Duydum ki. Can yakıcı Azrail,
bir gün Süleyman peygamberin sayvanına (Gölgelik yer) girdi.
Huzurunda bir gencin
oturmakta olduğunu gördü.
Ona bir göz attı.
Görünce şaşıra kaldı.
Gençte onun korkusundan
perişan bir hale geldi.
Derhal Süleyman’a:
Aman dedi, buluta buyur da
beni hemencecik, buradan uzak bir yere götürsün.
Ölüm korkusundan bittim
adeta.
Süleyman, onu fars’tan ta
Hindistan’a götürmesini buluta emretti.
Bu işin üstünden bir gün
geçince Azrail tekrar Süleyman’ın yanına geldi.
Süleyman dedi ki:
Ey kılıçsız kan döken! Neden o gence şiddetle baktın?
Azrail şöyle cevap verdi:
O sırada Allah tapısından bu
çeşit bir buyruk gelmişti.
Onu üç günlük bir yerde, Ta
Hindistan’da bul, ansızın canını al demişti.
Onu burada görünce şaşırdım. Buradan derhal üç günlük yola nasıl gider dedim.
Bulut, onu Hindistan’a
götürünce ben de vardım orada canını aldım.
*
Bu hikâye, sana daima bir hasbıhaldir
(Görüşme, dertleşme); ezeli hükümden kurtulmanın
imkânı olmadığını anlatır.
Mukadder olmayan şeye
tedbirin ne faydası olabilir ki?
Ezel, takdire göre sen bir
noktanın içindesin.
İyi bak da bu işte şaşı olma.
Onun işi, senin işine
benzemez.
Bir gül açtırsa sana diken
kesilir.
İkilikte kalan, müşrike
(Allah’a inanmayan) benzer.
Benim belâm (zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kişi), benlikten, senlikten ibarettir.
İkilik (ben-sen) ortadan
adamakıllı kalktı mı birlik kendini gösterir.
Dilek birleşir.
İstersen her kirpiğinden
yüzlerce kan ırmağı akıt, gözlerini bağladılarsa nasıl
açabilirsin?
Ey sayrı (Hasta)!
Ellerini bağlamışlarsa bağlı
elle ne yapabilirsin ki?Akıllılar, din derdine uğramışlardır.
Sense büyücülüğe kapılmışsın.
Alemin bütün cüzileri dert
ehlidir, savaş meydanında başlarıyla oynarlar.
Sen bir an olsun din derdine
uğradın mı?
Ne gezer!İşsizlik, güçsüzlük sevdasından başka bir şey yok sende.
Din derdinin bir parçasını
bilseydin hayat isteğini bile terk ederdin.
Fakat ciğerine bir kılıç
yememişsin ki.
Ne derdi bilirsin, ne açlık
çekmeden anlarsın.
***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR
M.EB. YAY.392
***
İşte böyle yaren,
Her Âlemin farklı işletim
şekli vardır.
Dışarıdan gözlemlerinle bir
fikir edinsen bile sanı olmaktan ileri gitmez.
O âleme girip birliktelik
sağlar, oranın işleyişini kendine dert edersen ancak anlayabilirsin.
Az bilgi ile fikir söylemen
kabul görmez.
Çünkü dünya işlerinde
kullandığın aklın parça (cüzi) akıldır ve yeteri bilgin olsa bile dış tesirlere
açık olduğundan doğru yoruma ulaşamaz.
Gönlün, bütün aklı(Külli) kullandığından dış
tesirlere açık olmadığından, daha uygunluk sağlar.
Kafan karışmasın.
Gönlün ve aklın aynı görüşte
olduğu zaman kararlarında sana uygunluk, kabul edilebilirlik, sakinlik sağlar.
Böylece beğenilen
olursun.
Bu uyum ve uygunluğu, din esaslarını
samimiyetle kabul edip, sevip, bağlanarak, kendini parçası haline getirirsen,
duyuş, düşünüş ve hareketlerinde uygunluk ve uyumluluk sağlarsın.
Diğer bir anlatımla birlik (Tevhit) oluşturursan doğru, akla uygun yargılar
vermeyi sağlayan yetenek ve aklıselim sahibi olursun.
*
Sözlerin önemini yeteri kadar
anlamayan, olay başına geldikten sonra acılar yoluyla anlar.
Kelimeler yoluyla konuyu bir
sonuca bağlayıncaya kadar uğraşmalısın.
Uğraşmazsan anlayamazsın ve
yeterli önlem de alamazsın.
*
Hakkında evvelden verilmiş
kaza, kader hükmü değişmez.
Ancak iyi işler yaparsan,
fakirlere, gariplere, yolculara, hastalara, dervişlere Allah rızasını gözeterek
yardım edersen, Allah’ın takdiri ile değişebilir veya hafifletilebilir.
(Örnek: Trafik kazası kaderinde varsa, en hafif biçimi olarak,
rüyanda yaşatılırsın)
İyilik yaparsın ama amacın halk iyi desin
olursa böyle bir beklentin olmasın.
HER ŞEYİN EN DOĞRUSUNU
ALLAH BİLİR.
*
RAVLİ