Onun riyazeti (nefse hâkimiyet
için yemede, içmede ve uyuma da azlık) o derecede idi ki, başı ve ayakları
çıplak on iki sene ormanlarda ve dağlarda dolaştı.
Arpa unu ile dolu bir
dağarcığı (azık torbası) vardı.
On iki günde bir defa buğrak
yapar (suyla karıştırır), iftar ederdi.
O derecede nefsini kırmak
için açlığa uymuştu ki açlıktan dişleri dökülmüştü.
Bir seher vakti birdenbire
gayp âleminden bir hatif (Allah’tan söz getiren Melek)
“Bu günden itibaren riyazeti
bırak ve artık zahmet çekme” diye ses verdi.
(Bu sesi kulak bölgende değil de kalp bölgende aynı kulaktan duyuyormuşçasına duyarsın)
Seyyid “Peygamberimiz
Muhammed’i her türlü insanlara gönderen Tanrı’ya yemin ederim ki, Tanrı’yı tamamen
görmeden bu uğraşıdan elimi çekmem.” Dedi.
*
Yüce Tanrı’dan her ne
istediyse müyesser (kolay) oldu.
Veliliğin ve sonsuz
keşiflerinin kemalinden (olgunluğundan) sonra gönül huzuru ile aziz ömrünün
günleri sona erinceye kadar kendi iç halleri ile meşgul oldu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
MÜRİD
Bir şeyhe katılıp henüz yola
tam girmemiş olan tarikat (yol) mensubuna denir.
Tasavvuf yolcuları 4
derecededir.
1.
Talip.(istekli)
2.
Mürid.(yola yeni
girmiş)
3.
Salik (yolda
ilerleyen)
4.
Vasıl (Yolu
tamamlayıp Allah’a ulaşan)
Yani kendine ait isteklerden
arınmaktır.
Şeyhi talim ve terbiye ederek
yola hazırlar.
Yolun gereklerini ve adabını
öğretir, eğitir, uygulattırır.
Yolculuğunda yardım eder.
Ta ki Allah tapısına kadar
yardım eder.
Derviş, mürşidinin kapısının
eşiğini Kâbe bilir.
Derviş kelimesinin de hikmeti
buradadır.
Mürşidinin nurunu gönlünde
kendini gösterir.
Derviş nereye bakarsa
mürşidinin yüzünü görür.
Dervişlik, ulular eteğini
tutmakla başlar.
Ulu kişiler, hakiki
kılavuzlardır.
Yolcuyu küfür, şirk ve dünya
belasından mürşid kurtarır.
Mürşit yardım edecek güce
sahip, yetkilidirler.
*
MÜRŞİD
Manen yol gösteren kılavuz
kişidir.
Üstün özellikleriyle gerçek
mürşid Hz. Muhammed’dir.
Hz. Muhammed’e varis olan
kâmil insanlar, bütün ahlaki ve ilmi konuda doğru yolu göstermek ve uyarmak
için yetkilidirler.
Bağlılıkla mensup olmak
gereken kişidir.
Mürşid, Muhammedi ruhu ve
sırrı taşıyan yetkilidir.
Yüce makamlara yol bulmanın
ilk şartı, mürşid de fani olmaktır.
(Kendi bildiklerini,
görüşünü, isteklerini yok edip mürşide itaat etmek)
Mutlak varlıkta birbirine
benzeyen halde olmak için, mürşidin iç âlemine bakmasıyla denetleme ve kontrol
etmesiyle mümkündür.
Şu halde isteklinin ilk yapacağı
şey, erenler huzurunda bulunup “muhasebe” ehli olmaktır.
(Muhasebe: Her gün nefsin
yaptığı iyilik ve şerri hesaplamak, kendini ve davranışlarını hesaba çekmek
demektir.
“Hesaba çekilmeden önce
kendinizi hesaba çekiniz” hadisi şerifi gereğince, şeriat (din kanunları)
terazisini göre (Ölçü ve tartın kendi değerlerin olursa yanlış olur)
değerlendirme yapmalısın.
Noksanın varsa noksanını
gidermek ve kul hakkı varsa onu da sahibine, yoksa mirasçısına vermek
muhasebenin şartıdır.
Mürşid, bir silsile ile Hz. Muhammed’e ulaşan
kişidir.
Bu silsile, onun manevi
olgunluğun belli olması için gereklidir.
Çünkü mürşid, Muhammedi bir
varistir.
Yüksek özelliklere sahip
kişidir.
Bilgisiyle hocadır,
bakıcıdır, üstattır.
Yüzü, nuruyla bir aydır.
Mumdur, güldür, aynadır.
Konuşması baldır.
Sohbeti tatlıdır.
Ölü gönülleri diriltir.
*
Yaren,
Baha Veled hazretlerinin bir
bakışı ile Hak nurlarına kavuşan Seyyid bu hak nurlarını ve sırları taşıyamaz
oldu da kendini dağlara vurdu.
Baha Veled Hazretlerinin
sunduğu kadeh, daima ilahi aşktır ve bu bakışa kimse dayanamaz.
Bu bakış aşk pençesidir ki, bu
pençeyle âşıklar, vücutlarını yokluk denizinde boğulurlar.
Sonra dervişi dünya
tuzağından kurtarır, elinden tutar kaldırır, sevinçli bir hale sokar.
Hak nurlarını taşımak kolay
değildir, üstelik akış sağlandıktan sonra.
Kendini kontrol altına
almadan bu nurlara kavuşunca aklı kavrayamadı, anlayamadı ama gerçekler ve
gelecek sırlarına kavuşunca ne yapacağını şaşırdı.
Bir yandan kendini kontrol
etmek bir yandan da bu sırları ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmediğinden
yanlış bir şey yapmak korkusundan dağlara çekildi.
Ey yaren işte bu işler böyle.
Buğdayın olsa, suyun olsa, mayan olsa, bunları birbiri ile yoğursan ille de ataş görüp pişmesi lazımdır ki nimet olarak sofrada yerini alsın.
*
RAVLİ