1 Mart 2012 Perşembe

ULU ARİF ÇELEBİ VE SIDDIKLARIN SOHBETİ

Eflaki hikâye ediyor:
Bir gün kutlu Türbenin kapısında bütün yaranla (dostlarla) durmuştuk.
Ansızın sofi şeklinde bir derviş türbenin ziyaretine geldi.

Çelebi Hazretleri ona:
“ Neredensin ve nereden geliyorsun?” diye sordu.

Sofi:
“ Şam memleketinden Mevlana’yı Rum’un aşkıyla onun toprağına yüz sürüp, ziyaret ederek onu bulayım diye geldim.

Bu kadar sene Kudüs’te kaldım.
Halilürrahman (İbrahim Peygamberin) hizmetini görürdüm“ dedi.

O ülkenin ululuğundan ve o mezarın rağbetlerinden hadden aşırı söz söyledi.
Bunun üzerine bütün arkadaşlar onun hakkında metihlerde bulundular ve o vilayete karşı büyük bir özlem gösterdiler.

Bunun üzerine o gece o dervişi Cemaat haneye götürüp ziyafet çektiler.

Benim fakir gönlümde (Yani Eflaki) Halil Peygamber makamının hayali ne şekildedir diye bir hakikat (Düşünce) ortaya çıktı.
Onun şevk ve arzusu o kadar arttı ki anlatmak mümkün değil.

O gece bu halis kul rüyada gördüm ki, Mevlana Türbesinin kapısını bir gurup cemaat kapıya vuruyorlar ve içeri girmek istiyorlar.

Ben de tam bir edeple kapının bağını açıyorum.
Bir de görürüm ki dört delikanlı büyük bir tabutu omuzlarına almış içeri girerler.

Ben de ileri giderim, Ravza ((Asıl Türbenin) kapısını açıp o tabutu türbenin merdiveni üstüne korlar.
O dört delikanlıdan birisi, cenaze namazı kılalım diye imam olarak ileri gider.

Ben de onlardan:
“ Bu tabut kimin ?” diye sorarım.

Onlar:
“ İbrahim Halil’indir.
Hazreti Celil’den (Tanrı’dan) işaret geldi ki, onu buraya gömmemiz için emir geldi” derler.

Cenaze namazı bitince o tabutu Mesnevinin rahlesi altına gömüp dışarı çıkıyorlar.

Bu biçare, o heybetten uyanır, naralar vurur, heyecanlar gösteririm.
Abdest alıp Kutlu Türbede namaz ve niyaza meşgul olurum.

Hem böyle sabah namazını kılıp Mesnevi Maneviyeyi okuduktan sonra Çelebi’nin elini öpmek ve âşıkane secdesi ile şeref bulmak için dışarı çıktığımda Çelebi uzaktan bağırdı ki:

“ Ey Hoca Attar!
İbrahim Halil Peygamberi gördün mü?
Nereye koydular?

Şunu bilesin ki, bütün pak nurlar bu hazretin (Mevlana Hazretlerinin), ziyaretinden boş değillerdir.
Gayıp erenlerinin arası kesilmeden onu ziyarette bulunurlar.”

Nitekim buyurmuştur:
“ Benim her günüm Cuma ve hutbem daimidir.
Minberim (Hutbe okunan merdivenli yer) yücedir.
Maksurem (Etrafı parmaklıkla çevrilmiş yüksek yer) mertliktir.

Bu minberin etekleri(Ayağı) insanlardan boş kaldığı vakitte ruhlar ve melekler, gayıptan armağan getirir.”

Derhal bu halis kul baş koyup o hazretin (Yani Mevlana Türbesinin) hizmetinden ayrılmağı düşünmeyeyim ve o sohbetin uygulamasını onun iyiliğinden bilip nimetlere şükür edici ve o keremin zikredicisi olayım.

Nitekim buyurmuştur?
ŞİİR:

“ Sıddıkların (Doğruyu bilip olduğu gibi söyleyen) sohbetini bulduğun vakit,
Bu olanağı veren uygulamayı ganimet bil.

Eğer bir kimse can,
Baş vererek yol bulursa,
O da onların rahmeti ve cezbesiyle (Kendine çekişiyle) olur.
(Mesnevi 4.Cilt s.320/812)

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Sevilen, saygı duyulan gönülden bağlanan ne kadar ulu varsa bunların hepsinin Mevlana Hazretlerinin hanedanının bulunduğu Türbeye geldiğini, sevgi ve saygılarını sunduğunu öğrendik.
2.    Mesnevi Şerifin gölgesi altında huzur içinde kıyamete kadar uyumak için Halil İbrahim Peygamberin ruhaniyetinin bu türbeye geldiğini öğrendik.
3.    Hazreti Mevlana’nın ve dostlarının sözlerinin mübarek olduğunu, bir padişahın buyruğu gibi olduğunu, yüksek yerin emirleri olduğunu, içinin mertlikle dolu olduğunu öğrendik.
4.    Mevlana hazretlerinin hükmü; görünmeyen âleme, ruhlar âlemine ve melekler âlemine de geçerli olduğunu öğrendik. 

İşte böyle yaren,

Eğer bir şekilde bu mübarek kişilere, doğruyu olduğu gibi söyleyenlerin sözüne, sohbetine, yazısına, kitabına ulaştığımız zaman bunu hazine bulmuş gibi sahiplenip değerini anlamaya ve yaşamımızda kullanmaya çalışmalıyız.

Sadece öğrenmenin ve bilmenin özü anlamak için yeterli olmadığını can ve baş vermekle bu uğraşıdan faydalanabileceğimizi öğrendik.

İnanıyor ve istiyorsan,
Can ve baş vermek nasıl olur:

1.    Her şeyi unut. (Yeni bir şey için eskiyi yok sayıp alan açmak)
2.    Gitmen gereken yere git. (Gölünde olanı yap ve beklentin kalmasın)
3.    Yapman gerekeni yap. (İleride şunu yapayım dediğini yap ve beklemekten temizlen)
4.    Anlama, bilme ve unutmada oluşan, seni durduran, korkutan görünmez engeli aş (eşiği aşmak).
5.    Korkma, insanın korkusunun gerçekleşmesini beklediğini bilmelisin.
6.    Geçmişte yaşadığın veya sana doğru diye inandırdıkları kötü deneyimleri kafanda taşıma, temizlen.
7.    Kendine geldikten, kendini bulduktan sonra tercihini yaparak o kişiye bağlan ve yaşamını ona göre düzenle.

İşte böyle yaren,
Birkaç parlak söz ve hikâye ile kendimizi değiştiremeyiz.
Çünkü her şeyin sözü olduğu gibi ruhu da vardır.
Bizim uğraşımız her şeyin ruhunu öğrenmek olmalıdır.

Eğer mazeret üreten biriysen; bu aziz sözler seni düşünceye çekemez ve bir işe yaramaz.
Eğer olumsuz düşüncelerin seni ele geçirmesine izin verirsen bu yolda ilerleyemezsin.

Şunu iyi bilmelisin ki arayan bulamaz.
Ama arayana buldurulur.

Yani sen kendi akıl ve çalışmanla bu yolu bulamazsın.
Ancak senin özlemle arayış içinde olduğun görülürse büyüklerimiz kendine çekerek sana yolu buldururlar.

Yani, yani, Sen istekle arayış ve çalışma içinde olmalısın, yolu bulduğun zaman sen bulmadın, sana buldurdular, bir şekilde seni o yola koydular.
(Bu inceliği iyi anlamalısın, gizli yardımın olduğunu bilmelisin)
                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar