26 Aralık 2012 Çarşamba

ŞEMSİ TEBRİZİ 24

Peygamber, "Halk ile onların akılları (M. 300) derecesine göre konuşunuz,"buyurmuştur.
Sizin aklınız derecesine göre dememiştir.

Biri sordu:
Peygamberlik nedir?
Peygamberliğin iç yüzü nedir?

Peygamberlik kapısı nasıl kapandı?
Yoksa insanoğulları mı kalmadı?

Bir başkası ibahat yani her şeyi serbest ve mubah (Hoşgörü içinde) saymak ne oluyor? Dedi.

İşte "Halk ile akılları derecesinde konuşun" diye buyrulmasının yeri burasıdır.

Şeyh Muhammed'in sohbeti sırasında, falan hata etti, falan yanıldı gibi sözler çok geçerdi.

Bir aralık onun da hata ettiğini gördüm.
Zaman-zaman bunu kendisine anlatırdım.

Başını önüne eğer ve derdi ki:
Oğlum sen kuvvetle dağı kamçılıyorsun, dağı.

Benim bunda hiç bir maksadım, dileğim yok.
Ama her defasında bunlar gibi yüz bin söz tekrarlanır dururdu.

Bazen öyle bir hal içinde bulunurdu ki, onu hikâye ettiği vakit ben o makamda nasıl durabildiğini kendisine anlatırdım.

Meselâ bir gün şu bahse dalmıştık, diyorduk ki:
Peygamber sözü olan hadisin, Kuran'da bir benzeri olursa işte o hadis gerçek hadis sayılır.

O bir hadis anlatıyor ve soruyordu:
Bunun benzeri Kuran'ın neresindedir?

O sırada ben kendisine garip bir hal geldiğini görüyordum.
Onu, içinde bulunduğu o ayrılık âleminden cem âlemine yani birlik makamına getirmek istiyordum.

Sorularını uygun sözlerle oyalıyordum.
Buyurmuş olduğunuz bu hadis, gerçek hadis midir, değil midir, bunda ihtilâf vardır diyordum.

Bilginler tek bir insan gibidir", anlamına gelen hadise benzeyen ayetlerin Kuran'ın neresinde olduğunu sorduğum zaman derhal cevap verir, "Şüphesiz müminler kardeştirler" (Hucurat 10) ve ayrıca "Sizi ancak tek bir nefisten yarattık" anlamındaki ayetlerden örnekler söyler, sonra yine kendi âlemine dalardı.

Bilirdi ki, benim maksadım soru sormak değildi.
Benim maksadım neydi?

Bana, ey oğul!
Derdi, kamçıyı kuvvetli vuruyorsun. Daima oğul!
Diye hitap ederdi ve gülerdi.

Yani burada oğul hitabının ne yeri var demek isterdi.
Hazreti Peygambere daima, iman nedir diye sorarlardı.
O da soranın haline göre cevaplar verirdi ki ona lâyık bir cevap olsun.(M. 301)

Bir defasında "Müslüman, elinden ve dilinden, Müslümanların güvende olduğu kimsedir" buyururlar.

Diğer bir defasında, "Namazını kılan, zekâtını veren kimsedir", cevabını verirlerdi.

Bizde bir çare bulalım çaresiz değiliz.
Âlemin çaresini biz bulalım.

Bir Elifin ne olduğunu bilsen bütün Kuran'ı biliyorsun demektir. "Gökleri elimizle kurduk," ayetini ele alalım.

Bu Kadim’dir, başlangıcı yoktur denilmez.
Her şey onun katında mahvolur, tekrar yaratılır; ta ki Allahlığına açık şahit olsun. "Güneşi gördüğün zaman onu şahit kıl" ve yine Kuran'da "Biz seni görücü müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." buyrulmuştur.

Bütün bu inancımla, bağlılığımla beraber, Kadı Şemseddin'e dedim ki, "Gideyim bir iş tutayım.

Mademki bana ders vermiyorsun, başka yere varayım.
Ben bir şey düşündüm, dedi.

Sordum, nedir?
Bir iş yapmayayım mı?

İş yapmak bilir misin? Dedi ve ilâve etti:
Bu kadar dalgınlık ve bu derece incelikle, benim işim, mollalarım nazarında hayretle karşılanır.

Hele şu adama bakın, şu makam ve saltanat içinde nasıl çalışıyor? Derler.
Kendi kendime, ah!
Dedim bana iş hususunda cömertlik gösteriyorsun.

Ama ziyana sokuyorsun!
Sabah ona yakın gelmişti geri döndü; ama bütün külhancıların bahsettiği sabah değil.

Bütün sırlardan ancak bir Eliften başka bir şey açıklanmadı.
Başkaca her ne söyledilerse o Elifin açıklanması konusunda söylediler.

O Elif de hâlâ anlaşılamadı.

Şiir:
Ey düğümler çözme sevdasında olan ölü!
Kavuşma sırasında doğmamış, ayrılıkta ölmüş zavallı

Ey deniz kıyısında susuz uyuyan gafil;
Ey hazinenin başında dilencilikten ölen miskin!

Biliyorum ki fenadır, ama engel olmaya gücüm yetmiyor.
Bu nasıl sözdür?

Biliyorum ki, bu deniz boğucudur kendimi içine mi atayım?

Yahut bu ateş yakıcıdır yahut bu yüz arşın derinliğinde bir kuyudur yahut bu bir yılan yuvasıdır, bu öldürücü zehirdir, ya da bu tehlikeli çöldür!

Bildiğim halde nasıl giderim?
Biliyorsan gitme; bilmiyorsan bu nasıl bilgi olur?

Buna nasıl akıl veya bilgi denilebilir?
Bu kadar öğütleri, sözleri hep sana söyledim.

Bunları eğer şehirde bir topluluğa söyleseydim bana yüz binlerce saygı gösterir, (M. 302) büyük bir halk kümesi bana mürit olurlardı.

Bir zümre de birbirinin saçlarını yolarak kavga çıkarırlardı; tatlı canlarını, sevgili mallarını bağışlarlardı.

Hâlbuki sende hiç bir iz bırakmadı, sanki taş veya ondan daha katı dedikleri gibi, kalbin yumuşamadı.

Bir yumuşak huyluluktan bahsederler ki, o gerçekte yumuşaklık değildir.
Ancak o bir eşeklik sayılır.

Yoksa öğüt, insanda iz bırakır.

Hazreti Muhammed'le (S.A.) ilgilenmekte, senin huyundan başka bir huy ile yaşamıyorum, kardeşlik ve yoldaşlık yönünde hareket ediyorum.

Çünkü onun üstünde biri daha var; sonu olmayan yüce Allah.
Zaman olur ki, onun yüceliklerini anarım.

Bu saygı ve ululama yönündendir, yoksa bir dilek için değildir.
"O, Haktır" sözü Hallacın "Ben Hakkım" sözünden çok daha yüksek bir deyimdir.

Eğer dostluğumuzun ayağı havada olduğu o günden beri bu bilinmiyordu ise, bunun delili senin gevelenmiş sözler söylemendir. Eğer fena söyledinse ben razıyım.

Bana fena söylediğini ispat etmiş olman, benim için hayrın tam kendisidir.
Allah'ın sırlarından bir sır olan kullar, Allah için ne söyleyebilirler? Her ne söyleseler çirkin düşer.

Allah konuşmaz fakat kendi kudreti ile bütün varlıkları konuşturur. Camsız varlıkları bile söyletir.

Eğer sırasında konuşursa, sözsüz ve sessiz konuşur, diyen olursa, ben de derim ki; Başka bir Allah gerektir ki onu dile getirsin.

Hâlbuki ulu Allah, her şeyi dile getiren ve kendisi hiç konuşmayan o yüce kudret sahibidir.

"Allah ahlâkı ile ahlaklının," yani ilâhi ahlâk ile vasıflanın (Nitelik) buyurmuştur.

Allah ahlâkı ise hem lütuf(Hoşluk, güzellik, iyi muamele, iyilik), hem de kahir' (Üstün gelen, ezen, yok eden, ortadan kaldıran) dir.

Tek bir çeşnisi (Tat) yoktur.

Nasıl ki müminler vasfında, "Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli," (Fetih suresi, 29) buyrulmuştur.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Peygamberimizin sözlerinin ona soranın kişinin anlaması, doğru yola yönlenmesi için olduğunu, farklı gibi gözüken sözlerin peygamberde bir çelişki olmasından ileri gelmediğini öğrendik.

2.   Her insanın aklı derecesinin farklı olduğunu, anlayış ve kavrayışının dereceli olduğunu öğrendik.

3.   Gerçek bir hadisin Kuran’da bir benzerinin olması gerektiğini öğrendik.

4.   Cem âlemine yani birlik alemine yani tüme varım ve ilk kaynaktan yararlanmak gerektiğini öğrendik.

5.   Dalgın ve ince düşünenlerin iş yapamayacağını öğrendik.

6.   Öğüdün insan olanda iz bırakmayacağını, hayvan olanda iz bırakmayacağını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı erlerinin duruma göre hoş, güzel, iyi muamele, iyilik yaptığı gibi üstün gelen, ezen, yok eden, ortadan kaldıran özellikleri ve davranışları olacağını öğrendik.

Tanrı Mümin kulunun isteğini kendi isteği olarak kabul edip yerine getirdiğini öğrendik.

Allah adamını Allahtan ayrı düşünmenin yanlışa götüreceğini öğrendik, anladık.

                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar