31 Ekim 2012 Çarşamba

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 25

Çocuklar, "Rabbi Musa'ya göründüğü vakit,"
(K. 7/139) anlamındaki ayeti okurlar.

Hâlbuki Allah bütün gün Musa ile beraberdi.
Güneş böylece her tarafa bakar, bir zerre kaybolmaz.

Ondan bir feryat kopar, çünkü ateşten kaçmaz, bu takdirde o makam pervanenin seyranıdır.

 Çulha çulhalığını (Hilekâr hilesini yapar) unutmaz ancak o sanatı yapar.
Sırmalı elbiseden (Erdemden) ne anlar?(M. 246)

Üç kız bir arada oturmuş konuşuyorlardı:
Her biri babasının işinden söz etmişti.

Biri diyordu ki:
Babam Sultanın katırına çul dokur, çulhadır o.
Beni okşamasa ne minnet ayağımı bile öpse azdır.
Bunların gördükleri ve konuştukları ancak bu gibi şeylerdir.

Hazreti Peygamberin, o yüceliği, ululuğu ve kudreti ile beraber bir odacığı bile yoktu.
Hâlbuki ona iki yüz değil, dört yüz oda yaraşırdı.

İsa'ya inanan Hıristiyanlar, onu çok yoksul bir Allah elçisi bilirler.

Feryada gücüm yetmiyor.
Çünkü bu ses neyden çıkar.

Bugün Semender'in ateşe âşık olması hiç şaşılacak şey değildir.
Her zaman her bir varlık bir şeye âşıktır.

Aşktan yüz mü çevireyim; kuvvetli dayanağın var.
Hak yolunun ulu önderi sizsiniz!
Senet sizindir!

Bir zavallıyı Hazreti Muhammed'in (S. A.) yüce katına getirdiler; bu namaz kılmaz, dediler.

Evet, dedi, adamcağız.

Hiç bir iş yapamıyorum; ancak Allah'ı ve onun Peygamberini seviyorum.
Nihayet onların dostluğu beni yolda koymaz.

Eğer Mevlâna Celâleddin desem, evet fena değildir, der.
Falan, bana nasıl inanır?
Hiç şüphe yok ki, temel onlardır.

Ötekiler onların sözlerini taklit ederler.
Bir işimiz yoktur diyoruz, işte bir iş çıktı, ötekiler bunların sözlerini anlatırlar, bunlar da onlardan gelen sözlere ses çıkarmazlarsa kapılar tekrar açılır.

Eğer işitirse, işittiğini ya söyler de dinlemez yahut dinler de söylemez.

                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı’nın Musa Peygamber ile beraber olduğunu ancak Musa’nın bunu görmeden anlayamadığını öğrendik.

2.   Tanrı eri yanıp yakılmaktan korkmadıklarını, bu uğurda kendini yok ederek Tanrı varlığında var olmanın dayanılmaz isteğinde olduklarını, hiçbir korkunun buna engel olamayacağını, bu makamda olanların hareket tarzının böyle olduğunu öğrendik.

3.    Her insanın bu dünyada bir görevi olduğunu, kendi sanatını sevip kabullenerek yaptığını öğrendik.

4.   Başkasının basit olarak yaptığı işi yüceltenlerin sıradan insanlar olduklarını öğrendik.

5.   Kâinatın en yüce insanı Hazreti Muhammed’in bir odası bile olmadığını, yüceliğin malla, mülkle, makamla, para ile olmadığını öğrendik.

6.   Her varlığın bir şeye âşık olduğunu, kim neye âşıksa bir zaman sonra onunla bütünleştiğini öğrendik.

7.   Namaz kılmaktan önce yapmamız gerekenin Allah’ı ve onun Peygamberini sevmek olduğunu öğrendik.

8.   Mevlana Hazretlerin söylediklerinin temel olduğunu, diğer din hakkında söz sözlerin bu sözleri taklit ettiklerini öğrendik.

9.   Mevlana Hazretlerinin sözlerini işittiği gibi söyleyip kendine bir hisse almayanların olduğunu öğrendik.

10.                  Mevlana Hazretlerinin sözlerini dinler, anlar fakat adını söyleyerek başkalarına aktarmayanların olduğunu öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Aklı karışık olan meydanda ve açık olan bir şeyi dahi göremez, gördüğünün de o olduğuna inanmaz.

Onun görmesi ve inanması için isteğinin hemen olması telaşından çıkıp sakinleşmesi gerekir.

Peygamber efendimizin bir odacığı bile olmamasına rağmen yüceliği, ululuğu ve kudreti vardı.

Bugün sünnete çok uygun hareket ettiğini söyleyen ve gösterenlerin bu hakikati görmezlikten gelip mal, mülk, makam, para çoğalttıklarını görmekteyiz.

Aslında mala, mülke, makama, paraya olan aşklarına kolayca ulaşabilmek için halkın güvenini kazanarak dini ve inancı dayanak yapıp üstünden geçerlerler ve amaçlarına ulaşırlar.

Ey yaren,
Birine neyin var diye sor.
O sana şuyum var derse o söylediği onun aşkı olduğunu anlamalısın.

Hakiki olarak Tanrı’yı ve onun peygamberini seven insan Tanrı ve onun Peygamberinin dostluğunu kazanır ve bu dostluk onu diğer dostlarda birliktelik sağlatarak sahip çıkarlar, o kişiyi asla yolda bırakmaz.

Yarenlerin sevgi konusunu ve sevginin aşk hastalığına (Makamına) ulaşıp diğer bütün ruhsal hastalıklardan kurtulmasını okuyup anlamalarını öneririm.

 RAVLİ SEVGİ
RAVLİ TANRI’YI SEVMEK
RAVLİ PEYGAMBERİ SEVMEK
RAVLİ GÖNÜLDEN SEVMEK yazarak Google dan sevgi konusunu büyüklerimizin anlatımlarından incelemeni öneririm.

 

Çünkü sevgi yoksa merak, alışkanlık ve çıkar beklentisi vardır.

Merak bir fikir sahibi olunduktan sonra önemi biter.

Alışkanlık ise manayı yitirmek suretiyle taklitçi olmaktır.

Çıkar beklentisi sınırsız ve doyumsuz olduğundan istenilene ulaşılamaz.

Sevmek ve o sevgiyle bağlanmak seni istediğin yere götürür. 

                                      *

RAVLİ

30 Ekim 2012 Salı

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 24

"Sultan, Allah'ın gölgesidir" sözü Ebul Hasan Harrakanî'nin nazarında doğru değildir.

Denize düşer ve yüzmek bilmesen boğulur ölürsün; başına su dökerler.
Biri okunu uzağa atar, kerem sahibi olur.

Kuran'da, "Gördün mü, Rabbin gölgeyi nasıl uzattı?"
(K. 25/47) anlamındaki ayeti hatırla da yüzünü arkana çevir, arkanda ne göreceksin?

Hazreti Ebubekir arkandan seslenecek:
Ey şaşırmışların kılavuzu!

Bir taraftan cevap gelir:
Eğer Muhammed (S.A.) yaratılmasaydı o kadar gölge kalacaktı ki, onun gölgesini arşa götüreceklerdi.

Yani onunla savaşa girişen kimse divanedir.
Nasıl savaşabilir?
Yedi başlı ejderha onun varlığının gölgesidir.

 Bu iftiradır, bunun başka mânası vardır.
O öyle arıktır (Zayıf) ki, göğsünün her tüyünden ter damlaları boşanır.
Keşke onun göğsünde tüy olaydım sözü öğünme yönünden değildir.

Biri bin istek ve yalvarma ile bir parça rahat ister, “Yarabbi!
İşimi kolaylaştır!”, der, ötekini bırakmazlar ki dışarı çıksın; başına şarap dökerler.

Biri ağlar, bir damla yaş çıkaramaz gözünden.
Ötekini bırakmazlar ki ırmaktan dışarı çıksın.

Bilmiyorum ki namazda ne okuyayım.

Meğer "Fatihasız namaz olmaz" emrine uyayım.

Öteki bir hava tutturur, ilâhi söyler, raks eder.
Gördüm ki, bir sofra getiriyorlar, der.

Eğer başkalarının evine götürüyorlarsa size ne?
Uyuyorsan ne bulursun?

Yücelikler, çekilen emek nispetinde elde edilir.
Yüksek makamlara ermek isteyenlerin geceleri uyanık yatması gerektir.

Yani dileği uğrunda uyumazlar.
Keşke surette uyuyaydık.

Sıcaklığı toprağa bu mertebede verdi.
Ne yüce kudret!

Ben nefsim için ne gibi tasarrufta bulundularsa razıyım.
Size tekrar söylüyorum, mademki biliyorsun, başka söze ne lüzum var?
Size gerekse teni de terk edeyim.


Senin bulduğun dostlara taş bile takat getirmez.

                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı emirlerini yerine getiren idarecilerin Tanrı yardımı alarak ve huzur içinde emrinde olanları idare edebileceğini öğrendik.

2.   Bilgi birikimine sahip olmamız ve problemleri çözme deneyimleri yaparak ileride istemediğimiz halde başımıza gelecek olaylarda yok olmamamız için hazırlık yapmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Mevcut durumları değerlendirip ileride olacak olayları görüp şimdiden hazırlık yapanların erdemli insan olacağını öğrendik.

4.   Bir işin temeli gerçekleşmedikçe ayrıntılarına sıra gelmeyeceğini öğrendik.

5.   Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk içinden kurtularak akıl erdirerek anlamamız, bilgilenmemiz, doğru olanı tereddüt etmeden yapmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Bedenimizin uyumasına ihtiyacı olduğunu ancak ruhumuzun uykuya ihtiyacı olmadığı için uyanık tutmak gerektiğini öğrendik.

7.   Geriye doğru baktığımız zaman Ebubekir hazretlerinin iyiliği ile anılacaktı, yücelecekti ama Hazreti Muhammet geldi de Tanrı gölgesi (Koruması, yardımı) daha genişledi, daha ileriye uzadı.

8.   Tanrı korumasında olanlarla savaşmanın akılsızlık olduğunu öğrendik.

9.   Halk işinin kolaylaşması için Tanrı’ya yalvardığını öğrendik.

10.                  Tanrı erleri sarhoş edilerek dünya isteklerinden arındırıldıklarını öğrendik.

11.                  Tanrı erlerinin ağlayış içinde olduklarını öğrendik.

12.                  Kendimize gelene ve gelecek olana dikkat etmemiz ve ilgilenmemiz gerektiğini öğrendik.

13.                  Ancak uyanıklık içinde çalışıp çabalamak gerektiğini böylece yüceliklerin elde edildiğini öğrendik.

14.                  Topraktan olmamıza rağmen Tanrı’nın bize yücelikler verdiğini bunun için ruhumuzu uykuya teslim etmememiz gerektiğini öğrendik.

15.                  Bilen kişiye bir şeyi anlatmak gerekmediğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı inancı olan ruhunu asla uykuya teslim etmez, gözleri kapalı olsa bile görmeye devam eder.

Herhangi bir konuda bilgi edindiğimiz takdirde bu bizim direk olarak işimize yaramasa bile o bilginin aydınlığında bilinçle diğer yapacağımız doğru davranışları seçer ve uygularız.

Vücudumuzun değerine Tanrı ruhundan üfleyerek değer katmış ve bize yücelikler vermiştir.

Bize verilen yüceliği bilmemiz, sahiplenmemiz, bu seviyede davranışlarda bulunmamız gerekiyor.

Bu yücelik bize hisse olarak ve çalışıp çabalama içinde verilecektir.
Tembel oturana, uyuyana veya bu yücelik için çalışmayana verilmez.

Bütün işaretler çalışıp çabalama sonucunda görülür, değeri anlaşılır ve sahip olunur.

Vücut uykusu ile ruhun uykusunu birbirinden ayırarak incelememiz ve anlamamız önemlidir.

Allah’ın doğru yolda olana, kendine doğru gelene  yardım ettiğini öğrendik, anladık.

                                     *
RAVLİ

29 Ekim 2012 Pazartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 23

Yanındaki altını her ne kadar inkâr etsen, ben bir şey değilim der, ondan daha yok mu?
Getir, der.

Evvelce sende ondan var idi getir.
Yanında taşıdığın altını inkâr ediyorsun.
O ben bir şey değilim dedi.

 Ondan, o yoktan getir!
Önce ondan sende vardı, ondan getir, dedi.
Evet, dedi, var yokluğu ister mi?

Ben de ağlıyorum, dedi, biri de olmalı ki beni güldürsün.
Şimdi sarhoş olacaksın ki ayılasın.

Ah ve figan çocukların işidir, onlara yaraşır.

Dedi ki: Yol senin gittiğin yoldur.
Benim gittiğim bu yolda her ne kadar bir yol arkadaşım var, ama o da buradan değil.

Şimdi onlar neye yararlar?
Dine yaramazlar, dünyaya yaramazlar.

Soğuk ve donuk şeyler, müsaade et de biraz gönlümü avutayım, senin yanında onlar gerektir.
Yahut onlara sen yaraşırsın!
Siz bizimsiniz, biz de sizin.


Nereden bu söz?

Allah'a ant içerim ki, ne onlar bizimdir, ne de biz onlardanız.
Onun da sakalı var, benim de.

İşte böyle şimdi ne yapalım; ona biri, Yarabbi!
Sana ne dua edeyim; “Yarabbi gönlümün dilediğini ver” diye yalvarır.

Benim gönlüm her şeyi istemez.

Bir derviş dedi ki:
Ben Ebu Abdullah Mustafa Aleyhisselâmdan şunu öğrendim ki, Ebubekir onu bilmez, o belki, Hazreti Mustafa Aleyhisselâmdan öğrenmemiş ve haber vermemiştir.

Benden bunu öğren ki, yemeğin karşısında sabredesin, perhiz edesin ilk işin budur.
Bu nedir zayıflık mıdır?
(M. 245)


                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Varlıklı olanın yokluğu istemediğini öğrendik.

2.   Ağlamaktan sonra gülmenin geldiğini öğrendik.

3.   Sarhoşluktan sonra ayıklığın geldiğini öğrendik.

4.   Sahip olunanın elden gitmesine çocukların ıstırap ile bağırıp çağırdıklarını öğrendik.

5.   Şems hazretlerinin gittiği yolun doğru olduğunu ancak yol arkadaşlarının eğlenceli olmadıklarını, canlılığı az, uyuşuk (Donuk) olduklarını öğrendik.

6.   Bu yolda yolculuk edeceklerin ilk işi çok istediğimiz, ihtiyaç duyduğumuz bir şeyde perhizi ve onun getirisini yaşayarak anlamamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Mülk Allah’ındır.
(Ev, dükkân, arazi gibi taşınılmaz ve gelir getiren mal)

İstediğine verir veya vermez, verdiğini de istediği zaman alabilir, az verir, çok verir her ne ederse etsin mülkün sahibi olduğu için hüküm de onundur.

Bizim Allah’ın hükmüne razı olmamızdan hoşça karşılamamızdan başka çare yoktur.
Döngü böyledir ve böyle olacaktır.

Sabrı perhiz yoluyla öğrenmemiz ve uygulamamız gerekmektedir.
Sabırlı olan kuvvetlidir.

Çaresizlikten katlanmak sabır değildir.
Ancak ümidi kaybetmeden bekleyiş ve çare arayışı içinde Tanrı yardımı gelene kadar isyan etmeden beklemek gerekmektedir.

 İtiraz etmek, şikâyet etmek, bağırıp çağırmak aslında Allah’ın hükmüne itirazdır, şikâyettir.

Dünya hayatı imtihan yeridir.
Her şekilde imtihan edildiğimizin uyanık ve farkında olmamız gerekir.

 Problemlerin aşılmasında para kolaylık sağladığından bu kolaylığa alışanların parasız olduklarında sudan çıkmış bir balık gibi çırpındıklarına çoğu zaman görürüz.

 Paran varken ye, dostlarına akrabalarına, komşularına yedir.

Nasıl olsa bir zaman sonra elinden tamamı alınacak.

                                  *
Allah’ın bir sıralı bir döngü içinde bir düzenle hükmettiğini gözlemliyoruz.

Yokluktan sonra varlık, varlıktan sonra yokluk gelir ve devam eder.
Karanlıktan sonra aydınlık, aydınlıktan sonra karanlık gelir ve devam eder.

Ağlamaktan sonra gülmek, gülmekten sonra ağlamak gelir ve devam eder.
Bolluktan sonra darlı, darlıktan sonra bolluk gelir ve devam eder.

Sarhoşluktan sonra ayıklık, ayıklıktan sonra sarhoşluk gelir ve devam eder.

                                  *
Yaren,

Dünyalık mal para ve sağlık için kullanılan yokluk anlamı elde olmayıştır.

Yokluk âlemi dediğimiz dünyaya gelen her şeyin önce yokluk âleminde var edildiğini ancak bunun görülmediğini, sonra dünyaya gelerek görünür ve kullanılır görüldüğünü bilmemiz ve birbiri ile karıştırmamamız gerekir.

Yokluk konusunun iyice bilinmesi ve anlaşılması gerekir.
RAVLİ YOKLUK yaz ve Google dan evvelde büyüklerimizin anlatımını okumalısın.

                           *
RAVLİ

28 Ekim 2012 Pazar

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 22

Hoca Ahmed'in gözü bir dervişe ilişti, alnında bir işaret görüyordu. Baban senin için doğru bir iş yapmıyor, dedi.

Derviş, hayır, dedi, onun hiç bir şeyi yok.
Ben sana bin dinar vereyim, al götür oğlumu da sana yoldaş edeyim, dedi.

Derviş evine gitti, bunu anlattı.
Hoca keramet göstermişti.
Çünkü Hoca Ahmed'in oğlu yoktu.

Babası dedi ki:
Olmaya ki ondan umut kesesin.
Onun altını da var, urbası da var.
Ama zamanenin eli onu gizlemiştir.
Ben ahvali biliyorum.

Allahü Ekber (Allah en ulu Tanrı’dır), ne demektir?

Yani en küçük Allah kim oluyor ki, onu himmeti (Çalışıp, çabalaması) ile kendine çeksin? "Kuvvet galibindir" demeyesin!

Bizim hikâyemiz onların söyledikleridir.
Ey sultan kalk!
Eğer gelirsen gidelim masrafı bana olsun yahut beni unutan zata uğrayalım.

Ben neredeyim?
Benden haberi yok.

Eğer beni görürsen selâm söyle!
Biliyorum, ama yine hoşlanıyorum, bakalım ne olacak?
Bunlar dervişlerin hoşlandığı şeyler.

Dervişlerin kulları da benden hoşlanıyor.
Dünya ahretin köprüsüdür, sözünü biz kendimiz söylüyoruz.
Biri gerektir ki beni güldürsün.

Bunu anladım, tekrar hazinenin anahtarını eline verdim, ama sen önüne perde çekiyorsun.

Hem kendin, kendi nefsine perde oluyorsun.

Kendinden karıştırdığın ve kendine perde ettiğin hayaller eksik değil. Bundan dolayı hayalleri dallandırıyorsun, başka hayallerle karıştırıyorsun.

Onların seni sevmemesinden sakın gam yeme!
Onların senden uzaklaşmak istemesi tıpkı Yahudilerin, arzularına göre hareket etmeyen İslâm çocuklarından tiksinmelerine benzer.

Senin, mescitten çıkarken Kuran koltuğunda (M. 244) "Allah’tan başka Allah yoktur" diye mırıldandığını, birtakım harfler sayıkladığını görüyorum.

Bu da ne oluyor derler, içinden sana bir ses geliyor mu?
Manada için dışından daha iyidir.

Böyle bir hazineden kendi fikrinle uzaklaşmak gerekmez.
Kendi bedenlerine zulmedenler Allah'ın has kullarıdırlar.

Evet, onlar azap çekerler, büyük aşk derdine düşmüşlerdir.
Fakat bu başkalarının işi değildir.
Böylece onların adları anılır, acaba işin sonucu ne olur?

Yusuf Peygamberin küçük kardeşi Bünyamin'in adı hırsız diye çıksaydı ne olurdu?

Derviş Bayezidî Bistami'nin türbesi başında diyordu ki:
Onun bir perdesi kalmıştı, o perde içinde dünyadan göçtü gitti.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Dervişlik uygun olanın yapması gereken bir hizmet olduğunu öğrendik.

2.    Dervişliği kişinin kendi hür iradesiyle tercih etmesi gerektiğini, yönlendirmelerle e zorlamalarla olunmayacağını öğrendik.

3.   Bir harfi bile söylerken dikkat emmemiz gerektiğini, anlayışa çok farklı anlamlar getirdiğini öğrendik.

4.   Allah uludur (Allahü Ekber) derken kuvvete tapma manasına gelen bir anlayışta olmanın yanlış olduğunu bunun için de çok dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.

5.   İnsanların kendi düşünceleriyle, hayalleriyle birçok Allah diye isimlendirdikleri Allah olduğunu, gerçek Allah’ın değişik sıfatlarla sıfatlandırılanlardan daha ulu olduğunu öğrendik.

6.   Ruhlar âleminden geldiğimizi yine ruhlar âlemine gideceğimiz için bu dünyanın bir köprü olduğunu, dünyaya kurulan bu köprüden geçerken dikkat etmemiz, köprüden aşağı düşmememiz gerektiğini, köprüyü sağ salim geçip selamete ulaşmamız gerektiğini öğrendik.

7.   Gerçeği aramayan, manaya önem vermeyen kişilerin görüş ve düşüncelerine hayallerini katıp karıştırarak ve de bunu doğru kabul ederek arayış ve inceleme yolunu kapatırlar böylece kendilerine perde oluştururlar.

8.   Allah’ın büyüklüğünü içimizde saklamamızın daha doğru ve güzel olduğunu öğrendik.

9.    Dışa dönük Allah’ın büyüklüğünü söylediğimiz zaman kendi fikrimizi katmış oluyoruz ki böylece Allah’tan kendimizi uzaklaştırmış olduğunu öğrendik.

10.                  Âşık olanların, sevdiği ile buluşmak için uğraşanların acı çekenlerin unutulmadıklarını öğrendik.

11.                  Tanrı’nın koyduğu perdelerin kolayca açılmadığını, ne kadar yol alsak da (BEN) dediğimiz zaman perdenin açılmadığını, daha ilerisini görmemize izin verilmediğini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Olgunluğa ulaşmak için uygun olmak gerekmektedir.
Hevesle veya merakla uzun bir uğraşıya girilemez.

Öğretecek olanın olgun, öğrenecek olanın uygun olması gereklidir.
Herkes Allah der ve emredilenleri yaparlar.

Eğer doğru bir kişiden ve yoldan Allah’ı öğrenmemişse kendi fikrini, hayallerini, beklentilerini katarak kafasında bir Allah fikri oluşturur.

Kimi de aciz kaldığı zaman Allah’ın gücünü kullanmak fikrindedir.

Allah bu düşünceyle oluşmuş kendi adı kullanılarak anlatılandan daha ulu olduğundan iç âlemimizde bu saygıyı sevgiyi saklamamız, anlatımını bilen kişiye bırakmamızın doğru bir davranış olduğunu öğrendik anladık.

Yeteri kadar araştırmadan, olgun kişiden öğrenmeden öğrendiklerimize inanır doğrusu budur dersek, kendi kendimize perde, sınır, duvar ördüğümüzü öğrendik, anladık.

Benlik ve ben merkezli davranışların yolumuzu kestiğini hakikate giden yolculuğumuzu önlediğini, manaya ulaşmamıza perde olduğunu öğrendik, anladık.

Daha geniş bilgi için RAVLİ BEN VE BENLİK yaz Google den araştır.

                                      *
RAVLİ

27 Ekim 2012 Cumartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 21

(M. 242) Saidi Müseyyeb, Bağdat müderrislerindendi(Profösör).
Güzellikte, şirinlikte eşsiz bir kızcağızı vardı ki, ünü halifeye kadar ulaşmıştı.

Halife, bu güzeli nikâhlamak (Evlenmek) için zulüm ve cefadan başka ne tertipler, ne tuzaklar kurdu, ama bir türlü elde edemedi.

Said'in bir de çömezi (Yeni öğrenci) vardı.
Talebe arasında en çekingen en alçakgönüllüydü.
Medresede sıraların en gerisinde otururdu.
Bu çömezin bir de derviş tabiatlı annesi vardı.

Bir gün büyük üstadın gözü bu çömeze ilişti.
Ders meclisi tenhalaşınca onu yavaşça yanına çağırdı.

Hal hatır sorduktan sonra, güzel kızımı sana vereceğim, sonra da seni kendime vekil seçeceğim, dedi.

Çömez hocasının bu teklifini annesine anlattı.
Annesi bu haberden çok ürktü, bundan bir uğursuzluk sezdi.
Bayağı divane (Sıra dışı davranışlarda bulundu) oldu.

Yavrum, dedi, bunu rüyada mı gördün?
Acaba ne oldu sana, şimdi ne yapacağım ben?
Param da yok ki seni hekime götüreyim.

Oğlan cevap vecdi:
Anneciğim, bu ne düş, ne hayal, ne de sayıklamadır.
Gerçekten böyle oldu.

Ertesi gün annesi daha fenalaştı; mahalle kadınları ile dertleşmeye başladı.
Bu oğlan başımızı yiyecek, bari siz ona korku verin de bu hayalden vazgeçsin.
Bir daha böyle şeyler söylemesin.

Eğer başkaları işitecek olsa, bu sözleri onun deliliğine yorar, hakkında zır  delidir diye tanıklık ederler.

Ertesi gün tekrar derse gittiği vakit üstat onu yine çağırttı, çok ilgi gösterdi.
Bundan sonra zavallı bilgi âşığı çömez artık gözlerini soğuşturarak kendi kendine söylenmeye başladı:

Acaba bu bir hayal veya rüya mı?
Nasıl ki annem ve komşu kadınlar hep birden, sen çok düşünmeden ve akıl yormadan saçmalamaya başladın, kara sevda sana geldi diyorlar.

Sonra tekrar etrafına bakındı, her şey yerli yerinde; medrese, kendisi ve müderris hiç değişmemiş.
Hayır, dedi, Allah'a ant içerim ki bu hayal değil, kara sevda ve delilik hiç değil.

Tekrar evine gitti, olanı biteni annesine hikâye etti.
Bu sefer annesi ve komşu kadınlar yine oğlanın şiddetli kara sevda olması mümkündür, dediler.

O kendi başını, hem de bizim başımızı yiyecek diye kara bir düşünceye daldılar.
Neticede delikanlı her ne anlattı ise bunlar hiç birine inanmadılar.

En sonunda gerdek gecesi yaklaşınca, delikanlı güzel elbiseler giyerek eve geldi.
Annesine altınlar, gümüşler getirmişti. (M. 243)

Anne hâlâ şüpheli idi, henüz şüphesi geçmemişti ki, kızı gece evine getirdiler.
Komşu kadınlar, anne şaşkın-şaşkın bakışıyorlardı.

Kızı yakından tanıyan kadınlardan birçoğu yanına gittiler.
Onda öyle bir değişiklik gördüler ki, aman Yarabbi!
Dediler, bu nasıl olur?

Kız, onlara yüksek sesle şu cevabı verdi:
Bunda şaşılacak ne var?

O bilgi ve fazilet ehlidir, biz de öyleyiz, ama belki o bizden daha üstündür.
Çünkü biz dünya adamıyız, onun ise dünyada gözü yoktur.

Şu halde bizden daha erdemli bizden daha şereflidir.
Biz de dünyayı terk etmeliyiz ki ancak onun gibi olalım, dedi.
                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Bilgi ile iyilik etmeyi ve fenalıktan çekinmeyi kendine değer edinmiş, yaşamının amacı haline getirmiş kişilerin mal, mülk, mevki sahiplerinden üstün olduklarını öğrendik.

2.    Dünya nimetlerine bağlanmış kişilerin erdem ve şeref sahibi olamayacaklarını öğrendik.

3.   Hakikati bilen kişilerin kız çocuklarını evlendirirken bilgili ve iyilik etmeyi bilen, fenalıklardan çekinen gençleri tercih etmeleri gerektiğini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Bilen kişiler nesillerini sağlam olarak devam etmeleri için kızlarını daima ruhen zengin gençleri damat olarak seçerler.

Damat seçerken:

1.   Tahsilli, kanun ve kurallara uyan, utanması olan, temiz, namuslu, doğru konuşanı tercih etmesi gerekir.

2.   Kızının fakirlik ve elinin darlığa düşeceğinden korkmadan ve çekinmeden vermesi gerekir.

3.   Aslı temiz, soylu, dindar ve akıllı olan çocuğu tercih etmesi gerekir.

4.   Mal ve mülk, zenginlik ve makam ve güzellik için evlendirilmemesi gerekir.

5.   Zenginlik için evlenen o zenginlik içinde fakir yaşar.

6.   Güzellik için evlenen sonra çirkin bulur.

Tercih böyledir.

                                    *

RAVLİ 

26 Ekim 2012 Cuma

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 20

Şarapçının biri şarap satıyordu.
Biri sordu:
Yahu sen şarabı satıyorsun ama acaba karşılığında ne alacaksın?

Camiden geri kalan kimse lahavle mescidine gider, insan eğer lahavlenin ne demek olduğunu bilirse, yani kuvvet ve kudretin Allah’ta olduğunu anlarsa onun Cuma namazı boşa gitmez.

(Lahavle mescidi: Camiye gitmeyip Allah’ı anmayan kişinin başına gelen bir sıkıntı veya bela karşısında önüne gelen ilk mescide girerek sabrının tükendiğini söyleyerek Allah’ı anar ve yardım ister)
Meyhanede (Tekkede) böyle bir lahavle çekmek, Kâbe’de lâhavlesiz kalmaktan daha hayırlıdır.
Ama mescitteki lahavleyi ne bileyim?

Kadı’nın (Hâkim) biri bu sevdada idi; birkaç yankesici ağlaya sızlaya ona yanaştılar.
Efendimiz dediler, şu hazine işini ancak senin sayende başarabiliriz. Yoksa o değerli hazineden faydalanmaya bizim gücümüz yetmez. Onlar geç kalmışlardı. (M. 240)

Biri dedi ki: Efendimiz sarığını versin de kendilerine bir haber getireyim.
Öteki yankesici, o geç kalır, dedi.
Siz şu katırı kulunuza veriniz, ben şimdi onu ve arkadaşları çağırayım. Şu şartla ki, falanın başına ant içeceksiniz, bu meseleyi hiç kimseye açmayacaksınız.

Sağırın biri değirmenden geliyordu, değirmene doğru giden birine rastladı, kendi kendine, bu adam benden herhalde nereden geliyorsun, diye soracak dedi.

Selâm vermeyi bile unuttu.

Önce bu şekilde yanlış düşününce başından sonuna kadar hep saçmaladı, önce nereden geliyorsun dediklerini sandığı için değirmenden geliyorum derim, diye düşündü.

Ne kadar un yaptın derlerse bir buçuk kile derim.
Hâlbuki gerçekten adam ona diyordu ki, karının ardı uğursuz mu? Beline kadar işaret ediyordu.

Nihayet adam bu yolcunun sağır olduğunu görünce ilk sözü anlamadığını sezdi.
Ondan sonra hatırına gelen her şeyi söyledi, ama eğer doğru cevap verseydi ilk önce söylediği söz hoşa gitmezdi.
Ama o sağırdı her şeyi anlayamazdı.

Kuran'da, "Çadırlar içinde öyle huriler var ki, onlara ne insan eli, ne de cin eli değmiştir." (K. 55/56) buyrulmuştur.

Bunun anlamı nadir?

Hele o cennetler ki Allah âlemidir diye sordum.
Ona göre kıyas et.

Dedim ki: insanoğlu ve cin tayfası ona erişememiştir.
Yani bu içkiler bu âlemde de bizim elimize geçmez mi?

Herkesin mertebesine göre zencefilden, çağlayandan, kâfur ve temiz şaraptan payı var mı? (Cennet şarabı)

"Sözlerini yerine getirenler; şerri ve korkunç manzarası aşikâr olan o günden korkanlar," anlamındaki ayet nedir?
Bu herkes hakkında mıdır?

Bazıları bunun Hazreti Ali hakkında olduğunu söylerler.
Ayetin inmesi sebebi kendiliğinden anlaşılıyor.
Ola ki bunlar da bir sebep söylesinler.
Ama çok soğuk ve yersiz olur.

Kendi düşünceleri ile doğru yola gelsinler.

Bu hırkamın kolunu öptü, onun o üç gecelik Semâ’da birçok günler sürecek olan işleri tamam oldu.

Dükkândan et getiren o Yahudi'nin yedi ceddi işadamı idi, ama o yine de Yahudi'dir, yine de Yahudi.

İbni Mesut'a (Allah ondan razı olsun) Hazreti Peygamber, Kuran’ın sırlarından bazı şeyler açıklardı.

Onun anlattığına göre falan ayetin manasını Peygamber arkadaşlarına açık söylerdi, ikinci manasını da benim kulağıma fısıldardı: bunları size anlatsaydım boynumu vururdunuz, dedi.

Sahabeler o zaman o sözleri küfür sayar, söyleyenlerin boynunu uçurturlardı.
(M. 241)

"Söyle ki, şüphesiz ben de sizin gibi insanın ancak bana vahi gelir.
Şüphe yok ki ilâhımız tek bir ilâhtır."
(K. 18/110) anlamındaki ayetin inmesi sebebi nedir?

Siz de bilirsiniz ki, Hazreti Ali (Allah ondan razı olsun) Aşure ayının onuncu gününe kadar Hazreti Peygamberin yaptığı gibi dokuz gün etyemezdi.


Hazreti Peygamber, Ali'nin yüzüne bakınca onu iyice zayıflamış gördü.
Sen bana bakma, dedi, ben sizden herhangi biriniz gibi değilim. Bunun üzerine ayet geldi:

"Söyle ki, şüphesiz ben de sizin gibi insanım."
Ama aradaki fark şu kadarcık bir şeydir ki, o da bana vahiy gelir.

Yani ben açık bir iş yaparım, ama hiç kimse bilmez.
Onların aralarında yaptığım o işten, görüyorsunuz ki, ağızlarından hiç bir haber çıkmaz.
Meğerki ben istemiş olayım.

Peygambere, benzerler ve eşler niçin olsun; bu, onun benzeri olur mu hiç?
Niçin bu da senin benzerin olsun.

Nihayet gerektir ki herkes bir işle uğraşsın.

Ben de niyet ettim bundan daha iyi bir iş varsa din ve dünya kazancı için o işle meşgul olayım, elime geçeni burada sarf edeyim.

Hakîm Senayı eceli geldiği sıralarda dilinin altından bir şeyler mırıldanıyordu.

Kulak verdiler ağzından şu sözler dökülüyordu:
Şiir:
Söylediğim şeylerin hepsinden vazgeçtim, pişman oldum,
Çünkü sözde mana, manada söz kalmadı.

Çünkü sen Hazreti Allah’ın yolunda bir parmak yürürsen o sana bir karış yaklaşır, zahmetsiz ve minnetsiz yürürsün.

O misal yönündendir.

Maksat, Allah'ın kutsal sözündeki manadır, yoksa parmak karış gibi ölçülerin ne yeri var?

Göz kâğıda bakar ve özellikle kendi yazdığı şeyi beğenmez.
Beyaz kâğıt üzerine bakınca şaşıyorum.
Yoksa ben seni sevenlerdenim.

Onun ne yeri var.
Bana falan şehre git, diye emredersen, istersem giderim, istemezsem gitmem.

O gayıp ve gizli âlemden papazlar da haber verir.

Onlar da hep birlikte söylemişlerdir ki, bütün yollardan ve gidişlerden, Hazreti Muhammed'in yolu en iyisidir.
İnsaflı olanlar insaf (Merhamete, vicdana veya mantığa dayanan adalet) ederler.

Çünkü onların görüşlerinde ve gidişlerinde Hazreti Muhammed'in (A.S.) yolu gibi aydınlık yoktur.

Kadına yaraşan en iyi iş, evinin bir köşesinde kendi iğini eğirmektir (İşini yapmak).
Dervişe yaraşan da dervişlik ve sessizliktir.

Şiir:

İncir satanlar için en güzel şey nedir bilir misin?
İncir satmaktır, incir satmak kardeşim!


                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Her yaptığımızın bir karşılığı olduğunu anladık.

2.   Cuma namazı vaktinde Allah’tan bu namazı kılanlara özel hediye verildiğini, sıkıntısının giderildiğini, duasının kabul edildiğini öğrendik.

3.   Namaz kılmadan önce kuvvet ve kudretin Tanrı’da olduğunu bilmemiz ve anlamamız gerektiğini öğrendik.

4.   Hangi durumda olursak olalım yetki ve kuvvet yalnız Allah’ındır diye anmamız, yani lâ-havle ve-lâ kuvvete illâ bi-llah dememiz gerektiğini öğrendik.

5.   Hilekârların yargıcı bile soyabileceğini, önce soyacağı kişinin tutkusunu, neye düşkün olduğunu keşfederek o tutkusuna ulaşması için yardım edeceğini söyleyerek soyduklarını, hiç kimseye söylememeleri için de yemin bile ettirdiklerini öğrendik.

6.   Önce karşımızdakini dinlememiz gerektiğini, sonra eğer o kişi sağır ise yani sözü anlamayan ise ne söylersek söyleyelim bir işe yaramayacağı için konuşmanın gereksiz olduğunu öğrendik.

7.   Sözlerini yerine getirenlerin,  Tanrı’ya hesap vereceğini bilen herkesin seviyesine uygun olarak el değmemiş çok temiz kadınların cennette hizmet edeceklerini öğrendik.

8.   Tanrı sözlerine bir sebep gerekmediğini öğrendik.

9.   Kuran’ı kerimin açık manası olduğu gibi ancak özel kişilere de sır denilen ayrı manası olduğunu öğrendik.

10.           Herkesin dünyada bir işi, görevi, yetkisi olduğunu ve benzeme olmadığını öğrendik.

11.           En iyi kazancın din ve dünya kazancı olduğunu, bu kazanımları da bu dünyada harcamak gerektiğini öğrendik.

12.           Olgunluğa ulaşan kişinin önceki yazdıklarını beğenmediğini öğrendik.

13.           Görünmeyen âlemden papazların da haber verdiklerini öğrendik.

14.           En iyi yolun Hazreti Muhammed’in yolu olduğunu öğrendik.

15.           Herkesin kendi işini yapmasının, başkasının işine karışmaması gerektiğini öğrendik.

16.           Derviş olanın alçak gönüllüğü ve fakirliği kabul ederek sessiz bir yaşayışı seçmesi, sevmesi ve bu şekilde kalması gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Her şeyi bilen ve gören kuvvet ve kudret sahibi Allah’ın düzenlediğini bizim bu düzen içinde bize görev ve verilen olanak sayesinde sakin ve sessiz bir hayat yaşamamız önerilmektedir.

Başkalarına benzemeye çalışmak yer ve konumlarını eleştirmek için uğraşmanın yanlışa götüreceğini öğrendik.

Ancak bizden değişmek ve gelişmek için yardım isteyene seve-seve bu hizmeti vermemiz gerekmektedir.

Herkesin aslına çekeceğini, aslının sanatını yapacağını öğrendik, anladık.

Her ne kadar aynı imana, aynı dine sahip ve aynı ibadeti yapsak da bize düşen iş ve görevin farklı olduğu bilincinde dünya hayatını tamamlamamız gerektiğini öğrendik, anladık.

                                *
RAVLİ 

25 Ekim 2012 Perşembe

ŞEMSİ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 19

Şiir:
Dostların ayrılığından ah çekmek, yarın vedalaşmasından figan (Yüksek sesle inlemek) yaraşır.
Bu iki mutsuzluğa uğramaktansa, ölüm bin kat daha hoştur
.


Burada işi düzeltmek gerektir, iyi bir iş yaptın, cennette kendine açık bir makam hazırladın, kendi yerini de gördün, o zaman geçti.

Bir dindarın (Allah’a inanmış ve bağlanmış) önündeki bir akçe, başka birinin elindeki yüz bin dinardan daha iyidir.

Dinsizi ateşin üstüne atar cehenneme götürürler.

Benim ipim uzun, geniş ve ince değilse bile herkes onu görebilir.

Sen kimsin? Diyordum ona.
Önünde bir pul değerinde helva var, dedim, heybetle bir baktım.

Üstat ve kâmil bir insan idi, hiç aldırmadı, sen bilirsin, dedi.
Beni Allaha ısmarla, o günahları örtücüdür ve en güzel güven yeridir.
Bu Seyidin sözüdür:


Seyid Burhaneddin, Hakîm Senayî'nin hem müridi, hem de şeyhi oldu.
Seyid derdi ki:
Lokmayı başının arkasından götüren kimse ola ki, sinirini koparır.

Allah kuluna inayet (İyilikte bulunma) ederse bir Hıristiyan çocuğunu bile onun yolunda Müslüman eder.

Bu söz bu güzelliği ile söylenmeye değer.
Hem de söylemek gerektir ki, benim nazarım ona değerse Müslüman olur.
Kürklü hırka ile çarığı unutma!

(Şu andaki sahip olduğun iyi durumlara kavuşmak için yaşadığımın zorlu aşamaları unutma)

Onun arkasından gitmenin ne yeri var!
Korku nerede kalır?

Rastgele bir şey yeme ki, sonunda eğer onu yemeseydim daha iyi olurdu yahut keski hiç yemeseydim, demeyesin.

Önce kumaşı ölç, sonra kes, işlerimizde daima iyi, güzel tedbirler alalım.

Kuran’da:
 "Uykunuzu size rahat sebebi, geceyi size örtü kıldık.
Gündüzü de geçiminizi sağlamak için ayırdık,"
(K. 78/9, 10) buyrulmuştur.

Uykunuzu rahat, gecenizi örtü kıldım buyrulması ayıklık haline işarettir.
Gündüzü geçim zamanı kıldık buyrulması da, küçük balıkları yiyerek geçinen büyük balığın haline şükretmesi gibidir.

Denizde sular arasında bir aydınlık belirdi, gemiciden sordum, hiç bir ses çıkarmadı.

Bir gün yine o aydınlıkta gidiyorduk, başka bir parıltı daha belirdi. Ondan sonra gemici derhal secdeye kapandı.
(M. 239)
Bu şükran secdesidir, dedi.
Eğer söyleseydim ödün patlardı.

Gözünün birini bir balığa, ötekini başka bir balığa dikmiş; eğer bir an gemide uyusaydım öteki balığı göremeyecektim.

Balık her zaman denizde şaşkın bir durumdadır.
Ama deniz de o balığa şaşmaktadır.

Benim içimde o büyüklük ve genişlik nasıl olur?
Bende ne var diye şaşmaktadır.

Elimde hafif bir ışık tutuyordum.

Köpek havladı, onun heybetinden eve kaçtım.
O evden başka bir eve sonra da büyük bir tandır ocağının içine sığındım.
Hey anneciğim, hey anneciğim!
Silâhımı getir, dedim.

Anne mızrağımı ve kılıcımı getir; dışarı çık, mahallenin başında havlayan o köpeğe, hav-hav, sensin, hav-hav senin annen babandır de.

Eğer yiğitsen tandır başına gel!
(Sohbete gel)
Mızrakla senin beynini patlatırım gel!

Yedi yüz yiğit kişilerdik.

Yedi Tacik (Farsça konuşan orta Asya halkı) üstümüze saldırdı, biz çok sopa yedik, onlar da pek çok eşya götürdüler.

Parmağımı öyle bir sıktı ki, Yarabbi onu tut, onu, onu! Dedim.
Mevlâna'yı değil, falanı değil, bunu değil, bu ayağı da değil.
Onu görmüyor mu?

Sana şaka mı geliyor bunlar, yağmur gönderdi ki, yorganımızı başımıza çekelim de altına girelim.
Benden bir söz işitti.
Bunu o söyledi, soğuk kaçtı.
Başkaca hiç bir şey söyleyemedi.

Niçin sıkıldın, dedim.
Sustu, konuşamadı.
Sonra tekrar dili açıldı, yürüdü.

O söylediğin şeyi anlatır mısın? Dedi.
Gördüğüm rüyayı içim boşansın diye tekrarlamamı mı istiyorsun dedim.

Ama gönlünü rüyadan boşaltırsan ne ile boşaltacaksın
                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Sevilen bir dosttan ayrılmanın sonradan pişmanlık doğuracağını öğrendik.

2.   Allah’a inanmış ve bağlanmış kişinin elinde bulunan olanağın diğer inanmamış kişilerin olanaklarından çok daha güçlü ve işe yarar olduğunu öğrendik.

3.   Cehennemlik bile olsak Şems Hazretlerine bağlanmamız ve cehennemden kurtaracağına inanmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Değerlendirmede ve yapacağımız işlerde tereddüt edersek Allah’a ısmarlamamızın daha doğru olacağını öğrendik.

5.   Doğru sözü doğru kişiden almak ve doğru şekilde öğrenmek gerektiğini öğrendik.

6.   Güzel sözü güzel kişinin söylemesi gerektiğini öğrendik.

7.   Yapacağımız bir işten sonunda pişman olmamak için ölçümleri yapmamız, ara hedefleri koymamız, lazım olanları sağlamamız ve zarar ve tehlikelere karşı tedbir almamız gerektiğini öğrendik.

8.   Rahat etmenin uyanıklıkla olacağını öğrendik.

9.   Tanrı’nın rahmet (Bağışlaması, acıması, esirgemesi, koruması) âleminde pırıltılarını gösterdiğini, kiminin aydınlık ortamda kiminin de görünmez ortamda eserler ortaya çıkardığını, ancak uyanık olanların bunları görebileceğini öğrendik.

10.                  Silahımız yoksa tehlike karşısında kaçıp saklanmamızın gerektiğini öğrendik.

11.                  İçimiz boşalsın diye rüyamızı başkasına anlattığımızı öğrendik.

İşte böyle yaren

 Şems Hazretlerinin Mevlana Hazretlerinden ayrılmasının kendisine üzüntü verdiğini, gördüğü rüyalarla korkutulduğunu, yalnızlığa itildiğini, gönlünün sıkıntısını rüya ile boşaltmaya çalıştığını öğrendik.

 Rüya önemlidir.
Rüya gönül âleminde görünenlerin akla şekil olarak gözükmesidir.

 Tanrı erleri kendi gördüğü rüya ile kendini aynada görür gibi ip uçları elde ederek yeniden kendilerini değerlendirir, hedef koyarlar, sakınılması gereken şeylerden haberdar olurlar.

Daha geniş bilgi için RAVLİ RÜYA yaz ve incele.

                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar