İsmi Mecdûd bin Âdem, künyesi Ebü'l-Mecd Hakîm Senâî'dir.
Kabri ziyaret mahallidir.
Hakîm Senâî, memleketi olan Gazne'de, iyi bir tahsil gördü.
Hakîm Senâî, memleketi olan Gazne'de, iyi bir tahsil gördü.
Zamanının âlimlerinden okuyup
üstün bir dereceye yükseldi.
Şairlik kabiliyeti sebebiyle
çeşitli dillerde şiirler söyledi.
Bir ara sultanın hizmetinde
bulundu.
Şöhreti kısa zamanda her yere
yayıldı.
Birçok yerler dolaştı.
Neticede Gazne'den Horasan'a
geldiğinde evliyanın büyüklerinden Yûsuf-ı Hemedani hazretlerinin sohbetlerine
katılıp talebesi olmakla şereflendi.
Manevi olgunluklara ve
velilik makamlarına kavuştu.
Hakîm Senâî'nin sultanları methetmeye ve onların yanına gidip gelmemeye yemin etmesinin sebebi şu hâdise oldu:
Hakîm Senâî'nin sultanları methetmeye ve onların yanına gidip gelmemeye yemin etmesinin sebebi şu hâdise oldu:
Sultan Mahmûd Sebüktekin
(Gazneli Mahmûd), Hindistan taraflarını fethetmek için sefere hazırlanıyor ve
asker topluyordu.
Hakîm Senâî de Sultan
Mahmûd'a yazdığı bir kasideyi götürüyordu.
Yolda bir meyhanenin kapısı
önünden geçerken içerden bir takım konuşmalar işitti.
Lay-Har adlı bir divane
kendisine şarap dolduran birine;
"Bir kadeh daha doldur.
Sultan Mahmûd'un körlüğü için
içeyim!" dedi.
Saki; "Bu sözü doğru
söylemedin.
Yiğit ve büyük padişah için
neden böyle söylüyorsun?" diye cevap verdi.
O zaman divane adam;
"Çünkü o, Allah'ın verdiklerine şükretmiyor.
Bunca devlete sahipken, bir
memleket daha istiyor!" dedi.
Dîvâne tekrar bir kadeh daha istedi ve
"Bir kadeh de Hakîm Senâî'nin körlüğü için doldur!" dedi.
Saki müdahale etti ve
"Hakîm Senâî iyi huylu, bilgili, faziletli tanınmış bir şairdir.
Neden böyle dersin?"
diye karşılık verdi.
O zaman divane adam;
"Eğer o, bilgili, yiğit bir kişi olsaydı, dünyada ve ahirette faydası olan bir işle uğraşırdı.
O her gün bir şeyler alırım
ümidiyle Sultanın yanına gidiyor.
Saçma sapan sözler toplamış,
ona şiir adını vermiş.
Bir aptalın yanına gidip
yaltaklık ediyor.
O, işe yaramaz bir takım
kâğıtlar doldurup ömrünü ziyan ediyor.
Akıllı ve bilgili olan ömrünü
ziyan eder mi?
Belki neden yaratıldığını
düşünürdü.
Eğer kıyamet gününde ondan;
"Ey Senâî! Bizim huzurumuza ne getirdin?" diye sorsalar acaba ne
mazeret beyan edecek." dedi.
Hakîm Senâî bu sözleri
işittiğinde kendinden geçti ve gönlü dünyadan soğudu.
Sultanların methi için
yazdığı kasideleri toplayan Divan’ı suya attı.
Hak yoluna girip, ibadetle
meşgul oldu.
Dünya ve dünyalıkla ilgili
şeylerden uzak durdu.
Mubahları da zaruret miktarı
kullandı ve böyle bir hayat sürdü.
Bu husustaki duygu ve
düşüncelerini şiirlerle ifade etti.
Öyle bir hâle ulaştı ki,
Gazne'de yalınayak dolaşırdı.
Dostları akrabaları onun bu
hâlini görünce üzülür ve kendisi için ağlarlardı.
Senâî akrabasına; "Benim bu hâlime üzülmeyin.
Bilâkis sevinin. "derdi.
Bir gün sevdikleri ona bir çift ayakkabı getirdiler ve giymesini rica ettiler.
O, bunu kabul etti.
Fakat ertesi gün ayakkabıyı
dostlarının yanına götürdü ve "Ey dostlarım! Ben bugün sizin dünkü
gördüğünüz Senâî değilim.
Bu ayakkabı benim gittiğim
yolu kapatıyor." dedi ve şu beyti okudu:
"Her şeyi terk edenlerin, eğer ayakkabıları yoksa onlar yollarından geri kalmış olmazlar.
"Her şeyi terk edenlerin, eğer ayakkabıları yoksa onlar yollarından geri kalmış olmazlar.
Topuklarının her çatlağında saadet kapıları vardır."
Senâî hazretleri ömrünün sonuna kadar riyazetle (oruçla) uğraştı.
Nefsinin isteklerini yapmadı.Senâî hazretleri ömrünün sonuna kadar riyazetle (oruçla) uğraştı.
Dünya ve içindekilere gönül bağlamadı.
Sultan Behrâm Şâh-ı Gaznevî kendi kız kardeşini ona nikâhlamak istemişti.
Sultan Behrâm Şâh-ı Gaznevî kendi kız kardeşini ona nikâhlamak istemişti.
Senâî buna razı olmadı.
Hacca gitti.
Sonra Horasan'a döndüğünde
Sultan Behram Şaha;
"Ben altın, kadın ve
mevki isteyen bir kişi değilim.
Yemin ederim ki bunları ne
isterim, ne de ele geçirmeye gayret ederim.
Bana ihsan olarak bir taç
veriyorsun.
Lâkin ben istemiyorum."
diye şiirle cevap verdi.
Senâî bu olgunluk ve fazilete ulaştığında, gayet nefis şiirlerine yer verdiği pek çok tasavvuf ehlinin istifade ve iktibas ettiği Hadîkat-ül-Hakîka kitabını yazdı.
Senâî bu olgunluk ve fazilete ulaştığında, gayet nefis şiirlerine yer verdiği pek çok tasavvuf ehlinin istifade ve iktibas ettiği Hadîkat-ül-Hakîka kitabını yazdı.
Bunun üzerine bir takım
kimseler itirazda ve aleyhinde bulundular.
Senâî eserini Bağdat
âlimlerine gönderip incelemelerini istedi.
Bağdat’taki âlimler ve evliya
eseri inceledikten sonra, içinde bildirilenlerin Ehl-i sünnet itikadına, İslâmiyet’e
uygun olduğunu söylediler.
Senâî Merv'de Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin sohbetlerinde olgunlaştıktan sonra, Gazne'ye döndü. Bundan sonra tevhid, ilâhî bilgiler ve hakikatlerle ilgili şiirler söyledi.
Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa'dî Şîrâzî ve Hâfız gibi kendisinden sonra gelenler şiirlerinden istifade edip nazireler yazdılar.
Senâî Merv'de Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin sohbetlerinde olgunlaştıktan sonra, Gazne'ye döndü. Bundan sonra tevhid, ilâhî bilgiler ve hakikatlerle ilgili şiirler söyledi.
Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa'dî Şîrâzî ve Hâfız gibi kendisinden sonra gelenler şiirlerinden istifade edip nazireler yazdılar.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
hazretleri kendini Senâî'nin tâbilerinden saydı ve "Attâr ruh, Senâî de
onun iki gözü idi.
Biz Attâr'ın ve Senâî'nin
izinde yürüdük." demiştir.
Daha başka şairler de Senâî'nin tesirinde kalmışlardır.
Daha başka şairler de Senâî'nin tesirinde kalmışlardır.
Hakani, Nizâmî, Emir Hüsrev
Dehlevî ve Mevlânâ Câmî hazretleri onun Hadîka ismindeki mesnevîsini okuyup
şiirlerine nazireler yazdılar.
Hikmet dolu şiirlerinin birinde;
Hikmet dolu şiirlerinin birinde;
"Ey tavır ve hareketleri güzel olan
âşıklar.
Durmadan ilâhî hakikatleri
arayın. Kalk! Zulüm ve haksızlıkla yoğrulmuş olan dünyanın toprak yığınından kalkan tozları gözyaşlarımızla bastıralım.
Bu dönen künbedin insanların
gözlerini aldatan yıldızların (Lâ) süpürgesiyle silip süpürelim.
Mülk kimindir?
Bir ve Kahhâr olan Allahü
teâlânındır sözü kendiliğinden duyulsun." buyurdu.
Senâî'nin eserlerinden bazıları şunlardır:
1) Dîvân,
Senâî'nin eserlerinden bazıları şunlardır:
1) Dîvân,
2) Kârnâm-i Belh,
3) Seyr-ül İbâd, 4)
Hadîkat-ül-Hakîka ve
Tarîkat-üş-Şerîa,
5) Tahrîmât,
6- Işknâme,
7- Aklnâme,
8- Senâî Âbâd,
9) Mekâtîb.
BENCE FİL BUDUR
Senâî, nasihat olarak; körlerin hakikatleri göremeyeceklerine dair şöyle bir misal anlatmıştır:
Vaktiyle küçük bir şehrin sakinlerinin ekserisi âmâ olup görmezdi.
O belde sultanı büyüklüğünü
göstermek için büyük bir fil beslemişti. BENCE FİL BUDUR
Senâî, nasihat olarak; körlerin hakikatleri göremeyeceklerine dair şöyle bir misal anlatmıştır:
Vaktiyle küçük bir şehrin sakinlerinin ekserisi âmâ olup görmezdi.
Günün birinde şehir sakinlerinin
içinde herkesin dillerinde dolaşan bu fili görmek arzusu uyandı. Bu sebeple
tanımadıkları bu yaratığı görmek ve kendilerine haber getirmek için bir heyet
seçtiler.
Neticede fili tanımış olmanın
sevinciyle şehirlerine döndüler.
Herkes büyük bir merakla
etrafını sarıp onları soru yağmuruna tuttular ve kalbinin nasıl olduğunu
sordular.
Bunun üzerine üyelerden
sadece filin kulağına dokunmuş olan; "Korkunç, halı gibi sert yassı ve
geniştir." dedi.
Ancak filin hortumunu ellemiş
olan ise buna itiraz etti ve "Hayır! Hayır! Hiç de değil.
Bir su hortumu gibidir.
Ben doğruyu söylüyorum.
İçi boş, öldürücü ve tahrif
edici." dedi.
Bir başka üye ise sadece
filin ayaklarını yoklamıştı.
O da buna itiraz etti ve
"Hayır! Ey insanlar! Biliniz ki o öyle değildir.
O yukarı doğru genişleyen bir
kolon, bir sütun gibidir." dedi.
Her birisi filin bir
parçasını tanımıştı.
Lâkin tamamen tanımamışlardı.
Bu sebepten büyük hatâlara
düştüler.
1) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2637
2) Nefehât-ül-Üns; s.666
3) Devletşah Tezkiresi; s.96
4) Rehnümâ-i Edebiyât-ı Fârisî; s.211
5) Ahvâl-i Âsâr-ı Hakîm Senâî (Halîlullah Halîlî, Kâbil-1315)
6) Hayr-ül-Mecâlis (Hamid Kalender, Aligarh-1959); s.72
7) Mecâlis-ül-Uşşak; s.92
8) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.9, s.113
1) Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2637
2) Nefehât-ül-Üns; s.666
3) Devletşah Tezkiresi; s.96
4) Rehnümâ-i Edebiyât-ı Fârisî; s.211
5) Ahvâl-i Âsâr-ı Hakîm Senâî (Halîlullah Halîlî, Kâbil-1315)
6) Hayr-ül-Mecâlis (Hamid Kalender, Aligarh-1959); s.72
7) Mecâlis-ül-Uşşak; s.92
8) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.9, s.113
*
RAVLİ