17 Aralık 2012 Pazartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 16

Mevlâna oturmuştu.
Hocanın biri namaz vaktidir, diye seslendi.

Mevlâna kendi âlemine dalmıştı.
Biz hep kalktık, akşam namazına durduk.

Bir kaç kere baktım gördüm ki, imam ve bütün cemaat arkamızı kıbleye çevirmişiz.

Namazı bitirmeye uğraşıyorduk, kıbleden yüz çevirmiş olarak sazcıların arasına geldim.

Bana şöyle bir fikir geldi:
Bunlar ne garip insanlar ki ezelden ebediden doğmuş bir güneşten habersizdirler.

Ezel ve ebed nedir ki!
Bunların her ikisi de senin sıfatındır.

Bunlar daha dün meydana çıktı.
Zamanın başına ezel dediler, kuyruğuna da ebed adını koydular.
Ezel nedir, ebed ne?(M.287)

Bir Güneş doğdu, bütün âlemi nur kapladı.
Ayın, Güneşin sözü mü olur?

Bu halkın O Ay, Güneş karanlığında bundan hiç haberi yok.
Hazreti Muhammed'e (hâşâ) sihirbaz dediler.

Hâlbuki Allah adının anıldığı her yerde sihir bozulur.
Bir yerde ki, içerisi baştanbaşa nur doludur.

Sihir orada nasıl barınabilir?
Yağmur yağmaya başladığı vakit sihir kaçar.

Bu kadar hayat yağmuru ve canlılık iksiri, bengi sular ondan yağar, ondan fışkırırken sihir onda nasıl yer bulur?

Onun için buyurmuştu ki Şeyhin gerçek olmadığının nişanı şudur ki, onunla sahradan, oyundan dönersin de, hiç bu maceradan ve bu oyundan bir şey anlatmaz ve habersizdir.

Dedi ki:
Ben, karşımda oynanmasını istemediğim o oyun için bir şey söylemiyorum.

Bana gelince, ben yüzüne güler, ona Allah hayatınızı size mübarek kılsın! der geçerim.

O daima onların macerasından bir başkasını anlatayım diye düşünür. Bana böyle şeyler gerekmez.

Kendime macera söyleyeyim de, sana ne yapayım.
O ki, yüz yıl sonra da sana gelecektir, Allah sana ömürler versin.

Herkese söylerim, Muhammed ümmetinden olanlar söyle olmalıdır; Muhammed şöyledir.

Nihayet taşa tapanlara, bunlar fenadır diyorsun.
Çünkü yüzlerini bir taşa veya bir duvardaki resme çevirirler.

Sen de yüzünü duvara çeviriyorsun.
Şu halde Hazreti Muhammed'in söylediği şu nükteyi sen anlamıyorsun:

"Kâbe, âlemin içindedir.
Bütün âlem halkı yüzlerini ona çevirirler.

Ama eğer bu Kâbe’yi aradan kaldırırsan, herkes ancak birbirinin gönlüne secde eder.

Yani, onun secdesi bunun gönlüne, bunun secdesi onun gönlüne olur.
Bilmiyor musun ki, bahis konusu ettiğim her sözü inceler, düzeltirim.

Konuşan kuvvetlidir, cılızlık ona yaraşmaz.
Ben asla yazmayı âdet edinmedim.

Çünkü yazmadığım şeyler bende kalır ve her an bana başka türlü yüz gösterir. (M.288)

Söz bahanedir.
Hak, duvağı çözmüş, cemalini göstermiştir.

Hak sözleri deryasının coşkunluğundan bir Elif nakış olundu.
Ferman geldi:

Ey Ruhanî Cebrail!
Tanrısal levhadan şu kutsal sözü oku.
Henüz sözümü tamamlamamıştım ki, Şahap kaçtı.

Artık senin yüzüne bakmaya takat getiremedim, dedi ve gitti.
Ne oldu da, dedim, kaçıyor ve kaçarken acayip şey diyordu.

Şahap her ne kadar küfür söylüyordu ama ruhanî ve safi idi.
Öz ruh olmuş, gıda ondan uzaklaşmıştı.

(Sadece açık gerçeklerden hareket edenlerin özü ruh olur, böyle sınırlı hareket edenler üstü örtülmüş, perdelenmiş gerçeklerin gıdasından yararlanamazlar)

Bir gün de bir nükte anlatıyordum.
Bazı açıklamalarda bulunuyordum.

Mananın ona gizli kalmasını istemiyordum.
O, cüzî (Parça) âlemi parçaları bilmez, küllî (Bütün) âlemi yani tümü bilir diyorsun.

Bu küllî âlemden neyi kastediyorsun? Dedi.
Ben külden, tümden bahsettim, hiç bir parça bilmiyorum ki o küllün dışında olsun.

Evet, cüz, yani parça denildiği vakit kül yani tüm yahut bütün bunun içinde yoktur.

Asla ağaçları içinde olmayan bir yere bağ denilmez.
O zaman orası bağ olmaz dağ olur.

Şahap dedi ki:
Öyleyse, o, cüzî şeyleri bilmez dediğimiz zaman noksan söz söylemiş olmaz mıyız?

Meselâ benim karnımda uyuyan bir üzüm tanesi var.
Ben o üzümü bilmezsem onu bilmek veya bilmemek bana ne noksan verir.

Şimdi ben Hintçeyi bilmiyorum.
Bu acizliğimden değil, ama Arapçaya ne olmuştur ki!

Eğer Hintli onu işitse, bu çok hoş bir dildir, der.
Farsçaya ne olmuştur ki, bu kadar güzelliği ve hoşluğu ile beraber bu lisandaki sözler, Arapçada yoktur.

Bizim önümüzde bir kimse bir defada Müslüman olamaz.
Müslüman olur, sonra kâfir olur, tekrar Müslüman olur.

Her defasında, her şeyden dışarı çıkar; olgunlaşıncaya kadar böyle devam eder.

                                    ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı eri varken Namaz kıblesinin aranmayacağını öğrendik.

2.   Aydınlık verenleri fark etmemiz ve o aydınlıktan yaralanmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Nurlu kişileri aramamız gerektiğini öğrendik.

4.   Ezanın her zaman okunduğunu, Tanrı eri ile sohbetin tekrarı olmadığını öğrendik.

5.   Allah sevgisi olana sihrin, büyünün etkileyemeyeceğini öğrendik.

6.   Secdenin o kişiye değil onun gönlüne edildiğini öğrendik.

7.   Bütünün içinde parçaların olduğunu ama parçanın içinde bütün olmadığını, parçanın diğer parçalarla birleşmesi gerektiğini öğrendik.

8.   Kâbe’yi yalnız bir resim veya duvar olarak görmemizin yanlış olduğunu onun hakikatini anlamamız gerektiğini öğrendik.

9.   Şems Hazretleriyle gönül birliği kuranın Olgunlaşana kadar inancında değişikler olacağını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ravli namaz yazarak Google dan incelemelisin.

Bir şeyi doğru ve net görmek için, değerini doğru saptamak ve kabul etmek için olayın dışına çıkarak bakmak ve dışarıda kalmadan tekrar içine girmek gerekiyor.

Dışa çıkamazsan bütünü göremezsin, bir düşünceyi kendine inanç yaparak saplanıp kalırsın.

Dışarı çıkıp da dışarıda kalmayı seçersen dışlanırsın ve alacağın faydadan mahrum olursun.

Tüme varım tümden gelimde bakışın hem içeriden dışarıya, hem de dışarıdan içeriye olması gerekir.

İçinde yer edersen, benimsersen, emek verirsen, katkı sunarsan bu uğraşın her ne ise sana fayda verir.

                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar