(dostlarından, sevenlerinden)
Onu Taceddin Vezir’in Dar uz-Zakarin
adı verilen medresesine şeyh tayin ettiler.
Büyük bir posta oturma töreni
yapıldı.
Bütün bilginler, fakirler,
emirler, ileri gelenler ve ahiler orada bulunuyorlardı.
O günü Mevlana Hazretleri çok
büyük bir heyecan içinde tamamıyla semaa dalmıştı.
Sema’nın güzelliğinden yüce
göğün bile dönerek ve bir deve gibi raks ederek altüst olmasından korkuluyordu.
İşte o halin şevkinden o,
hala dönmededir.
Nitekim Mevlana Hazretleri
buyurmuştur.
Şiir:
“Ey, bizim başımızın üstünde
dönen gök!
Güneşe âşık olmada benimle bir
tarikattansın” (yoldasın)
Zanlar ilmi fenlerinde çok
nasibi olan (felsefe) Seyyid Şerefeddin’in yalnız velilerin hallerinden nasibi
yoktu.
Bir köşeye çekilmiş birkaç
vesveseci ile müritleri kötülemekle meşguldü.
Birdenbire Mevlana Hazretleri
ona: “ Ey kız kardeşi fahişe, Tanrı’nın:
‘biriniz ölmüş kardeşinin
etini yemeği sever mi?’ Ayetini okumadın mı?” diye bağırdı.
(Hucurât, 12)
Bütün ulular “ Mevlana Hazretleri ne buyurdu “ diye şaşa kaldılar.
Seyyid Şerefeddin “ Hâşâ, Mevlana’nın
bu düşüncesi hayaldir” demeğe başladı.
Mevlana:
” Sus, her türlü hayal sizin
tarafınızdadır.
Bizim tarafımızda
hakikatlerin ruhundan başka bir şey yoktur.
Tanrı erlerinin
hakikatlerinin heybeti yanında kalpleri donmuş olanların hayali ne ittir
(köpek) ki baş kaldırır”.
Şeyh Sadreddin ve Pervane
hemen kurt karakterli Seyyid’i susturdular ve tam bir hiddetle:
“ Sus, zira Mevlana’nın
sözünün üzerine söz yoktur.
Onların buyurdukları
doğrudur” dediler.
Bunun üzerine Seyyid
Şerefeddin müritlerinin ve ayaktakımının elinden kaçtı, aylarca evinden dışarı
çıkmadı.
Nihayet kör ve fakir oldu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
“Ey iman edenler!Zannın çoğundan kaçının.
Çünkü zannın bir kısmı
günahtır.
Birbirinizin kusurunu
araştırmayınız.
Biriniz diğerinin arkasından
çekiştirmesin.
Biriniz, ölmüş kardeşinin
etini yemekten hoşlanır mı?
İşte bundan tiksindiniz.
O halde Allah’tan korkun.
Şüphesiz Allah, tövbeyi çok
kabul edendir, çok esirgeyendir.
(Hucurât, 12)
Neler öğrendik:
1.
Tanrı erlerinin
sözünün kendi kişisel sözü olmadığını öğrendik.
2.
Tanrı erlerinin
sözünü değersizleştirmeye çalışanların, yalanlayanların, inkâr edenlerin
sonunun iyi olmadığını öğrendik.
3.
Tanrı erlerinin sözünü
anlamasak bile itiraz etmeden kabul etmemiz gerektiğini, sonra
anlayabileceğimizi öğrendik.
4.
Tanrı erlerinin
sözü hakikat olduğunu, zan, vesvese, şüphe, kişisel katkı olmadan söylendiğini
öğrendik.
5.
Yaptığımız hatayı
anladığımız zaman tövbe etmemiz gerektiğini ve o kişiden özür dileyerek
helallik istememiz gerektiğini öğrendik.
6.
Hatada ısrar
etmenin bizi mahvettiğini öğrendik.
ZAN
Sanma, sezme, şüphe ve kesin olmayan bilgiye zan diyoruz.
% 1 ihtimal olan şeye VEHİM,
% 2-50 ihtimal olan şeye
ŞÜPHE% 50 den sonraki ihtimale ZAN
% 90 ihtimale ZANNI-GALİP
% 100 olana KESİN BİLGİ
DENİR.
(İzmirli İsmail Hakkı’ya
göre)
Kuran-ı Kerimde kesin olmayan
bilgi ile hareket edilmesi hoş görülmemiştir.
“Ey inananlar, zannın
çokluğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır”
(Hucurât, 49/12)
“Bilmediğin bir şeyin ardına
düşme.
Çünkü kulak, göz ve gönül
bunların hepsi, o yaptığından sorumludur”(İsrâ, 17/36)
Zan, taşıdığı değer itibariyle birkaç kategoriye ayrılmaktadır.
1.
Zannın bir kısmı
ahlaken beğenilmiş ve dinen makbul görülerek övülmüştür.
Allah, peygamberler ve müminler
hakkında iyi niyet beslemek ve hüsn-ü zanda bulunmak gibi.
2.
Mahkemelerde
şahitler hakkında gerekli inceleme yaptıktan sonra galip zanna göre hüküm
vermeye dayanak teşkil eden zandır.
Böylece insanlar arasında karar verme zorunluluğu olan birçok muamelede, mutlak gerçeği bilmek mümkün olmadığı takdirde galip zanna dayanılarak hüküm verilir.
3.
Bir kimse veya
zümrenin yaşayış ve hareketlerinde yahut davranışlarında hüsn-ü zanna layık
olmayan görüntüler ve kendileri su-i zan duymak için makul sebepler var ise,
işte o zaman bu zan günah değildir.
4.
Birinin herhangi
bir söz ve hareketinde iyilik ve kötülük ihtimali eşit olup, bizim de sırf su-i
zandan hareket ederek onu kötülüğe yorumlamamızdan kaynaklanan zandır.
Bu
zan günahtır.
Mesela iyi birinin ayakkabısını giyse, bizim de onun mutlaka
çalmak niyeti ile böyle bir işe teşebbüs ettiğine karar vermemiz gibi.
(Doç.Dr.
Fikret Karaman çalışması. D.İ.B. Dini Kavramlar. Sözlüğü)
*
İşte
böyle yaren,
Aklımıza
korkularımızdan, endişelerimizden, vesvesemizden, vehimden, şüpheden,
zannetmeden her şey gelir gider.
Bu
gelip gitmeler normaldir.
Dikkatli
ve tedbirli bir yaşam için de gereklidir.
Hele
bunları kafamızda delil ve şahit olmadan güçlendirirsek, bütünlük kazandırırsak
kendimizi bu çarpık düşünceye esir ederiz.
Artık
sonuçları gördükçe yanlışlığımızı anlarız ama özgüvenimiz kaybolur.
Kendimizi
zanlara, vesveselere şüphelere teslim ederiz ki ruh sağlığımız bozulur.
Böyle
bir yapı bozgunculuğa ve ayrılığa sebep olur.
Öngörülü
olmak isteyenlerin düştüğü en büyük hatadan biridir.
Öngörülü
olmak yaşamda şart değildir ki?
Doğru
sözlü olmak şarttır.
Bizi
uyaran doğru sözlü kimselerden uzak etmesin.
Âmin.
*
RAVLİ