30 Kasım 2012 Cuma

HU! VE ŞEMSİ TEBRİZİ 9

Çıplak bir derviş yola gidiyordu.
Acıktığı zaman ne kadar zorlasalar hiç kimseden bir lokma yiyecek almıyordu.

O hale böylece katlanıyordu.
Bir gönül sahibi sebebini sordu.

O inkâr ediyordu.
Yüzünü ona çevirdi.
Evet, dedi.
Gel, denedin, mustarip (Acı çektiğimi) olduğumu anla.

 
Şiir:(M. 273)
Ayda onun yüzünden bir eser kaldı
O melek huyludan ayda bir iz kaldı

Hayır, hayır nereden nereye, ay kim oluyor?
Can onun kulu oldu ve yalnız o kaldı.

Ay dün gece yastığının üstüne düşmüştü
Kıskançlığımdan elimi, ayağımı yere vurarak çırpınmaya başladım.

Ay kimdir ki, seninle bir yerde otursun?
Sen cihanı dolanmış, parmakla gösterilen bir güzelsin!

 Allah adamları bütün ömürlerinde bir defa özür dilerler, bundan dolayı da bir defa pişmanlık duyarlar.

Biri ağlıyordu:
Kardeşimi Tatarlar öldürdü, ne bilgin adam idi o!

Ona şöyle söyledim:
Eğer sende de bilgiden eser varsa onu Tatarlar kılıç darbesi ile ebediyen diriltmişlerdir.

Vaizler o hayatı ne bilsinler?
Kürsüye otururlar, bağırmaya başlarlar.

Dünya müminin zindanıdır derler.
Biri zindan kaçmışsa ona ağlamak gerektir.

Yazık niçin buradan kaçtı diye acınır ona.
Zindana Tatarlar delik açtılar.

Eğer o başka sebepten kaçtı ise, bir yerden başka bir yere göçmüştür. Hâlbuki sen o kazmayı o zindanın duvarına niçin vurdular, diye ağlıyorsun!

O taşa niçin vurdular diyorsun!
Onlara acınmaz.

O güzel mermer belki onun ayağına takılmış bir tomruk idi.
O da dışarı fırladı.

Hâlbuki sen feryat ediyorsun, başını yüzünü yumrukluyor, ne yazık ki o tomruğu kestiler! Diyorsun.

Yahut içine düştüğün kafesi kırsalar eyvah niçin bu kafesi parçalasınlar ki, bu kuş kendini kurtarsın, diye sızlanıyorsun.

Yahut da, bir çıbanı deşiyorlar, içindeki cerahatler, pislikler dışarı çıksın diye.
Sen hemen feryadı bastırıyorsun:

O çıbanı niçin deşsinler?
İçinde birikmiş olan cerahat niçin dışarı aksın?

Hak erenlerin ziyaretini ihmal etmeyin, demek arif ve kâmilin hizmetinde bulunun anlamına da gelir.

Aman köylüye de ikram edin, diye buyrulmuştur.
Yani bilgisiz ve aklı eksik olanların sohbeti kast edilmemiştir.

 Halk madenler gibidir.
Altın madenine benzer.

Derler ki:
Hazreti Hamza ile Abdurrahman birlikte uzun bir yolculuğa çıkmışlardı.

Yeryüzündeki acayip şeyleri görmek ve gezmek arzu ediyorlardı.   (M. 274) Fakat gittikleri yerde birtakım karıncalar peyda oldu.

Her biri, Allah korusun, bir kaç fil kadar korkunç idi.

Bunların âdeti de savaş zamanında herkese karşıdan saldırmamaktı, ancak bir kişiye hücum ederlerdi, önce Hamza fırladı, karıncalara bir ok attı.

Sonra başka bir aslan geldi, ona da attı.
Böylece on tanesini vurdu.

Sonra gerisin geriye kaçarak gemiye sığındı.
Daha sonra da Abdurrahman'ın hayatını kurtarmaya uğraştı.

Okunu yaya yerleştirdi iki karınca onun tarafına saldırdı, ama oku bir işe yaramadı.

Hamza bağırdı, geri kaç dedi.
Bu senin işin değil.

Abdurrahman da kaçarak gemiye sığındı.

Karada bir acayip şef er oldu, ama bu yolculuğun önemli tarafı onların deniz yolculuğu idi.

Mısra:

Uzun külahım var, geceleri uzun konuşuyorum.
Dervişin biri bir dükkân sahibinden sadaka istedi.

Dükkâncı onu savmak için hazır bir şey yok dedi.
Ben de dükkâncıya bu derviş azizdir, çünkü ona bir şey vermedin, dedim.

Allah kısmet etmemiş cevabını verdi.

Tekrar dükkâncıya Allah kısmet etmiş idi, ama sen engel oldun dedim. Gözümle gördüğüm bir şeyi nasıl gerçekleyeyim.

Eğer sen elini bu dağarcığa soksaydın dağarcığın başı elini sıkıştırmış ve yaralamış olsaydı, ben de gözümle görünce, evet derdim; Allah istemedi.

Ey görünmeyen lütuflar sahibi.

Görünmeyen lütuf odur ki, günah işlerken verilir, yoksa gizli ibadette lütuf olmaz.

İki kişi bir gemi yakalıyorlar yahut savaş ediyorlar; bunlardan hangisi yenilgiye uğrarsa Hak onun tarafındadır.

Galip gelenin tarafında değildir.

Çünkü ulu Allah kutsal hadiste, "Ben kalbi kırıkların yanındayım " buyurmuştur.

Bir zümre vardır ki, onların yanında bütün sövmeler, hakaretler pek kolaydır; kuvvetli küfürler, hakaretler onlara göre bütün işlerini yarına bırakmış olduğun içindir.

Yani bu güne ne oldu ki, sen bunu günlerden saymadın!
Bu günün ne günahı vardı ki, hesap dışı kaldı? Derler.

Şiir:
Nerde o yeminler, nerde o verilen sözler?
Aşkta ağır davrandın, ama çabuk kaçtın!

Aşkınla beni tutsaklar gibi bağlamıştın,
Anladım ki ancak ben sana âşığım, sen sevgiyi bana bırakırsın!        (M. 275)

Şimdi yol üstünde oturup mazlum kılığına bürüneceğim,
Senden davacı olacağım, bana zulmettin!

Ola ki, bu ayrılıktan kurtulup sana ulaştığım zaman bana acırsın.
Yahut beni nasıl belâya soktuğunu açıkça anlarsın!

Zaman-zaman arzuladığın şey bu gün eline geçti.
Yemin nerede kaldı?

Yani konuştuğumuz sözlerin sonucu ne oldu?
Sözlerimiz böylece geçti gitti.

Sen büyük adamsın, Kur'an tefsiri okuyorsun.
Tam âlim olan her insan da büyük adamdır.

Ama Allah’tan tamamıyla boşanmış ve kendi benliği ile dolmuştur.

Diyelim ki:
Bu saatte bir Rum Müslüman oldu, Allah kokusunu aldı, gönlünü o koku ile doldurdu.

Yüz bin peygamber onun gönlünü boşaltamaz.
Birçok ağlayışlar vardır ki, Allah'a perde olur, kulu Allah’tan uzaklaştırır.

Şimdi açıkça söyle, konuştuğumuz mesele hakkında ne yaptın, dedi.

Ona dedim ki:
Sözlerin nişanı nedir ki, söylüyorsun?
Onlar nasıl cevap veriyorlar?

Kulağım ağır işitir, gel kulağıma söyle!

Şiir:
Dost söze başlayınca kulağımı sağır ettim,
Onun sözlerinin tatlılığından, aslanlar ava çıkar,

Benim için bunda bir zorluk yoktur ama
Onun sözlerini hatırlamak istiyorum.

Şöyle buyurmuşlardır:
Melekler Allah'a yalvardılar, falan mümin kulun sana bu kadar yalvarır, ağlayarak yardım diler.

Sen yabancıların bile duasını kabul edersin!
Onun dileğini de kabul etsen ne olur?

Ulu Allah buyurdu:
Beni kulumla baş başa bırakın!
Siz benden daha merhametli değilsiniz.

Ben onu seviyorum ve onun sesinden hoşlanıyorum.
Bazı kulların dileklerinin en geç kabul edilmesi, muhabbet ve sevgi yönündendir.

Bir zaman olur ki, övmek ve beğenmek kula zahmet ve hicap (Utanma, sıkılma) olur.

Söz tekrar geri sıçrar.

Bir vakit olur ki, eğer beğenmezse ister ki onu parça-parça etsin, sonra yine bir an olur ki, ağlamak ona hoş gelir.

Hâlbuki başka bir saatte ağlamaktan da incinir, gülmekten de.
Hocentli Şemseddin ailesi için ağlıyordu.

Biz de ona ağlıyorduk.
Ailesi için ne ağlıyor!

Biri Allahsına kavuştu diye ona ağlıyor, ama o, kendisine ağlamıyor. O kendi halini bilseydi, kendisi için ağlardı.

Belki bütün ailesi fertlerini çağırır, akraba ve hısımlarını toplar için-için ağlardı.

Hak’ta değişme yoktur, ama değişme sendedir.
Nasıl ki ekmeği bazen sever ve ararsın, bazen da ondan bıkar, yüz çevirirsin, bir dost ile bazen muhabbeti kızıştırırsın, sana çok^sevimli görünür.

Sanırsın ki, biricik sevgilin odur, bir saat sonra duyguların başkadır, o dosta düşmanlık gösterirsin. (M. 276)

Eğer sen evvelki o dürüst hal üzerinde kalsaydın daima istenilen ve sevilen adam olurdun.

O hale erginlik derler.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Allah adamlarının yanlışından dolayı özür dilediklerini, kendisine yakışmayan bu durumu meydana getirdiklerinden dolayı üzüldüklerini öğrendik.

2.   Ahrete gidenler için üzülmememiz gerektiğini öğrendik.

3.   Arif ve kâmil olanların hizmetinde bulunmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Aklı az bilgisiz olanla sohbet edilmeyeceğini ancak onları ikram edilmesi gerektiğini öğrendik.

5.   Halkın toprağa karışmış bir maden gibi olduğunu, bizim ona karışmış altını meydana çıkarmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Tehlike karşısında geriye çekilmemiz ve kendimizi korumamız gerektiğini öğrendik.

7.   Bizde olup da aziz kişiye ikram etmezsek Allah’ın görünmez nimetlerden alamayacağımızı, ne kadar ibadet etsek de Allah’tan bir bağış alamayacağımızı öğrendik.

8.   Allah’ın gönlü kırıkların yanında olduğunu öğrendik.

9.   Âlim, büyük adam, okuyan biri olabileceğimizi ancak Allah sevgisinden uzaklaştıracak benliğimize kuvvetlendirmemiz gerektiğini ve buna çok dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.

10.           Allah korkusundan uzaklaşmanın yanlışlığa götüreceğini öğrendik.

11.           Şikâyet etmemizin bizi Allah’tan uzaklaştırdığını öğrendik.

12.           Allah’ın sevdiği kulunun dilekleri yerine getirmeyi geciktirdiğini, onun yalvarışını sevdiğini öğrendik.

13.           Allah’ın kulunu sevmesinden dolayı üzüntü ve sıkıntı verdiğini, kendisine yalvarmasından hoşlandığını öğrendik.

14.           Bazı yalvarışlardan Allah’ın hoşlanmadığını öğrendik.

15.           Allah’a kavuşana yani ölene ağlamamak gerektiğini kendimizin Allah’ın huzuruna gideceğimiz zaman halimizin ne olacağına ağlamamız gerektiğini öğrendik.

16.           Dürüst davranırsak sevilen ve aranılan biri olacağımızı öğrendik.

 

İşte böyle yaren,

En güzel beğenilen davranışın Allah’ın bizimle beraber olduğunu, sevgi içinde razı olarak davranmamız gerektiğini öğrendik.

                                   *
RAVLİ

Popüler Yayınlar