8 Nisan 2012 Pazar

TANRI İNTİKAMI VE TÜRKÜN GÖREVİ VE PEYGAMBERİN DUASI İLE MEVLANA’NIN GELMESİ


Bir gün Muineddin Pervane (Tanrı rahmet etsin) Mevlana’dan (Tanrı aziz olan sırrını kutlasın):
“ Bizim askerimizin diye buyurduğunuz Cengiz Han sülalesinin devleti ne zaman sona erecek ve onların akıbeti ne olacak?” diye sordu.

Mevlana:
“ Mevlana’yı Buzurg (Yani Bahaddin Veled, Mevlana’nın babası) (Tanrı ondan razı olsun) Harizmşah’ın kötülüğe yüz tutan hal ve hareketlerinden, çok incinip Belh’den çıkmağa karar verdiği vakit Tanrı’dan ‘Müntekim’ adıyla bu şeraitte olmayan şeyleri icad eden adamdan intikam alması için dua etmişti.

Çünkü ’Tanrı intikam sahibi azizdir
(AL’İ İMRAN suresi 3-4)(MAİDE suresi 96)

Bunun üzerine Tanrı, ucu bucağı olmayan Moğol ordusunu Doğu tarafından çıkartıp getirdi.
Bunlar Belh ve Horasan tahtını harap ettiler.

Bu hikâye uzundur.” Buyurdular.
Ve şu ilahi hadisi şahit olarak getirdiler:

Tanrı vahy yoluyla Muhammed’e:
“ Benim bir takım askerlerim vardır.
Ben onları Doğu tarafına yerleştirdim ve onlara Türk adını verdim.
Onları hiddet ve gazap arasında yarattım.

Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar vasıtasıyla onlardan intikam alırım.
Allah!” diye bildirdi.

O tayfanın devleti, bizim çocuklarımıza, çocuklarımızın çocuklarına, torunlarımıza kötü muamele ettiği ve onlara karşı cefa ve eziyette bulunduğu, saygısızlık gösterdiği, zorbalıklardan ve kibirlerinden ötürü bizim neslimizi layıkıyla ağırlamadığı zaman zeval (Yok olur) bulur.

Ve Tanrının gayreti mutlaka onları basiret sahiplerine (Hakikati görüp ders alanlar) ibret yapar.
“ Zalimlerin yardımcıları yoktur”

(Zulüm: Bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymak, noksan yapmak, sınırı aşmak, doğru yoldan sapmak, meyletmek, hakkını eksiltmek, hakkını vermemek, men etmek ve yapılmaması gereken bir davranışta bulunmaya denir.)
(Zalim: zulmü işleyene denir)

Ayeti bunlar hakkında okunur.
Herkes zalimlerin nasıl ceza gördüklerini görürler” buyurdu ve şu şiiri okudu:

“ Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur.
Bütün bilginler böyle demişlerdir.

Bir insan ne kadar zalimse, kuyusu da o kadar korkunçtur.
Adalet beterin beteri olduğunu söylüyor.

Sen düşmanlarını korkutan bir filsin,
Fakat işte Ebabil kuşları (sana) ceza olarak gelip yetiştiler.

Eğer sen yeryüzünde bir zayıf, bir mazlum ‘Aman-aman’ dese bundan gök sakinleri arasına bir gürültü düşer”

(Mesnevi 1.Cilt 81/1309, 1310, 1314, 1315)

(Bunu işten) Pervane ağlayarak baş koydu ve çıkıp gitti.
İşte bunun gibi acayip kerametler olgun velilerin ve ariflerin özelliklerindendir.

“ Onun ilminden ancak onun istediği kadar alabilirler”
(BAKARA suresi 255)

Gerçekten şunu bilmek lazımdır ki Sıddık-ı Ekber’in mübarek vücudu, Tanrı’nın nurlu elçisinin peygamberliğinin arkasından giden yavrusu ve öyle bir muktedaya (Önde ve örnek olana uydu) uyandı.
Her bakımdan uyma ve doğru yola girme ona (Peygambere) idi.

İşte bunun gibi yerin ve gökün halifeleri olan onun haleflerinin arkasından giden yavrusudur.

Bu hal, âşıkların sultanı, maşukların maşuku (Aşık olunanların aşık oldukları) Mevlana Celaleddin’e mahsustur (Tanrı onun aziz olan sırrını kutlasın).

Tanrı elçilerinin efendisinin:
 Ben dinde kardeşlerimi ve yardımcılarımı ne kadar özlüyorum” sözü ile gösterdiği iştiyak (Özlem) ve hasretin maksadı da Mevlana’nın mübarek vücududur.

Nitekim Mevlana, Mesnevi’sinde maşukun (Sevilen olmanın) yakınlığının yüceliğini şu beyitlerle anlatıyor.

Eğer kulağın varsa dinle, gözün varsa gör.

ŞİİR:

“ Maşuk (Âşık olunan), gönlün kendisine ortak bulamadığı ve
Senin başlangıcın ve sonun olan tek kimsedir.

O maşuku bulunca, başka bir şey beklemezsin.
Gizli ve aşikâr olan da o maşuktur.

O hallerin emiridir; halin alıkoyup durduğu kadı hükmü altına aldığı kimselerden değildir.
Ay ve yıllar onun kulu olur.

İstediği yere taziyetlerini,
İstediği yere de tebriklerini sunar.

Konuştuğu zaman hâle emreder,
İstediği vakit de cisimlere can verir.

Onun eli hâl kimyası ve elini oynatsa bakır
Onun mest ve âşıkı eder.

O isterse ölüm tatlı, diken neşter,
Nergis Van gülü olur.

Hâle bağlı kalmış kimse azlık ve
Bolluk içinde kalan bir adam gibidir.

Sofi hâlden hâle nail olmakta İbn-ül vakt (vaktin çocuğu) olursa da
O hâl ve vaktin dışındadır.

Bütün hâller onun karar ve düşüncesinin mahkûmudur.
Onlar, onun İsa’nın nefesi gibi olan nefesiyle diridirler.

Bazen kusurlu, bazen da olgun olan kimse Halil’in mabudu değildir;
Çünkü o zail olur.

Zail olan ve bazen böyle, bazen şöyle olan kimse dilber değildir.
Ben zail olanları sevmem.

Bazen hoş bazen nâhoş; bir an ateş olan, ayın burcu olur,
Fakat haberdar değildir.

Temiz sofi İbn-ül vakit (vaktin oğlu) olduğu için (Çocuğun babasına sarıldığı gibi)
Temiz sofi de vakte sarılır.

Temiz sofi Celal sahibinin (Tanrı’nın) aşkına gömülmüştür.
Böylece bir kimse vakit ve hâllerin dışında değildir.

O doğurulmayan (İhlâs suresi 3) bir nura gömülmüştür.
Doğurulmamak ve doğurmamak Tanrı’ya yakışır.

Eğer gerçekten diri isen, git, böyle bir aşkı ara,
Yoksa sen muhtelif olan vaktin kulusun.

(Mesnevi 3.Cilt s. 80-81/1418-1936)

Tanrı’nın elçisinin (Selat ve selam onun üzerine olsun) son zamandaki maşuku (Aşık olduğu) onun mübarek zatıdır.

Nasıl ki Tanrı’nın habibi (sevgilisi) olan Muhammed Halil’in duası ile Celil olan Tanrı’nın nurundan zuhur etmiştir.

Nitekim Peygamber:
“ Ben sizin babanız İbrahim (Aleyhisselâm)’ın davetiyle gönderildim” buyurmuştur.

İbrahim’de:
“ Ey Tanrım!
Sen onlara yine onlardan bir elçi gönder.
O, onlara senin ayetlerini okusun, hikmet ve kitabı öğretsin, onları fena sıfatlardan temizlesin” diye dua etmişti.
(Bakara suresi 129)

İşte böylece Mevlana Hazretleri de, Tanrı’nın elçisinin duası ile zuhur (Gelmiştir) etmiştir.
Nitekim Mesnevi’de şöyle buyurmuştur:

Peygamber:
“ Benim ümmetimin içinde, benim cevher ve himmetimden yaratılmış insanlar vardır.

Onlar o nurla beni görürler.
Ben de onları o nurla görürüm.

(Mesnevi 1.Cilt S.213/3462-3463)

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                       ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı’nın intikam sahibi olduğunu, zalimleri, zorbaları, azgınları, suç ve günah işleyenleri, önce bu davranışlarından sakındıran, hallerini düzeltmeleri için mühlet veren, sonra isyana ve azgınlığa devam edenleri şiddetle cezalandıran, mazlumun hakkını zalimden aldığını öğrendik.
2.    Türklerin Tanrı askeri olduğunu, Tanrı’nın Türkleri hiddet ve gazap arasında yarattığını ve Tanrı emrini bu şekilde yerine getirdiklerini öğrendik.
3.    Zalimlerin gerçeği göremediklerini, görseler bile kuvvetine güvenerek görmezlikten gelerek körcesine kendilerini içinden çıkamayacağı felaketlere düştüklerini öğrendik.
4.    Zalimlerin beklemediği bir yerden gelen kuvvetle yok olduklarını öğrendik.
5.    Bir mazlum (zulüm görmüş, haksızlığa uğramış,, suçsuz yere cezalandırılmış) gördüğü zaman gökyüzündeki sakinlerin (Melekler, peygamberler, veliler, şehitler  Vb.) rahatsız olduğunu öğrendik.
6.    Velilerin Tanrı’nın verdiği ilim ile ancak geleceği görüp bilgi verdiğini öğrendik.
7.     İbrahim Aleyhisselamın dua ve davetiyle Hazreti Muhammedin geldiğini öğrendik.
8.      Hazreti Muhammed’in dua ve davetiyle de Mevlana hazretlerinin geldiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Peygamberimizin nurundan Müslümanlar içinde olan insanların olduğunu, o nurla peygamberimizi görebileceğimizi, peygamberimizin de bizi görebileceğini öğrendik, anladık.

Yani kendi kafamıza göre bilgi ve çalışmamızla Tanrı’ya ulaşmayı elde edemeyeceğimiz için önceki büyüklerimizin aydınlattığı ve gösterdiği yoldan gitmemiz gerekir.
                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar