini gördüm.
Zaman-zaman bunu kendisine
anlatırdım.
Başını önüne eğer ve derdi
ki:
Oğlum sen kuvvetle dağı
kamçılıyorsun, dağı.
Benim bunda hiç bir maksadım,
dileğim yok.
Ama her defasında bunlar gibi
yüz bin söz tekrarlanır dururdu.
Bazen öyle bir hal içinde
bulunurdu ki, onu hikâye ettiği vakit ben o makamda nasıl durabildiğini
kendisine anlatırdım.
Meselâ bir gün şu bahse
dalmıştık, diyorduk ki:
Peygamber sözü olan hadisin,
Kuran'da bir benzeri olursa işte o hadis gerçek hadis sayılır.
O bir hadis anlatıyor ve
soruyordu:
Bunun benzeri Kuran'ın
neresindedir?
O sırada ben kendisine garip
bir hal geldiğini görüyordum.
Onu, içinde bulunduğu o
ayrılık âleminden cem âlemine yani birlik makamına getirmek istiyordum.
Sorularını uygun sözlerle
oyalıyordum.
Buyurmuş olduğunuz bu hadis,
gerçek hadis midir, değil midir, bunda ihtilâf vardır diyordum.
Bilginler tek bir
insan gibidir", anlamına gelen
hadise benzeyen ayetlerin Kuran'ın neresinde olduğunu sorduğum zaman derhal
cevap verir, "Şüphesiz müminler kardeştirler"
(Hucurat 10) ve ayrıca "Sizi ancak tek bir
nefisten yarattık" anlamındaki ayetlerden örnekler söyler, sonra
yine kendi âlemine dalardı.
Bilirdi ki, benim maksadım
soru sormak değildi.
Benim maksadım neydi?
Bana, ey oğul!
Derdi, kamçıyı kuvvetli
vuruyorsun. Daima oğul! Diye hitap ederdi ve gülerdi.
Yani burada oğul hitabının ne
yeri var demek isterdi.
Hazreti Peygambere daima,
iman nedir diye sorarlardı. O da soranın haline göre cevaplar verirdi ki ona lâyık bir cevap olsun.(M. 301)
Bir defasında "Müslüman, elinden ve dilinden, Müslümanların güvende olduğu
kimsedir" buyururlar.
Diğer bir defasında, "Namazını kılan, zekâtını veren kimsedir",
cevabını verirlerdi.
Bizde bir çare bulalım
çaresiz değiliz.
Âlemin çaresini biz bulalım.
Bir Elifin ne olduğunu bilsen
bütün Kuran'ı biliyorsun demektir. "Gökleri
elimizle kurduk," ayetini ele alalım.
Bu Kadim’dir, başlangıcı
yoktur denilmez.
Her şey onun katında
mahvolur, tekrar yaratılır; ta ki Allahlığına açık şahit olsun. "Güneşi gördüğün zaman onu şahit kıl" ve yine
Kuran'da "Biz seni görücü müjdeci ve korkutucu
olarak gönderdik." buyrulmuştur.
Bütün bu inancımla,
bağlılığımla beraber, Kadı Şemseddin'e dedim ki, "Gideyim bir iş tutayım.
Mademki bana ders
vermiyorsun, başka yere varayım.
Ben bir şey düşündüm, dedi. Sordum, nedir?
Bir iş yapmayayım mı?
İş yapmak bilir misin? Dedi
ve ilâve etti:
Bu kadar dalgınlık ve bu
derece incelikle, benim işim, mollalarım nazarında hayretle karşılanır.
Hele şu adama bakın, şu makam
ve saltanat içinde nasıl çalışıyor? Derler.
Kendi kendime, ah! Dedim bana iş hususunda cömertlik gösteriyorsun.
Ama ziyana sokuyorsun!
Sabah ona yakın gelmişti geri
döndü; ama bütün külhancıların bahsettiği sabah değil.
Bütün sırlardan ancak bir
Eliften başka bir şey açıklanmadı.
Başkaca her ne söyledilerse o
Elifin açıklanması konusunda söylediler.
O Elif de hâlâ anlaşılamadı.
Şiir:
Ey düğümler çözme
sevdasında olan ölü! Kavuşma sırasında doğmamış, ayrılıkta ölmüş zavallı
Ey deniz kıyısında
susuz uyuyan gafil;
Ey hazinenin
başında dilencilikten ölen miskin!
Biliyorum ki fenadır, ama
engel olmaya gücüm yetmiyor.
Bu nasıl sözdür?
Biliyorum ki, bu deniz
boğucudur kendimi içine mi atayım?
Yahut bu ateş yakıcıdır yahut
bu yüz arşın derinliğinde bir kuyudur yahut bu bir yılan yuvasıdır, bu öldürücü
zehirdir, ya da bu tehlikeli çöldür!
Bildiğim halde nasıl giderim?
Biliyorsan gitme; bilmiyorsan
bu nasıl bilgi olur?
Buna nasıl akıl veya bilgi
denilebilir?
Bu kadar öğütleri, sözleri hep
sana söyledim.
Bunları eğer şehirde bir
topluluğa söyleseydim bana yüz binlerce saygı gösterir, (M. 302) büyük bir halk
kümesi bana mürit olurlardı.
Bir zümre de birbirinin
saçlarını yolarak kavga çıkarırlardı; tatlı canlarını, sevgili mallarını
bağışlarlardı.
Hâlbuki sende hiç bir iz
bırakmadı, sanki taş veya ondan daha katı dedikleri gibi, kalbin yumuşamadı.
Bir yumuşak huyluluktan
bahsederler ki, o gerçekte yumuşaklık değildir.
Ancak o bir eşeklik sayılır.
Yoksa öğüt, insanda iz bırakır.
Hazreti Muhammed'le (S.A.)
ilgilenmekte, senin huyundan başka bir huy ile yaşamıyorum, kardeşlik ve
yoldaşlık yönünde hareket ediyorum.
Çünkü onun üstünde biri daha
var; sonu olmayan yüce Allah.
Zaman olur ki, onun
yüceliklerini anarım.
Bu saygı ve ululama
yönündendir, yoksa bir dilek için değildir.
"O, Haktır" sözü
Hallacın "Ben Hakkım" sözünden çok daha yüksek bir deyimdir.
Eğer dostluğumuzun ayağı
havada olduğu o günden beri bu bilinmiyordu ise, bunun delili senin gevelenmiş
sözler söylemendir. Eğer fena söyledinse ben razıyım.
Bana fena söylediğini ispat etmiş olman, benim için hayrın tam kendisidir.
Allah'ın sırlarından bir sır olan kullar, Allah için ne söyleyebilirler? Her ne söyleseler çirkin düşer.
Allah konuşmaz
fakat kendi kudreti ile bütün varlıkları konuşturur. Camsız varlıkları bile
söyletir.
Eğer sırasında konuşursa,
sözsüz ve sessiz konuşur, diyen olursa, ben de derim ki; Başka bir Allah
gerektir ki onu dile getirsin.
Hâlbuki ulu Allah, her şeyi
dile getiren ve kendisi hiç konuşmayan o yüce kudret sahibidir.
"Allah ahlâkı ile ahlaklının," yani ilâhi
ahlâk ile vasıflanın (Nitelik) buyurmuştur.
Allah ahlâkı ise hem lütuf(Hoşluk, güzellik, iyi muamele, iyilik), hem de kahir' (Üstün gelen, ezen, yok eden, ortadan
kaldıran) dir.
Tek bir çeşnisi (Tat) yoktur.
Nasıl ki müminler vasfında,
"Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında
merhametli," (Fetih suresi, 29) buyrulmuştur.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Peygamberimizin sözlerinin ona soranın kişinin
anlaması, doğru yola yönlenmesi için olduğunu, farklı gibi gözüken sözlerin
peygamberde bir çelişki olmasından ileri gelmediğini öğrendik.
2. Her insanın aklı derecesinin farklı olduğunu, anlayış
ve kavrayışının dereceli olduğunu öğrendik.
3. Gerçek bir hadisin Kuran’da bir benzerinin olması
gerektiğini öğrendik.
4. Cem âlemine yani birlik alemine yani tüme varım ve ilk
kaynaktan yararlanmak gerektiğini öğrendik.
5. Dalgın ve ince düşünenlerin iş yapamayacağını
öğrendik.
6. Öğüdün insan olanda iz bırakmayacağını, hayvan olanda
iz bırakmayacağını öğrendik.
Tanrı erlerinin duruma göre
hoş, güzel, iyi muamele, iyilik yaptığı gibi üstün
gelen, ezen, yok eden, ortadan kaldıran özellikleri ve davranışları olacağını
öğrendik.
Tanrı Mümin kulunun isteğini
kendi isteği olarak kabul edip yerine getirdiğini öğrendik.
Allah adamını Allahtan ayrı düşünmenin yanlışa götüreceğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ