16 Nisan 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE SÖZ

Şems Hazretleri âlimlere ders veren olduğundan (Hâkim) her sözünde kavramlar üzerinden ve işaret diliyle (Remz) anlattığından anlamakta güçlük çekebilirsin.

Anlamaya çalışmakta çok yararın vardır.
Okuduğun zaman uykunda sözlerin gerçekliğini anlarsın ama ifade edemezsin.

Sonraları tam bütünlüğe eriştiğin zaman ifade edebilecek duruma gelirsin)
                                             ***

Mevlana size çok teşekkür ediyordu; onu dinlemekteki zevk, sizinle yanına gittiğimde gösterdiği lütuf ve iltifatlar o kadar hoşuma gitti k, oradan ayrılmak istemedik.

Şunu hatırla ki, bu halk ile ikiyüzlü konuşursan hoşlarına gider; sen de onların sözlerini dinlersen hoş karşılarlar.
Yoksa başka türlü konuşmaktan sıkılırlar.

Bugün onlar bizimle iyi geçinmeseler bile yine doğru hareket etmek gerekir.
Kendine ve dostlarına karşı daima doğru davranmak yaraşır.

Nasıl ki ulu Tanrı Peygamberine:
“… Emrolunduğu gibi doğruluk göster…”
(Sûrâ suresi 15) buyuruyor.

Sen ki doğrusun, doğru kal!
Doğruluk göster.
Eğriye ne kadar doğru desem doğrulmaz.

Adamın biri padişaha nedim (Sohbet arkadaşı) olmuştu.
Bu adamın gerçek dostluğu padişahın hoşuna gitti onu daima okşardı.

Padişahın işleri bu yeni nedimin günlerinde düzelmeye başladı, en zor işler kolaylaştı.
Bu vaktin erleri ise bu yolda taklide giderler ve işi taklidin son kertesine (Son sınırına) götürürler.

Bu işve bu konudaki düşüncemiz şudur ki:
“ Bütün bu sözler büyükler tarafından söylenmiştir”

Remizler (İşaretler), işaretlerle bu sözlerin yorumları hep taklittir.
(Sözün aslı Tanrı’nın peygamberine söylediği “Emrolunduğu gibi doğruluk göster “emrinin kişisel anlatımlarındaki farklılıktır.)

Hiçbir yerden başını çıkaramaz.
(Kim doğruluk üzerine nasıl anlatırsa anlatsın, ne söylerse söylesin, bu manadan başka mana çıkamaz)
                                                   *
O ne yüce devlettir ki kadı olmuştur.
Kendimize birkaç yol seçiyoruz ve onlardan yürüyoruz.

Ama onun evinin kapısının önünden geçmek istemiyoruz, sakınıyoruz, o, çok devlet sahibidir.
(Bahsedilen Kadı’nın zarar vermesinden çekinildiğini anladık)

Bu kadar kötülükleriyle beraber silahtar oğluna kılıç çekti kendi kendine dedi ki:
“Ey hoyrat çocuk (Kaba ve hırpalayıcı) bu sözü bir daha söylersen senin halin neye varır (Sonun ne olur?)?
Sen kendinden daha güzel değilsin, nasıl diyorsun ki bunu Çelebi bilir?”

Ben adamcağız kurtuldu dedim.
 “ O söylüyorsa kanını dökeriz” dediler.

Ben de, o silahtar oğlu için “ O bilir” dedim.
 “ O onu suçlandıramaz, kendi oğluna terbiyesine de gücü yetmez, soyu bozuktur her tüyü sayısınca kendini vermiştir”
                                                *
Her kalender (derviş) ve zındık ( Tanrı’yı bilmeyen) bu Oklidis ilmini (Geometri) ve konuları iyi bilir, bu gün bütün suçları işlemiştir, gönlüm ona yabancı kalamıyor.

Tanrı’nın işleri sebepsizdir, bununla beraber eğer ona söylersem derisini yüzer,
“ Senin ne işin var ki bu kadar yapıyorsun” derler.

Mademki böylece birinin geldiğini gördün, niçin karşılamıyorsun?
Haşmet ve saltanat sahibi olanları incitmek yaraşır, onları her zaman işsiz bırakıyorsun, bir temel üzerinden yürümek gerekir.

Sözü bugün söylemelidir
Bu sözü ve bu aynayı (Görüneni parçalayıp dağıtayım) kırayım.
Biri İmad’dır (Dayanak) ki şöyle söylüyor:

 “ Ben Mevlana’nın senin kapında bir şey olacağına inanmıyordum.
Hâlbuki şimdi sen ona inanıyorsun.
Öyleyse sen de Mevlana da her ikiniz de bir şey değilsiniz!”
(Birbirinize yakınlık yoksa sonuçta bir şey elde edilmez)

İşte zor gelen bu söz nifaksızdır (İki yüzlülük yoktur).
Doğru sözdür.
Bu sözü Tekrarlamak yine aynı sözdür.
                                                      *
Bu tıpkı Cüneyd-i Bağdadi’ye gönderilen zındık muallimin (Tanrı’yı bilmeyen öğretmen) işine benzer.
Zındık muallim uzun yolculuktan sonra Cüneyd’in makamına vardı, ona dedi ki:

“Ey Cüneyd!
Benden ayrıldığın günden beri her konup göçtüğün yerde senin bütün hallerini biliyorum.
Ama burada kaldığımdan beri sana söyleyecek bir şey bulamıyorum.”

Nasıl ki şeyhin biri sofi’ye dedi ki:
“ Sen Musa’ya yakın değilsin (Tanrı huzuruna çıkmaya hazır değilsin) seninle nasıl olur da sırlardan konuşabilirim?

Bana bir sır söyle diyorsun, sana nasıl sır söyleyeyim?
Açıkça söylesem bile anlamıyorsun, ya gizli söylesem nasıl anlayabilirsin?
                                                     *

Yavaş konuşulur, işitilir.
Ancak bu sözden başka bir söz işitilir (Sözün taşıdığı başka anlam vardır).

Ona yetişmek için uğraşırım ve” Başka şeyler işitiyorsun derim” ama ona sır söylersem nasıl takat getirebilir.
(Görüneni anlatıyorum anlamıyor,  işaret edileni anlamasına imkân yok.)

Cüneyd’in şeyhi olan o zat ile Cüneyd’in yakınlığı* yoktu.
Şeyhlerin kuvveti başka-başka olur.

Onlar, küfür ve İslam bizim katımızda birdir derler (Aynı mesafede), bununla beraber bütün kuvvetler iki kılıkta görülür.*

Dedi ki:
Seninle hiç konuşulamaz;
Âlemin parmakla gösterilen adamı, cihanın maskarası olmuşsun.

Bununla beraber bir zaman bu Cüneyd-i Bağdadi çokça üzüm yemişti.
Midesini gaz yapan şeylerle doldurmuştu.

Sıkıntısını gidermek için ayakyoluna (Tuvalete)gitti.
O üzümü demeyeyim, ancak ondan oluşan ve öteye beriye dağılan yeller (Alttan çıkan hava), falan gibi yüz bin uğursuzdan daha iyidir.

( Bilgiyi doğru bir kişiden, doğru kaynaktan alınmadığında rahatsızlık oluşturduğunu, kişinin bir şekilde aldığı bilgiyi eski bilgileri ile karşılaştırıp uygun ve işe yarayanları içselleştirmesi gerektiğini, yaramayanı atması gerektiğini anladık.

İyice bilgiyi parçaladıktan sonra kötülük getirecek olanların aşağıdan atılması, iyilik kaynağı olanların ağızdan söylenerek fayda sağlanması gerektiğini anladık)  

Evhad (Bir olan), bu celâl ve ululuk sahibi Tanrı’nın temiz sıfatlarındandır.
Onun mutlu sözlerindendir.

Sen kimsin?
Senin sözün nedir?
Bu sözler Hakk’ın sözüdür ve bir hikmet üzere söylenmiştir.

Bu başka bir deyişle büyüklere işarettir.
Evet, o da vardır, seninki hangisi?
(Büyüklerin söylediği söz mü, yoksa büyüklük oluşmamışların hoş sözü mü?)

Ben kendi halimden bir söz söylüyorum hiç bunlarla (Başkalarının durumlarıyla) ilgilenmiyorum.
Sende de söz varsa bana söyle, anlat onları.

Bir aralık ince bir söz açılsa örnek göstermek için onu açıkla!
Bu sözlere Mevlana’nın buyurduğu gibi Kuran ve hadislerden mühür vurmalıdır  (Dayandırılmalı) ki manası açıklanmış olsun, maksada uygun düşsün.

Biri dedi ki:
“ Onun güzel ve korkunç sıfatları da vardır.
Güzel sıfatları arasında utangaçlık, korkunç sıfatları arasında da öç alma sıfatları vardır.
Ama korkunçluk tarafı güzellik tarafından üstündür.

Yalnız, senin için şu var ki kinci değilsin.
Bu sıfat binlerce sıfattan daha iyidir.

O birkaç gün seninle konuşmadığım zamanlarda niçin korku ve ürküntü içinde kaldın?
Demek ki Allah korkusu duydun.
İşte bu iyi alamettir.

Bir aralık ben sana “ Konuş” dediğim zaman maksadım şu idi:
Mana, kaplan huyludur dışarı çıkmaz (Gizlidir).

Söze gücüm yeter, buna ister benim kuvvetim deyiver, ister Tanrı’sal kuvvetin eseri farz et.
Kâh bir hile ile onu dışarı fırlatırım, kâh o söz gibi hiç çıkmaz.

Sen konuştuğun zaman sanki benim sözlerimi konuşuyorsun, hele o dervişe konuşurken nasıl birçok manalar sarf ettin, kapılar açıldı, güzel söz, geniş meydan açıldı.

Benim için diyordun ki:
O son derece acizliği yüzünden gönderdiğim dostu sattı, harcadı, onun hiçbir şeyi, hiçbir işi yok.
Belki gençlik etti yahut gençlerle düşüp kalktı diye hatıra gelir ama böyle düşünmek doğru değildir.

Çünkü günahlar suçlar vardır ki bunlar insanda gelip geçici şeylerdir.
Olabilir ki gerçek bir suç da işleyebilir mademki bana inanmıştır ve bu gün daha çok bağlıdır.

Gerektir ki bu dervişin sözü kabul edilsin,
Gerektir ki onun hatırına engel olan bu işi bir zahmet saymayalar.

Ben biliyorum ki onda var mıdır, yok mudur?
Benim bunlarla bir alışverişim yoktur.

Ancak undan, odundan, etten bir şeyler vermek suretiyle yardım edilsin.
Kışın üşümemesi için eskiden, giyecekten bir şeyler gönderilsin.

Sultan Alâeddin’in kardeşidir ama Sultan İzzeddin’in de bir hizmeti yoktur.
Alâeddin de bir cimri idi.

Onun ancak iki hüneri vardı ki, divan erleri bilselerdi kaparlardı.
Ancak bunun himmeti buna engeldir.
Bunlardan biri satranç öteki de ok atmaktır, başka bir işi yoktur.

Şimdi söylediğim sözden ve aracılık yaptığım iyilikten dolayı biri sana öteki de yapana ait olmak üzere iki iyilik meydana gelir.

Hadiste:
Hayra aracılık eden onu işleyen gibidir” buyrulmuştur.
Bu o demektir ki, aracılık ettiğin iyilikten meydana gelen iki sevabın biri sana, ikincisi de onu işleyene aittir.

İncinme, ben iki yüzlülük etmemeye karar verdim.
Bundan dolayı dostlarımla doğru konuşacağım.   

Çünkü söylemek istediğim sözü bekleyemediğim için söz elden gitti.
Başka söz de hatırıma gelmiyor.

Ne söylesen ve ne söylemek istesen nihayet sonraya bırakıyorsun ki sözü tamamlayayım diye.
Hâlbuki derviş sözü naziktir, şimdi elden gitti mi, söyleyeceğim söz artık o sözden başka söz oluyor.

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
NİSÂ SÛRESİ 85:
Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur.
Kim kötü işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur.
Allah her şeyin karşılığını vericidir.

BAKARA SÛRESİ 158:
“ …Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.

Neler öğrendik:
1.    Mevlana Hazretleriyle bir arada olmanın, onun sözlerini dinlemenin çok hoş olduğunu öğrendik.
2.    Halkın duymak istediklerini kendisine söylersek hoşlarına gittiğini, hoş karşılayacaklarını bunun da ikiyüzlülük olduğunu öğrendik.
3.    Tanrı’nın doğruluk istediğini öğrendik.
4.    Kaba ve hırpalayıcı söz söyleyenin sonunun kötü olacağını öğrendik.
5.    Soyu bozuk olanın kendi çocuğunu terbiye etmek için gücünün yetmeyeceğini öğrendik.
6.    Tanrı’nın işlerinde sebep aranmaması gerektiğini öğrendik.
7.    Bir söz söyleyeceksek bu gün söylememiz gerektiğini, yarına kalan sözün değerini yitirdiğini öğrendik.
8.    Yakın olanların (İnançta, bilgide, görgüde, amaçta) birbiri ile sır paylaşabileceğini öğrendik.
9.    Açıkça söyleneni anlayıp gerekli hareketi yapmayanlara gizlilik içeren İlahi sırlar söylenmediğini öğrendik.
10.                      Göz önünde olanı gösterdiğini halde anlamaya ne manaya geldiğini, hangi sonuca varacağını anlamasına imkân olmadığını öğrendik.
11.                      Büyük olanların Tanrı sözlerini söylediğini öğrendik.
12.                      Biliyorsak kendi sözümüzü söylememiz, bilmiyorsak susmamız gerektiğini öğrendik.
13.                      Kin güden olmayanın binlerce güzel özelliklere sahip olandan daha üstün bir özelliğe sahip olduğunu öğrendik.
14.                      Gelip geçici suçları işlemiş olanın suçunu önemsemek yerine; neye inandığına, neye bağlandığına bakarak önemsemeliyiz.
15.                      İyilik etme gücümüz varsa iyilik etmeliyiz, ya da iyilik etmeye aracılık etmeliyiz.
16.                      Söylenecek sözün zamanı ve yeri değiştiğinde anlamının da değiştiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

*Yakın: Düşünce ve akıl seviyesi, gönülden gelen güven ile arada şüphe olmamak kaydıyla birbirine yakın olmadır.
Yakın olanların anlatımında delil şahit aranmaz, kalben, iman kuvvetiyle görme ve inanmadır.
Günahlardan temizlenmişlerde, Allah’tan korkanda, günahtan kaçanlarda inanmak kolaylaşır.
                                                        *
Birinci kılık (Örtü): İlk bakışta görünenler.
İkinci kılık (Örtü): Daha ince bakıldığı zaman görünenler.
                                                         *
Tanrı’nın ağzını, gözünü, kalbini mühürlediği kimselerin Tanrı o mühürü açmadıkça anlamayacaklarını, boşuna uğraşmamız gerektiğini, yardım etmek istiyorsak Tanrı’ya dua etmemiz gerektiğini öğrendik.

Sözün yer ve zaman ile birlikte söz söyleyenin kim olduğunu, kimin sözünü söylediğine göre değerlendirip inanmamız veya ret etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

Google’dan RAVLİ SÖZ yazıp geniş bilgi almanızı öneririm.
                                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar