4 Şubat 2012 Cumartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE KAHIR OKU

Ladik’li Kadı Necmeddin (Tanrı rahmet etsin) hazretleri Mevlana hanedanının halifelerin ileri gelenlerindendi.
O, vilayeti (veliliği) kendi çalışması, fetihleriyle elde etmişti.

“ İyi kişilere büyük fenalıklar vardır” sözü üzere, varlık, mevkiinin kibrinden, gururundan dolayı, Çelebi Hazretlerinden yüz çevirip itiraz etmeğe başladı.
Bu kadar yıllık hak ve hukuku yok etti.

ŞİİR:
“ Bu benlikle nefsi gelişti, vesveseler doğmaya başladı.
“ Yerinde olmayan” şeyler gevelemeğe başladı.

O makamdan hırs ve hasedin (Çekemezlik) bulunduğu yere kadar yüzlerce çöl vardır.
Fakat kem göz oraya gelip çatmasaydı.”

(Dünyada makam sahibi olursun ama maneviyattaki makam için yüzlerce çöl geçmek gerekir.
Kıskançlık gözü ile bakarsan bu çölleri aşar da o kişiye ulaşırsa, o kişi uğursuzluğundan mahvolur)

Bu zat, bir gün Çelebi Hazretlerini zaviyesine davet ederek büyük bir toplantı yapmıştı.

Onun müritlerinden bir gurup şeytanlık yaparak zaviyenin dışarısında ki bir bahçede oturmuşlar.
Uzaktan huzur ashabını seyrediyorlardı.

O gün Çelebi büyük heyecanlar gösterdi.
Müritler deli gibi Sema ediyorlardı.

Dışarıda bulunan hakikatten habersiz topluluk bunların Sema yapmasına gülüyor ve alay ediyorlardı.

Bunların arasında şehrin ileri gelenlerinden bir adam vardı.
Bu adam Hak Arifi Çelebi’nin veliliğini tamamıyla inkâr ediyor ve cehaletinden Çelebi Arif hakkında çok vakitler yakışık almaz söz söylüyor, onu seven dostlarıyla münakaşalar yapıyordu.

Tam o sırada yine bu zat pek fazla gülüyor ve münasebetsiz sözler söylüyordu.
Çelebi Arif Hazretleri tamamıyla Sema’ya dalmıştı.

Müderris Mevlana Taceddin Nakip oğlu, Çelebinin biraz daha gerisinde seğirtir ve münkir kimsenin hareketlerini görürdü.

O durumdan Çelebi Hazretlerine bir işaret ile keyfiyeti işaret etti, o hareketleri inkâr eden münkir (kabul etmeyen) budur diye parmağı ile gösterdi.

Bunun üstüne Çelebi, hışım gözüyle bakınca, o an bir ah çekerek düştü, üzerine hal geçti (Kendini kaybetti) hırlamaya başladı.

Adamım bütün köleleri feryat ettiler.
Herkes etrafına toplandı ve Kadı Necmeddin’e:
“ Falan kimsenin durumu şöyle oldu, ne yapmak lazımdır “ dediler.

O da:
“ Üzülecek bir şey değildir, başına kan hücum etmiş olmalıdır” dedi.
Adamları gidip bir kan alıcı getirdiler, kan aldılar.

Fakat iyi olmadı.
Bir kilime koydular, alıp evine götürdüler.

Birkaç defa kusmak istediyse de kusamadı.
Hakikatten haberi olmayan bu adam, sanki Musa’nın nasihatini dinlememiş ve küstahlıkta bulunmuş gibiydi.

Nitekim buyrulmuş:
ŞİİR:

“ Tam bu sırada hocanın hali değişti,
Gönlü bulandı,
Leğen getirdiler.

Bu yemekten husule gelen bir gönül bulantısı değil,
Ey bahtsız ham kimse!
Kay etmenin (kusmanın) ne faydası olacak sana.

Musa’nın sözünü dinlemez, küstahlık edersin.
Böylece kendini çelik kılıcın üstüne atarsın.

Kılıç senin canını alırken hiç utanıp sıkılmaz,
Kardeş bu senin layığındır, layığın.”

Adam derhal can verdi.
Henüz Çelebi Hazretleri Sema’da idi ki adamın kölelerinden saçları kesik ve çul giymiş bir cemaat, kefenlenmesiyle meşgul oldular.

Bu sırada itibarlı bir hoca vardı ki Şemseddin Ber Üstad derlerdi.
Sadık, gönlü aydın bir erdi.

O Sema halinde feryat ederek Çelebinin ayağına baş koyup, Çelebi Hazretleri o biçareye, kahır gözüyle baktığında gördüm ki, bahçe penceresinden bir şahıs dışarı çıktı ve sağ elinde tuttuğu süngüyü o adama vurdu, sonra görünmez oldu.
Onun üzerine o adam düşüp, haykırmaya başladı diye haber verdi.

Çelebi gülümsedi:
“ Senin gördüğün o adam kullarına bir iş yapmak için misal âleminden cisim âlemine gelen büyük babam Sultan-Ül-Ulemanın kutsal ruhu idi.”

Semadan çıkıp Çelebinin zaviyesine (Tekke) giderlerken yolda o biçare adamın cenazesine rastladılar.
Bütün cenaze halkı baş koydular.

Halk o heybet ve kudretten birbirine söyleşip ağlıyorlardı.
Çelebi Hazretleri mübarek başını sallayarak:
“ İnkârın uğursuzluğuna bak” diye üç defa tekrar ettikten sonra:

“ Nebiler ve veliler (Selam onların üstüne olsun) bu dünyaya temiz insanların daveti ve insanın rahmeti için gelmişlerdir.
Amma zaman oluyor ki eşkıyanın inkâr kötülüğü sebebiyle kerametler ve olağan üstü hadiseler gösteriyorlar.

Bundan başkaları ibret alsın ve onu bir daha yapmasınlar diye,

Bahtsız münkirler, o inkârdan halas (Kuvvetli bağdan kurtulmak) bulup veliler âlemine rağbet kılarak din Sultanının riayeti (gözetiminde) olsunlar ve onları kutlu gönülleri altında muhafaza olunup riayet (saygı) bulsunlar.

İnkâr edenlerin sohbetinden çekinsinler:

ŞİİR:
Mucize, dava sahibinin doğruluğunu kuşkusuz olarak ispat eden tanıktır.
Kötü işlerin inkârı olmasaydı, mucizenin gelmesine ne ihtiyaç vardı?
(Mesnevi 6.Cilt 524/4350)

Gönlünde Hakkın gerçek lezzetini taşıyan her ümmet için Peygamberlerin yüzü ve sesleri mucizedir.

Yüz binlerce yazıklar olsun!
Bu eğreti düşünce ve davranışlar,
Mağrurları ümmetlikten uzaklaştırdı.”
(Mesnevi 1.Cilt 201/3558)

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Bizi besleyip yetiştiren, bilgi ile donatan, yolumuzu aydınlatan, neye ne kadar önem vereceğimizi, nelerden temizlenmemiz gerektiğini, nelerden sakınmamız gerektiğini öğretip bizim güçlü olmamıza sebep olanlara saygımızın devam etmesinin gerektiğini öğrendik.
2.    İyi kişi büyük bir makama geldiğinde, hakikati yüzüne olduğu gibi söyleyen dostlarından uzaklaşırsa gurur, kibir gibi hastalıklara tutulacaklarını öğrendik.
3.    Tanrı dostlarını fakir, aşağı, hor, miskin, abdal, deli, divane görürler ama onların sahibinin Tanrı olduğunu göremeyenin mahvolacağını öğrendik.
4.    Peygamber efendimizden sonra Tanrı’nın dünyaya ulu kişileri göndermeyeceğini sananlar velileri bilemezler ve velileri kabul etmezler, velilerle alay edenlerin kahır okuna saplanıp can vereceklerini öğrendik.
5.    Peygamberlerin ve velilerin temiz insanların davetiyle yeryüzüne geldiklerini, işlerini görüp tekrar gittiklerini öğrendik.
6.    İnkâr (veliliği kabul etmeyen) kişilerin inatla inkârcılığa devam ettiklerini öğrendik.
7.    Veliliği inkâr edenin uğursuzluğa uğradığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bizi mahvedenin karşımızdaki kişinin değerini ve ululuğunu bildiğimiz halde kendimizden aşağı tutma gayretidir.

Benlik dediğimiz her şeyin üstünde olmak ve adeta Tanrı hükmünü gizli bir şekilde kendinde görmektir.

İnsanı yanlışa götüren ben ve ben merkezli düşünce ve davranışlardır.
Alçak gönüllü olmak gerektiğini her manevi büyüğümüz önemle belirtmektedir.

Ben ve ben merkezli düşünce ve davranış bir kişide oldukça manevi âleme giremez,
Manevi âlemde söz söyleyemez.
(Daha önce açıklanmış manevi sözleri manasını bilmeden söylemeye ağzında geveleme derler) 

Büyüklenme hastalığına yakalanmaktan kendimizi korumalıyız.
Kendimize güven sağlam bilgi ile sağlam işler yapınca olur.

Peşinen veya küçük işlerde başarı göstermemiz ile kendimize güven oluşması yanlışa götürür.
Daima sağlam, dayanağı olan, delilli ve şahitli bilgi ile bilgi edinmemiz ve sağlam davranarak kendimize güveni sağlamalıyız.

Her ne ise her şeyi olduğu gibi kabul edip, değerini vermemiz gerektiğini, buna göre söz ve davranışlarımızı uygunlaştırmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar