18 Aralık 2012 Salı

ŞEMSİ TEBRİZİ 17

Dedim ki:
Bu gece, kendisine söz vermiş olduğum Hıristiyan’ı ziyarete gideceğim.
Biz Müslüman’ız, o kâfirdir dediler, bize gel!

Dedim ki:
C gizliden Müslüman’dır.
Çünkü teslim makamındadır.

Hâlbuki sizde teslim yoktur.
Müslümanlık ise teslimdir.

Dediler ki:
Sen gel teslim, sohbet ile olur.
Benim yönümden hiç bir perde ve hicap (Utanma, sıkılma) yoktur.
Bismillah, tecrübe ediniz!(M.289)

Öteki, "Biz Âdem’i mükerrem (Muhterem, aziz, sayın, saygıdeğer, sayılan, ululandırılan, hürmete erişmiş) yarattık, onu denizde, karada taşıdık," anlamındaki ayetlerden konuşmak istedi.

Sus dedim, bu ayetten nasip yoktur, sözü ağzımdan kaçtı.
Kara nerede, sen neredesin?

Sormak istedim, benden sen ne soracaksın?
Ne itiraz edeceksin?

Ben mürit tutmam, dedim.
Bana çok ısrar ettiler, sana mürit olalım, bize hırka ver dediler. Kaçtım, arkamdan bir konak mesafeye kadar geldiler.

Getirdiklerini (Hediye olarak) oraya döktüler.
Faydası olmadı, oradan uzaklaştım.

Ben kendime bir şeyh edineyim ki, onunla tartışayım.
Yoksa her şeyhi kâmil sanan müritleri istemiyorum.

O günü bir toplantıda o şeyh ile cenkleştim, ona söğüp saydım, ses çıkarmadı.
Başını kırdım, yine sustu.

Başka biri, yuvarlanıyor, yüzünü yere sürerek bana doğru geliyordu. Ona yanlış, yanlış, dediler.
Nihayet mazlum falandır ki, bu kadar sabretti, katlandı.

Beni bırakın, dedi, ben yanlış hareket etmiyorum.
Gerçekte mazlum (Gerçek değeri verilmemiş) budur.

Onun bu hararetli konuşması üzerine bir feryat kopardılar.
O kafasını kırdığım şeyh ileri yürüdü, gülümsüyor, yuvarlanıyor ve nara atıyordu.

Şimdi bu halin amel ile ne ilgisi var, riyazet (Açlıkla nefsi terbiye) ile perhiz ile ne ilgisi var?

Her kim, şu hali riyazetten bilirse, maksattan daha çok uzaklaşır.
Bu yolda atılacak adımın hangi adım olduğunu bilemez.

Nefsini bilen mutlaka Rabbini de bilir, buyurmuştur.
Adı emmare, yani emredici olan o nefis ben de, mutmainne (kanmış) durumuna geldikten sonra, ne gam!
Bütün âlemden korkusu yoktur onun.

Şiir:
Diyorsun ki, gözyaşların niçin gül rengine boyandı?
Mademki sordun neden olduğunu dosdoğru anlatayım sana.

Sevdanın kanlı yaşı gönlüme dökülüyor, sonra,
Başımda coşkunlaşarak gözlerimden taşıyor.

Mısra:
Ey bedenine hizmet eden gafil!
Onun hizmetinde daha ne kadar uğraşacaksın?

 Derler ki bu mısra Ebülalai Maarri'nindir.
O kadar da değil; onun sözü kuvvetli şahsiyetlerin söyledikleri sözler den değildir.

Nasıl ki Hakîm Senayî buyurmuştur.
Beyit: (M. 290)

İrfanım (Bilme, anlama) öyle bir mertebeye yükseldi ki
Bilgisiz olduğumu şimdi anladım.

Onun bu sözünden bir şey kokusu geliyor, çünkü ona bir şey gösterdiler.
O da benim baştan sonuna kadar söylediğim bir şey olmadığını bildi.

Hakkın çehresi, onu arayanlar için insanlık ışığıdır, işte bunlar gelirler, gelirler, yalnız kendilerini görürler, ne oluyor diye merak ederler. Kendilerine bakarlar, bir kul'dan bakarlar.

Musa Aleyhisselâm, o ışık içinde bayıldı düştü.
Biri, biz seni bilemedik, dedi.
Yani nefsimi bilemedim demektir.

Sana kulluk edemedim, yani nefsime kulluk edemedim anlamınadır.

Birinin eline bir definenin planı geçmişti.
Falan kabristandan dışarı çıkınca arkanı falan büyük kubbeye çevireceksin, yüzünü doğuya döneceksin, oku yaya koyarak atacaksın, okun düştüğü yerde bir hazine saklıdır, deniliyordu.

Adam gitti, oku attı, her ne kadar aradı ise de bulamadı.
Bu haberi padişaha ulaştırdılar.

Ne kadar uzağa ok atabilen okçular varsa toplandılar.
Oklarını sınadılar.

Fakat yine bir şey çıkmadı.
Padişaha döndükleri zaman ona şöyle ilham olundu.
Biz, yayı çek diye emir vermedik, dedi.

Kendisi gelerek oku yaya koydu, ok hemen önüne düştü.
İnayet (Yardım) erişince iki adım sonra maksada erişebilirsin.

Dilencinin o sevinci, bu sene açlıktan öleceği hakkında bir şikâyeti olmadığındandır.

Şaka değil, bu sene yüz dinar bulur, sevinir ama o nazlı Şehzade ki devlet ve varlık içinde doğmuştur, ihtişam içinde büyümüştür, fakirin bu sevincine o güler.

Dünya halkının hali ve yücelik peşinde koşanların akıbeti şuna benzer. Rüstem (İranlı halk kahramanı) beyaz dev'e demişti ki:

Tenimi dağ başına göm, kemiklerim yücelerde kalsın ki, ünümü işitenler hakaret gözü ile bakmasınlar.

Biri hafızlar halkasında otururken ansızın vecde tutuldu, hâlbuki bu adam şer ve kötü işlerle tanınmış, kovucu bir insandı.

Ailesi olsun yabancılar olsun elinden kan ağlıyorlardı.
Zincirini kımıldattılar, candan ve (M.291) cihandan geçti, feryada başladı.

Ey aile efradı! Dedi, benim artık insanlarla alışverişim kalmadı.
Elinizi eteğinizi benden çekin.

Ailesi dedi ki:
Biz senin bu kadar zahmetlerini çektik, bir gün böyle bir saate kavuşmak umudu ile bekledik.
Asıl kötülük zamanlarında sana yakın idik, şimdi senden nasıl ayrılalım?

Adamcağız, artık, dedi, bana hac seferi görünüyor.
Bu sevdanın baskısı altında hiç sabrım kalmadı, hemen yola çıkmalıyım.
Önce gerçi dileği yerine gelmedi.

Çöl yolunu tutmuş, bir kervana katılmıştı.
Adam yolda bir kanlı ishale tutuldu.

Sık-sık deveden iniyor, temizleniyordu.
Nihayet bir aralık kervan geçip gitti.

Hasta kendine gelince, kervanı gitmiş buldu.
Hemen yerinden fırlayarak can korkusu ile yola koyuldu.

Koşarken yolda bir ağaç dikeni ayağına saplandı, yerinde kalakaldı.
Ağlamaya, yalvarmaya başladı.

Ey dost, diyordu, elime yapış.
Artık benim için hac ümidinden bahsetmeye bile takat kalmadı.

Bunu sana anlatmaya ne lüzum var!
Adam korku ve ıstırap içinde bir saat kendinden geçiyor, bir saat da yalvarmakla vakit geçiriyordu.

Gece yaklaşınca umutsuzluktan, yalvarmadan da takati kesilmişti. Umutsuzluk gittikçe artıyordu, karanlık, karanlık üstüne çökmüştü.

Bu arada karşıdan çölün koyu perdesi arasından bir insan belirdi.
Hah! Dedi, bu ya Hızır olacak ya İlyas Peygamber.

Kendisine yaklaşınca bir anda ona doğru koştu.
Kendi kendine diyordu ki, bu yürüyüş insan yürüyüşüne benzemiyor. Belki de Allah'a yakın meleklerden biri olmalı.

Ey Ulu Allah’ım! Dedi.
Bu ergin kul hürmetine şu umutsuzluk saatlerinde elimden tutuyorsun! Uzatmayalım, gelen adam eliyle zavallının ayağını ovuşturdu, sağalttı, onu sapasağlam kervana yetiştirdi.

Adam o anda iki elini o kurtarıcının eteğine vurdu.
Diyordu ki:

Allah hakkı için yemin ederim ki, seni seçkin insanlardan kılmış, bu ululuğu ve kudreti sana vermiştir.
Sen kimsin?

O eteğini çekti ve beni bırak, dedi.
Nihayet şu cevabı verdi. (M.292)

Ben, vaizlerin kürsüde, imamların mihrapta, çocuklanın kitapta okudukları ve Allah'ın, "Kıyamet gününe kadar lanetim üzerine olsun" dediği kimseyim, Şeytan, işte böyle bir kimseye, gerçek inanç bekleyenlere de böyle garip cilveler, acayip haller görünebilir; halka da böylece yayılır.

İnanan bir kimse herhangi bir şahıs hakkında, ta atadan dededen ve hayatının ilk çağlarından beri, Allah sevgisi nuru ile yetişmiştir diye zan beslerse, "Âdem henüz su ile toprak arasında iken, ben Peygamber idim" buyuran Hazreti Muhammed (S.A.) hakkında beslesin.

                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Müslümanlığın Allah’a teslim olmakla olduğunu öğrendik.

2.   Allah insanı Muhterem, aziz, sayın, saygıdeğer, sayılan, ululandırılan, hürmete erişmiş olarak yaratmıştır ancak buna layık olmak için çalışanların hak edişidir.

3.   Şems Hazretleri bile kendisinden daha bilgili kişileri aradığını öğrendik.

4.   Şems Hazretlerinin yanında öğrenci yetiştirmediğini, istemediği, ayak bağı yapmadığını, bir yere bağlanıp kalmadığını öğrendik.

5.   Nefs-i emmare (çok zorlayan nefis): İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis,(öfke, hırs, şehvet ve benzeri haller). Dünyaya ve ahrete insanı isteklerle bağlayan hoşlanma duygusunu veren, ihtiyaç bildirendir.

6.   Nefs-i mutmaine: İyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah’a yaklaştıran kuvvet.

7.   Nefsi emmareden kurtulup mutmain olmamız gerektiğini öğrendik.

8.   Allah’tan habersiz kişilerin vücuduna hizmet ettiklerini öğrendik.

9.   İnsan bildikçe anladıkça bilgisiz olduğunu idrak ettiğini anladık.

10.           Kişi Tanrı’yı ararken kendisini gördüğünü, kendisine baktığını veya bir kuldan kendisine baktığını böylece insanlık ışığını aldığını öğrendik.

11.           Sözü kendi anlayışına göre anlayanların sözü eksik veya fazla değiştirdiğinden amacına ulaşamadıklarını öğrendik.

12.           Olmayan dünyalık bir şeyler bulunca sevindiklerini, zengin olanın bu sevinci anlayamadıkları için sadece güldüğünü öğrendik.

13.           Yücelik peşinde olanların toprak altına gireceklerini anma toprakta bile yüksek yere gömülmek isteyeceklerini öğrendik.

14.           Bazılarının yardım gördükleri kişinin şeytan olduğunu anlayamadıklarını, o şeytanı Hızır, İlyas, melek zannettiklerini öğrendik.

15.           Allah nuruyla beslenmiş kişinin Hazreti Muhammet olduğunu, diğer kişilere böyle bir zan oluşturmanın yanlışa düşüreceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ravli nefs yazarak Google den iyice incelemelisin.

Her zaman daha iyi bileni aramamız, bulmamız ve yakınlık kurmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Gördüğü gibi yüzeysel bakan, gördüğü gibi kabul edinin anlama seviyesine geçiş sağlamayacaklarını öğrendik, anladık.

Anlama kademesine geçenlerin bildikleri ve bilmek istedikleri ile kavrayıcı kademesine iştahla geçtiklerini öğrendik, anladık.

Allah’a içimizden veya Allah’ı görebilen insanın içinden bakarak görebileceğimizi öğrendik, anladık.

                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar