Bu gece, kendisine söz vermiş olduğum Hıristiyan’ı ziyarete gideceğim.
Biz Müslüman’ız, o kâfirdir dediler, bize gel!
Dedim ki:
C gizliden Müslüman’dır. Çünkü teslim makamındadır.
Hâlbuki sizde teslim yoktur.
Müslümanlık ise
teslimdir.
Dediler ki:
Sen gel teslim, sohbet ile
olur. Benim yönümden hiç bir perde ve hicap (Utanma, sıkılma) yoktur.
Bismillah, tecrübe ediniz!(M.289)
Öteki, "Biz Âdem’i mükerrem (Muhterem, aziz, sayın,
saygıdeğer, sayılan, ululandırılan, hürmete erişmiş)
yarattık, onu denizde, karada taşıdık," anlamındaki ayetlerden
konuşmak istedi.
Sus dedim, bu ayetten nasip
yoktur, sözü ağzımdan kaçtı.
Kara nerede, sen neredesin?
Sormak istedim, benden sen ne
soracaksın?
Ne itiraz edeceksin?
Ben mürit tutmam, dedim.
Bana çok ısrar ettiler, sana
mürit olalım, bize hırka ver dediler. Kaçtım, arkamdan bir konak mesafeye kadar
geldiler.
Getirdiklerini (Hediye
olarak) oraya döktüler.
Faydası olmadı, oradan
uzaklaştım.
Ben kendime bir şeyh edineyim
ki, onunla tartışayım.
Yoksa her şeyhi kâmil sanan
müritleri istemiyorum.
O günü bir toplantıda o şeyh
ile cenkleştim, ona söğüp saydım, ses çıkarmadı.
Başını kırdım, yine sustu.
Başka biri, yuvarlanıyor,
yüzünü yere sürerek bana doğru geliyordu. Ona yanlış, yanlış, dediler.
Nihayet mazlum falandır ki,
bu kadar sabretti, katlandı.
Beni bırakın, dedi, ben
yanlış hareket etmiyorum.
Gerçekte mazlum (Gerçek değeri verilmemiş) budur.
Onun bu hararetli konuşması
üzerine bir feryat kopardılar.
O kafasını kırdığım şeyh ileri
yürüdü, gülümsüyor, yuvarlanıyor ve nara atıyordu.
Şimdi bu halin amel ile ne
ilgisi var, riyazet (Açlıkla nefsi terbiye) ile perhiz ile ne ilgisi var?
Her kim, şu hali riyazetten
bilirse, maksattan daha çok uzaklaşır.
Bu yolda atılacak adımın hangi
adım olduğunu bilemez.
Nefsini bilen
mutlaka Rabbini de bilir, buyurmuştur.
Adı emmare, yani emredici
olan o nefis ben de, mutmainne (kanmış) durumuna geldikten sonra, ne gam! Bütün âlemden korkusu yoktur onun.
Şiir:
Diyorsun ki,
gözyaşların niçin gül rengine boyandı?Mademki sordun neden olduğunu dosdoğru anlatayım sana.
Sevdanın kanlı yaşı
gönlüme dökülüyor, sonra,
Başımda
coşkunlaşarak gözlerimden taşıyor.
Mısra:
Ey bedenine hizmet
eden gafil! Onun hizmetinde daha ne kadar uğraşacaksın?
Nasıl ki Hakîm Senayî
buyurmuştur.
Beyit: (M. 290)
İrfanım (Bilme,
anlama) öyle bir mertebeye yükseldi ki
Bilgisiz olduğumu
şimdi anladım.
Onun bu sözünden bir şey
kokusu geliyor, çünkü ona bir şey gösterdiler.
O da benim baştan sonuna
kadar söylediğim bir şey olmadığını bildi.
Hakkın çehresi, onu arayanlar
için insanlık ışığıdır, işte bunlar gelirler, gelirler, yalnız kendilerini
görürler, ne oluyor diye merak ederler. Kendilerine bakarlar, bir kul'dan
bakarlar.
Musa Aleyhisselâm, o ışık
içinde bayıldı düştü.
Biri, biz seni bilemedik,
dedi. Yani nefsimi bilemedim demektir.
Sana kulluk edemedim, yani
nefsime kulluk edemedim anlamınadır.
Birinin eline bir definenin
planı geçmişti.
Falan kabristandan dışarı
çıkınca arkanı falan büyük kubbeye çevireceksin, yüzünü doğuya döneceksin, oku
yaya koyarak atacaksın, okun düştüğü yerde bir hazine saklıdır, deniliyordu.
Adam gitti, oku attı, her ne
kadar aradı ise de bulamadı.
Bu haberi padişaha
ulaştırdılar.
Ne kadar uzağa ok atabilen
okçular varsa toplandılar.
Oklarını sınadılar.
Fakat yine bir şey çıkmadı.
Padişaha döndükleri zaman ona
şöyle ilham olundu. Biz, yayı çek diye emir vermedik, dedi.
Kendisi gelerek oku yaya
koydu, ok hemen önüne düştü.
İnayet (Yardım) erişince iki
adım sonra maksada erişebilirsin.
Dilencinin o sevinci, bu sene
açlıktan öleceği hakkında bir şikâyeti olmadığındandır.
Şaka değil, bu sene yüz dinar
bulur, sevinir ama o nazlı Şehzade ki devlet ve varlık içinde doğmuştur,
ihtişam içinde büyümüştür, fakirin bu sevincine o güler.
Dünya halkının hali ve
yücelik peşinde koşanların akıbeti şuna benzer. Rüstem (İranlı halk kahramanı) beyaz
dev'e demişti ki:
Tenimi dağ başına göm,
kemiklerim yücelerde kalsın ki, ünümü işitenler hakaret gözü ile bakmasınlar.
Biri hafızlar halkasında
otururken ansızın vecde tutuldu, hâlbuki bu adam şer ve kötü işlerle tanınmış,
kovucu bir insandı.
Ailesi olsun yabancılar olsun
elinden kan ağlıyorlardı.
Zincirini kımıldattılar,
candan ve (M.291) cihandan geçti, feryada başladı.
Ey aile efradı! Dedi, benim
artık insanlarla alışverişim kalmadı.
Elinizi eteğinizi benden
çekin.
Ailesi dedi ki:
Biz senin bu kadar zahmetlerini
çektik, bir gün böyle bir saate kavuşmak umudu ile bekledik. Asıl kötülük zamanlarında sana yakın idik, şimdi senden nasıl ayrılalım?
Adamcağız, artık, dedi, bana
hac seferi görünüyor.
Bu sevdanın baskısı altında
hiç sabrım kalmadı, hemen yola çıkmalıyım. Önce gerçi dileği yerine gelmedi.
Çöl yolunu tutmuş, bir
kervana katılmıştı.
Adam yolda bir kanlı ishale
tutuldu.
Sık-sık deveden iniyor,
temizleniyordu.
Nihayet bir aralık kervan
geçip gitti.
Hasta kendine gelince, kervanı
gitmiş buldu.
Hemen yerinden fırlayarak can
korkusu ile yola koyuldu.
Koşarken yolda bir ağaç
dikeni ayağına saplandı, yerinde kalakaldı.
Ağlamaya, yalvarmaya başladı.
Ey dost, diyordu, elime
yapış.
Artık benim için hac
ümidinden bahsetmeye bile takat kalmadı.
Bunu sana anlatmaya ne lüzum
var!
Adam korku ve ıstırap içinde
bir saat kendinden geçiyor, bir saat da yalvarmakla vakit geçiriyordu.
Gece yaklaşınca
umutsuzluktan, yalvarmadan da takati kesilmişti. Umutsuzluk gittikçe artıyordu,
karanlık, karanlık üstüne çökmüştü.
Bu arada karşıdan çölün koyu
perdesi arasından bir insan belirdi.
Hah! Dedi, bu ya Hızır olacak
ya İlyas Peygamber.
Kendisine yaklaşınca bir anda
ona doğru koştu.
Kendi kendine diyordu ki, bu
yürüyüş insan yürüyüşüne benzemiyor. Belki de Allah'a yakın meleklerden biri
olmalı.
Ey Ulu Allah’ım! Dedi.
Bu ergin kul hürmetine şu
umutsuzluk saatlerinde elimden tutuyorsun! Uzatmayalım, gelen adam eliyle
zavallının ayağını ovuşturdu, sağalttı, onu sapasağlam kervana yetiştirdi.
Adam o anda iki elini o
kurtarıcının eteğine vurdu.
Diyordu ki:
Allah hakkı için yemin ederim
ki, seni seçkin insanlardan kılmış, bu ululuğu ve kudreti sana vermiştir.
Sen kimsin? O eteğini çekti ve beni bırak, dedi.
Nihayet şu cevabı verdi. (M.292)
Ben, vaizlerin kürsüde,
imamların mihrapta, çocuklanın kitapta okudukları ve Allah'ın, "Kıyamet gününe kadar lanetim üzerine olsun"
dediği kimseyim, Şeytan, işte böyle bir kimseye, gerçek inanç bekleyenlere de
böyle garip cilveler, acayip haller görünebilir; halka da böylece yayılır.
İnanan bir kimse herhangi bir
şahıs hakkında, ta atadan dededen ve hayatının ilk çağlarından beri, Allah
sevgisi nuru ile yetişmiştir diye zan beslerse, "Âdem henüz su ile toprak
arasında iken, ben Peygamber idim" buyuran Hazreti Muhammed (S.A.)
hakkında beslesin.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Müslümanlığın Allah’a teslim olmakla olduğunu
öğrendik.
2. Allah insanı Muhterem, aziz, sayın, saygıdeğer,
sayılan, ululandırılan, hürmete erişmiş olarak yaratmıştır ancak buna layık
olmak için çalışanların hak edişidir.
3. Şems Hazretleri bile kendisinden daha bilgili kişileri
aradığını öğrendik.
4. Şems Hazretlerinin yanında öğrenci yetiştirmediğini,
istemediği, ayak bağı yapmadığını, bir yere bağlanıp kalmadığını öğrendik.
5. Nefs-i emmare (çok zorlayan nefis): İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis,(öfke, hırs,
şehvet ve benzeri haller). Dünyaya ve ahrete insanı isteklerle bağlayan hoşlanma
duygusunu veren, ihtiyaç bildirendir.
6. Nefs-i mutmaine: İyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi
Allah’a yaklaştıran kuvvet.
7. Nefsi emmareden kurtulup mutmain olmamız
gerektiğini öğrendik.
8. Allah’tan habersiz kişilerin vücuduna hizmet ettiklerini
öğrendik.
9. İnsan bildikçe anladıkça bilgisiz olduğunu idrak
ettiğini anladık.
10.
Kişi Tanrı’yı
ararken kendisini gördüğünü, kendisine baktığını veya bir kuldan kendisine
baktığını böylece insanlık ışığını aldığını öğrendik.
11.
Sözü kendi
anlayışına göre anlayanların sözü eksik veya fazla değiştirdiğinden amacına
ulaşamadıklarını öğrendik.
12.
Olmayan dünyalık
bir şeyler bulunca sevindiklerini, zengin olanın bu sevinci anlayamadıkları
için sadece güldüğünü öğrendik.
13.
Yücelik peşinde
olanların toprak altına gireceklerini anma toprakta bile yüksek yere gömülmek
isteyeceklerini öğrendik.
14.
Bazılarının
yardım gördükleri kişinin şeytan olduğunu anlayamadıklarını, o şeytanı Hızır,
İlyas, melek zannettiklerini öğrendik.
15.
Allah nuruyla
beslenmiş kişinin Hazreti Muhammet olduğunu, diğer kişilere böyle bir zan
oluşturmanın yanlışa düşüreceğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Ravli nefs yazarak Google den
iyice incelemelisin.
Her zaman daha iyi bileni
aramamız, bulmamız ve yakınlık kurmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Gördüğü gibi yüzeysel bakan,
gördüğü gibi kabul edinin anlama seviyesine geçiş sağlamayacaklarını öğrendik,
anladık.
Anlama kademesine geçenlerin
bildikleri ve bilmek istedikleri ile kavrayıcı kademesine iştahla geçtiklerini
öğrendik, anladık.
Allah’a içimizden veya
Allah’ı görebilen insanın içinden bakarak görebileceğimizi öğrendik, anladık.
*
RAVLİ