30 Ocak 2012 Pazartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE DOSTUN DOSTA YARDIMI

Bir gün Çelebi Hazretleri kutsal türbede sema’da idi,
O günü hadden aşırı biçimde heyecanlar gösterdi, mübarek sarığını Arapların biçimimde sarmış postunu tersine giymiş bir vaziyette sema ederek, türbeden çıktı.

Bütün halk ve güzel sesli okuyucularla birlikte onun arkasından yürüdüler.
Ölülerin musalla taşına kadar durmadan yürüdü, orada postu omzundan çıkardı ve:

“ Bir gayıbın (Görünen âlemden (dünya) görünmeyen âleme gidecek olan) cenaze namazını kılınız” diye emretti.
Namaz kılıp yine türbeye hareket etti.

O istiğraktan (Kendinden geçiş) kendine gelince annesi Kirake (Tanrı rahmet etsin) ondan namazın sebebini sordu.

Çelebi:
“ Devrin padişahı Gazan Han (Tanrı rahmet etsin) dünyadan göçtü” dedi.
Bu olay, 703 Hicri yılı aylarında oldu.

Böylece bir müddet sonra Konya tacirleri geldi.
Gazan Han’ın ölüm haberini yaydılar.

Gerçekten o, Arif Çelebi’nin buyurduğu gün ve tarihte ölmüştü.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
ULU ARİF ÇELEBİ VE AVCIYI AVLAMAK yazıyı okuyarak bu Han’ın Moğol tayfasını bu zamanda Müslüman ettiğini öğrenmeliyiz.
Bu hanın Mevlana Hazretlerinin beytini kaftanına altın işlemelerle yazdırarak giydiğini öğrenebilirsin.

Neler öğrendik:
1.    Mevlevilere dost olanın nerede ve nasıl bir sıkıntıya düşerse yardım edildiğini öğrendik.
2.    Ulu Arif Çelebi’nin görünmeyen âlemden öldüğünü öğrenerek Kabir azabının hafif olması, sorgu meleklerinin dehşetinden emin olması ve kıyamete kadar huzur içinde olması için şefaat (aracılık) ettiğini öğrendik.
3.    Yaşarken dostluk gösterenin ölünce defterden silinmediğini, dostluğun kıyamete kadar devam ettiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Gönülden gelen tam bir doğrulukla dostluk edersen görünen veya görünmeyen yardım alırsın.

Birliktelik çıkar temelli olursa çıkar bittiği zaman uzaklaşma olur.

Dostlukta imkânların birbirine kullanılması, yardım edilmesi, hediyelerle desteklenmesi vardır.

İlişkiler güven ve yakınlık ile sağlamlaşır.
Kişiler ilişkiler kurarak, beraberliklerini yürütürler, geliştirirler ve sonuçlandırır, sorun çözer, görevlerini yerine getirirler,  kendi ihtiyaçlarını ve toplumda diğer insanların ihtiyaçlarını karşılarlar.

1.    Kandırma var mıdır?
2.    Hayal kırıklıklar devam ediyor mu?
3.    Devam ettirme kararlılığı var mıdır?
4.    Her an düzelme ve düzeltme devam ettirebiliyor mu?
5.    Geçmişten gelen duygular baskı kurup bu ilişkiyi olumsuz etkiliyor mu?
6.    O an oluşan duygulara katılım sağlayabiliyor musun?
7.    Örgütlenebilmek için istek devam ediyor mu?
8.    Paylaşım da istek var mı?
9.    Birbiri üstüne egemenlik kurmak isteği var mı?
10.                      Kibarlık gösteriliyor mu?
11.                      Sosyal nüfus devamlı gündeme getiriliyor mu?
12.                      Anlama ve kavramada uyumluluk var mı?
13.                      Karşılıklı birbirinin eksikliğini tamamlama isteği var mı?
14.                      Karşılıklı bağlanma ve bağlı kalma kararlığı var mı?
15.                      Bilmediklerinden, ön göremediklerinden korkuyor musun?

Güven artarak sağlamlaşır ve dostluk oluşur.
Anlayışı yüksek olanlar yukarıdaki maddelere ihtiyaç duymandan tam bir doğrulukla birbirine sebep gerekmeden bağlanarak kıyamete kadar dostluk ederler.
                                             *
RAVLİ

29 Ocak 2012 Pazar

ULU ARİF ÇELEBİ VE MİRASI KORUMAK İÇİN HAZIR OLMAK

Bir gün bir büyüğün evinde büyük bir toplantı olmuştu.
Konya bilginlerinden, şeyhlerinden, emirlerinden ve fakirlerinden ileri gelenler orada hazırdılar.

Veled Hazretleri toplantıda o kadar bilgi ve manalar saçtı ki anlatılamaz.
Çelebi Hazretleri de büyük heyecanlar gösterip şu rubaiyi söyledi:

“ Ey padişah!
Kemer, taç ve yüzük bağışlıyorsun,
Gönüle de nurlu bakışınla yakin bağışlıyorsun”

Âlemin ariflerinin sermayesinin hepsini bir anda en aciz kullarına bağışlarsın”

Remz (Olduğu gibi söylemenin yanlış anlaşılacağından, başka maksatlarla başka anlamlar da değiştirilerek kullanabileceğinden, sadece bu seviyeye yaklaşmış olanların anlaması için işaret edilenlerdir):

(Padişah: Tanrı.
Kemer. Tanrı’nın emirlerini yapmak şerefine kavuşmak,
Taç: Velilik.
Yüzük: Dünyada her istediğini yapma kudreti.

Nurlu bakış: Çok uzun zamanda öğrenebilecek sırların bir anda zahmetsizce öğrenilmesi.
Yakin bağışlamak: Yakınlaşmasına izin vermek,

Ariflerin sermayesi: Farklılıkları fark etmek, temyiz kuvveti, önsezi, doğruyu olduğu gibi anlamak, doğruyu tam yerinde, zamanında, tereddütsüz yapma disiplini ve kuvveti.)

Sarık ve ferecesini güyendelere  (Güzel sesli ilahi okuyan) bağışladı.
Veled Hazretleri de tam bir lütufla onu kucakladı.

Sonsun inayetlerde (Karşılıksız iyiliklerde) bulundu, iyi bir şaşi ve ipek elbise verdi.

Sultan Veled daima:
“ Bizim Arifimiz, velilik denizidir ve Mevlana babamızın nuruyla da dop doludur” derdi.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Bir babanın evladının manevi mirası koruyacak ve geliştirerek sürdürecek evladının yetişmiş olarak gördüğünde memnun olduğunu öğrendik.
2.    Ulu Arif Çelebi’nin kendi dilinden Tanrı’nın onu yakın olarak kabul ettiğini, Velilik tacı ile yaptırım gücünü vererek hizmet etmesi için her yaptığının Tanrı tarafından kabul göreceğini öğrendik.
3.    Bu söylenenlerin doğru olduğunu babası Sultan Veled Hazretleri tarafından doğrulandığını öğrendik.
4.    Mevlana Hazretlerinin nurlu bakışlarıyla bakmasını öğrendiğini ve uyguladığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Babanın dedenin ve önceki atalarının doğru yolunu izleyip sahip çıkanın sevinç içinde yaşadığını öğrendik, anladık.

Biz bu soydan olmadığımız halde, bu büyüklerimize gönül ve hizmet bağıyla bağlanarak ve gelecek neslimize de sevdirerek ve faydalarını öğreterek kıyamete kadar hak ettikleri sevinçli yaşam sırlarını inşallah kolayca vermeliyiz.

Seven sevdiğiyle beraber olacak hadisi şerifine göre inşallah bizde bu büyüklerimizle beraber oluruz.
                                        *
RAVLİ

ULU ARİF ÇELEBİ VE DOĞRUYU YAPMAK

Çelebi Arif Hazretleri uğurla Konya’ya ulaşıp Veled Hazretlerinin elini öpmekle şeref bulup baş koyunca, Veled: (ULU ARİF ÇELEBİ VE VELİ VELİYİ TANIR konu başlığında anlatılanın devamı)

“ Arif o biçare felaket zade ve serseme hangi elinle vurdun.
Ver de onu öpeyim” dedi ve mübarek gözlerini öpüp aferinler de bulunup:

“ Tanrı’ya yemin ederim ki, Tanrı’ya yemin ederim ki eğer bizim Arif’in hiçbir kerameti ve menzili olmazsa bu ona kâfidir, çünkü o,  o sersemin ensesine vurdu, onu sapıklık âleminden kurtardı, yolunu şaşırmış halkı da (Doğru) yola getirdi” buyurdu.

ŞİİR:
“ Zalim (Yanlışlığa yönlendiren) öldü, bir dünya dirildi.
Her biri yeniden Tanrı’nın kulu oldu”
(Mesnevi 3 cilt 142/2503)

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
Kendimiz dikkatsizliğimizden ve bilgisizliğimizden farkında olmadan yanlış yola girip sapıklığa doğru yol alabiliriz.

Bizi uyaran, doğru yolu gösteren büyüğümüz ve dostumuz varsa onun önerileri ile bu sapık (yanlış) yoldan dönerek doğru yolda gidebiliriz.

Her dini gerekleri yerine getirenin vesvese, benlik, büyüklenme hastalığına tutulabileceğini bilmemiz gerekir.
Hem Müslüman hem de böyle yanlış hareketler yapıyor diyerek kınamak yerine;
Bu hastalıklı bir davranışları ona fark ettirip düzeltmesi sağlanmalıdır.

Tasavvuf yolunda olan bir yarenin öncelikle şeriatın (Dini kural ve kaideleri) iyi özümsenmesi ve uygulanmasıyla birlikte olmalıdır ve dinden asla uzaklaşmamalıdır.

Şeraitten uzaklaşan yolcu, yolunu kaybeder, vesveselerinden birkaç tanesi de doğru çıktığı zaman dönülmesi çok zor olan sapıklık yolunda ilerler.
(Tanrı hepimizi bu durumdan korusun. Âmin.)

Tasavvuf yolunda ilerleyen duyguları yüksek düzeyde gelişir ve his dünyasında başarılar elde etmeye başlar.
Bu durum “ Gönül açıklığı, gönül genişliği, kalp gözünün açılması, gönül gözünün açılması değildir.
Sadece duygu ve his algılarının akılca değerlendirilip öneriler haline getirilen görüntülerdir.

Yani duyguların ve hislerin atmosfere yayılan verilerini algılama ve okumadır.
                                                   *
Gönül açıklığı duyguların ve hislerin gelişmesinden sonra kişi Tanrı’ya bağlılığını devam ettiriyorsa, benliğe yönelmemişse, büyüklenme hastalığına yakalanmamışsa yani alçak gönüllülüğünü devam ettirip her şeyin Tanrı’dan olduğu gerçeğinden uzaklaşmamışsa, Tanrı’nın izni ile gönlü, göğsü genişleyerek görünmeyen âlemin hakikatlerine hazırlanmak için o kişiye Tanrı sevdiği kulları görevlendirerek bu kişi hazırlanır.

Yani o kişi velileri sevmeye, onları tanımaya, yaşamlarını ve önerilerini öğrenmeye ve kendisinin bunları yapmak için uğraşmaya başlamasıyla gönlü, göğsü genişler.
Tam bir doğrulukla kişi bu veliye bağlanır ve bu veli bu kişiyi hazırlar.
                                                    *
Kendini geliştirmek doğrudur.
En doğrusu da gelişmiş birinin yönlendirmesiyle ve onun ayırt edici, uyarıcı, tercihleri belirtici özelliklerini iyi anlamak ve tatbik etmekle olur.
Buna mumu uyandırmak derler.

Yani sen yağ ve fitil olarak mum gibi kendini hazırlarsın ama yanıp ışık vermen için birisinin ateşi senin fitiline ateş değirmesi gerekir.
Bu fitilini ateşleyen velidir.
Buna uyandırma denir.

Bu yolda yalnız gitmeyin uyarısı anlaşıldığını sanıyorum.
                                                       *
Tarikat yolu izlemeyip tasavvuf öğrenmeye çalışan ve bir veliye bağlanmayanlar gelişme sürecinde cinleri görürler bazıları bu cinlerle dost olup gelişme yolundan kendilerini ala koyarak cinlerle oyun oynamaya başlarlar ve aziz ömürlerini boşa harcarlar.

Cinlerin getirdiği, fısıldadığı sözleri insanlara söyleyerek saygı kazananlar mahvolurlar.

Cinleri, melekleri, ifriti, renkli nurları görmek bir duraktır ve burada kalınmadan, oyalanma yapılmadan yola devam edilmelidir.

Yol uzundur, Tanrı’nı sanatı sonsuzdur, daha görmemiz tanımamız gereken çok şeyler vardır.
Her şeyin en doğrusunu Tanrı bilir.
                                                  *
RAVLİ

28 Ocak 2012 Cumartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE VELİ VELİYİ TANIR


Güneşten ve dünkü günden daha açık olan, şu olay nakledilmiştir:

Bir gün Çelebi Hazretleri (Tanrı onun zikrini yüceltsin) Sivas şehrinde bir büyüğün Sema’sından çıkmış, arkadaşların zaviyesine gidiyordu.

Bir yol geçidinde bir kalabalığa rastladı.
Orada sayısız halk toplanmıştı.

Birinin ortada, başını öne eğmiş ufak taşlarla oyun yaptığını, herkese önemsiz şeyler söyleyip gevezelikler ettiğini, bu aşağı tabakadan insanların onun önünde baş koyduklarını, onunda etrafına konulan yemeklerin, helvaların ve meyvelerin her birinden yediğini ve ortadikelere attığını gördü.

Bu kılık kıyafeti perişan karmakarışık, külhan damında kararmış, el ve ayak tırnakları son derece uzamış, mavi gözleri, üzerine yazı yazılmak üzere hazırlanmış parlak deriden daha fazla parlayan bir adamdı.

Çelebi:
“ Bu ne biçim bir adamdır “ diye sordu.

Ona uyanlardan biri:
“ Bu âlemin kutbu, Âdem’in sırrı (İnsanların sırlarını bilen) olan Erzurumlu hocadır” diye cevap verdiler.

Derler ki onun acayip halleri vardır, şöyle ki aşağı âlemin yani dünyanın gaiplerinden (Gizli şeylerinden) haber verir, çok defa da bunlar dediği gibi çıkar ve o “ İhayı vahyi şeytani-şeytanın gönlüne getirdiği vesvese” üzerine kurulmuş olup,

Nitekim Kuran’ı Kerimde “ Şeytanlar dostlarına telkinde bulunur”
(EN’AM suresi 121)

Melek ile gelen vahi peygambere gelir, kalbe (gönüle) ait olanı velilerin olduğu gibi.
Fakat halk onun farkına varmaz ve fetanetini (Anlayış yeteneğini) bilmezler.

Böylelikle halkın, batıl (Yanlışın) doğrunun,  yalanlarını ayırt etmeğe kudretleri yoktur.

ŞİİR:
“ Cehalet e şüphe içinde bulunan,
Şimdiki hali görüp ilerisini göremeyen kimsenin nazarında gerçek sabahla yalancı sabah birdir.
O, bu iki sabahı birbirinden ayıramaz.

Ey genç, yalancı sabah yüz binlerce kervanı ölüm rüzgârıyla mahvetti.

İnsanı hayata götürmeyen hiçbir nakit yoktur.
Makas ve mekiki yani akıl ve temyizi olmayan ruha yazıklar olsun.”
(Mesnevi 4.cilt 378/1692-1694)

İşin hakikati şudur ki:
Veliyi, veli bilir,
Kutbu da kutup tanır,
Âlimi âlim anlar,
Arifi arif tarif eder.
Fazilet ehlini yalnız fazilet (erdem) sahipleri bilir.

ŞİİR:
“ Veliyi yine veli meşhur eder.
O, istediğini (Bolluk ve bereketinden) nasiplendirir.”
(Mesnevi 2 cilt 377/2349)

“ Onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan daha sapıktırlar”
(FURKAN suresi 44)
Ayetinde buyrulduğu gibi haşarat kabilinden olan insanların hepsi Peygamberlerin ve velilerin taklitçisi olmuşlardır.

Onlar, anlayışlı iç nazarları ve aydınlatıcı zamirleri (İç, iç yüz) olmadığı için, doğrudur ümidi ile her batıla itikat (Dayanağı, temeli, kaynağı sağlam olmayana inanmak) ederler.

Dış kerametlerle (Görünen) ve şeytanın aldatması ile gururlanırlar, fakat halk bu insanların muamelesinin şeytanla olduğunu, ruhlar âleminden ve levhaların sırrından habersiz olduklarını Muhammed’e uyma yolundan uzak düştüklerini bilmezler.

Onlardan zahir (görünen) olan kerametler de talihsizleri yoldan çıkarmak içindir,
Eşya zıddı ile meydana çıkar.

Velilerden gelen temiz kerametler ise, Tanrı’dan korkan ruhları irşat (Doğru yolu göstermek) etmek içindir.

“İnsanlar, onun ilminden, onun istediğinden başkasını kavrayamazlar”
(BAKARA suresi 255)

ŞİİR:
“ Ey mühendis muktedir oldukça vahyi vesvese ile bir bilme.
Vahiy sahibinde yüzlerce cihan vardır.
Bir kişi olduğu halde o başka kişidir.

Çelebi Hazretleri, buna âlemin kutbu dediklerini görünce velilik gayretinden kendini zapt edemeyerek, attan indi ve o kalabalık arasına girdi.

O şaşkın adamın ensesine üç tokat attı.
O kadar kuvvetle vurdu ki adamın alnı yere dokundu ve ona:

“ Tasını tarağını topla” diye bağırdı.

Bunun üzerine Sivas’ın rindleri ve vesveseyle dolu aşağı tabakadan halk, her taraftan atıldılar, büyük bir karışıklık oldu ve bir anda Sivas şehri birbirine karıştı.

Kılıçları ve bıçakları çekerek Çelebi’yi ortaya aldılar.
Diğer taraftan Konya, Kayseri rindleri ve Arap Nuyin’in askeri atlara binerek halkı öldürmeğe kast ettiler.

Bir kıyamettir koptu.
O zaman Samagar Nuyin’in oğlu Arap Sivas şehrinin hâkimi ve Çelebinin samimi müridi idi.

Ahi Muhammed Divane (Tanrı rahmet etsin) hayatta idi.
Bütün ahilerle ve büyüklerle ilerleyerek halkı birbirinden ayırdılar.

Sonra Ahi Muhammed Divane:

“ Çelebi Arif Hazretlerinin, insanların padişah zadesi ve Mevlana’nın sırrının nakdi ve abdalın kutbu olduğunu biliniz.

Bizim Erzurumlu şeyh de sizin gözünüze göre Rum abdalları cümlesindendir ve şehrin sakinlerindendir.
Bu kadar yıl da mezbelelerde ve külhanlarda bulunmuştur.

Şimdi bu ulu kişi büyük bir gayret sebebiyle ona el kaldırdı, onun yolunu kesip:
“ Tasını tarağını topla” diye buyurdu.

O halde şimdi bize düşen şey, neticenin ne olacağını uzaktan seyretmek ve kollamaktır.
Bakalım bundan ne çıkar” dedi.

Bunun üzerine, Çelebi Hazretleri o heyecan içinde hemen Tokat’a hareket etti.
Yedinci gün de Erzurumlu şeyh varlık âleminden yokluk âlemine göçtü.

Hemen o sabah Çelebi Hazretleri tekrar Sivas’a geldi ve Sivas’ın rindleri, hür kişiler, asilzadeleri, hafızları,  seyit ve muhtesipleri kul ve mürit oldular ve o külhandaki ateşçi ve ateşle oturan dervişin dumanı söndü.

Ahi Muhammed Divane’ de büyük bir toplantı yapıp yeniden mürit oldu ve mülk sahibi âşıklar yoluna girdi.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Tanrı’dan Melek ile gelen mesaj kalp bölgesinde aynı kulakla duymuş gibi duymakla olur.
Mesaj alan kişi kim söyledi diye sağına, soluna, arkasına bakarsa bu şeytanın vesvesesidir ki hiç değerlendirme yapılmadan yok sayılır.

Din yolunda kılavuzsuz (Şeyhsiz) olanlar öğrendikleri bilgilerle duygu ve hislerini geliştirirler.
Hissiyatın son noktalarına doğru, şeytan ve cinler kolayca etkileyebilecekleri bir duruma gelirsin.
Seninle oyun oynamaya başlarlar, sen de kendini olgunlardan sanıp doğru yoldan ayrılır, bir ömrü e çalışmayı boşa harcamış olursun.

Din yolunda doğru bir yönlendirici bulanlar ona tam bir doğrulukla bağlanırsalar şeytan ve cinler etki edemez.

Bu yol kılavuzsuz olamaz yaren,
Kılavuzun yaşayanlardan bulamadıysan ahrete gitmişlerden bul ve bağlan ki seni koruyup yanlışa gitmemen için uyarsınlar.
(Yanlış yapınca öyle bir uyarıyorlar ki yataktan fırlayıp kalkıyorsun)

Neler öğrendik:
1.    Bir şeyi ancak zıddıyla anlayabileceğimizi, doğruları böyle mukayese edip analiz e sentez yaptıktan sonra anlayabileceğimizi öğrendik.

                             *
RAVLİ

27 Ocak 2012 Cuma

ULU ARİF ÇELEBİ VE BEKA ÂLEMİNE GİDİŞ

Mevlana Selahaddin Edip (Tanrı rahmet etsin) şu olayı anlattı:

Biz, Çelebi Hazretlerinin mahiyetinde Menteşe Oğlu Mesut Beyin vilayetine gitmiştik.

Bu zat, Mevlana hanedanının muhiplerindendi,
Bir gece toplantı tertip edip o vilayetin bilginleri ve şeyhlerini toplayarak Çelebi Hazretlerine Sema verdi.

Onların bir şeyhi vardı.
Bu şeyh, Türk’tü, fakat saf ve aydın yürekli bir adamdı.

Ve söylese vaki olurdu.
Türklerin han’ının (Terkan-i Türkan) buna büyük inancı vardı.

Bu adamı da çağırmıştılar.
O da içeri girer girmez Çelebi’ye selam vermeden lakayt bir tavırla üst başa oturdu ve bir şeyler homurdanıp mırıldanmaya başladı.

Çelebi Semaya başladıktan sonra bu şeyhi yakasından tutup ortaya getirdi ve şu rubaiyi okudu:

“ Âşıklar yokluk yoluna ayak bastıklarında,
Dostun varlığından başka her şeyden tamamıyla kurtulurlar.

Bu yerinde olmayan yapmacık hayattan fani olur,
Baka âlemine ayak atarlar”

Diye okudu e şeyhi elinden bıraktı.
Derhal düşüp ağzından köpükler gelmeye başladı.

İkinci günden sonra Türk şeyhi âlemi terk ederek öldü.
Bunun üzerine emirler arasında büyük gürültü koptu.

Mesut bey son derece korktu.
O vilayetin ahalisi bölük-bölük gelip mürit oldular e hizmetlerde bulundular.

Sabahleyin Mesut Bey kalkıp tam bir niyazla Çelebi Hazretlerine geldi, özürler diledi, beş köle e cariye, on baş iyi at, on parça ince ıskurlat çuhası, yirmi parça suf-i murabba ihsan etti ve nakit olarak da çok flori ve gümüş para gönderdi.

Çelebinin müridi olup Tanrı’nın inayetine mazhar oldu.
Sevgili oğlu Şücaeddin Orhan’ı da ona mürit yaptı (Yüce Tanrı onlara rahmet etsin).
                       
                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Din adamı elbisesi giymiş, din adamı olarak toplumda saygı görenin yüzü hep tanrı’ya olmalıdır.
2.    Bir takım öğrenilmiş ve kazanılmış bilgilerle yetinilmemesi, keşifçi ruhla Tanrı’nın sanatını öğrenerek kendimizi Tanrı’da yok etmemiz gerektiğini öğrendik.
3.    Din adamının daima Tanrı’ya yakın erleri araması, bulması, saygı göstermesi gerektiğini öğrendik.
4.    Din adamı ne söylese, istese hemen olur ama bunu Tanrı imtihan için yapar ve o kişinin yolunun Hakka mı yoksa halka mı olduğunu anlamak içindir.
5.    Din yolunda belli bir mesafe alındıktan sonra bazı gizli şeyler görünür olur ki yolcunun bu tür şeyleri kendine oyuncak edip oyalanırsa, yolundan kalacağını bilmesi lazımdır.


İşte böyle yaren,
Eğer bir din yolunda iddian varsa, söz söylemek istiyorsan kendini Benlikten ve ben merkezli davranışların getirdiği büyüklenme hastalığından tamamen temizlenmen gerekir.

Tanrı’da kendini yok etmek için, Tanrı’dan başka her şeyden tamamıyla kurtulman gerekir.

Dünyanın aldatıcı ve oyalayıcı süslü etkilerinden kurtulmak gerekir.
Bu dünyadan kurtulursan Beka âlemine fırlayıp gideceğimizi öğrendik, anladık.
                                                   *
RAVLİ

26 Ocak 2012 Perşembe

ULU ARİF ÇELEBİ VE SIR SAHİBİNİ KÜÇÜMSEME

Çelebi Arif Hazretleri (Tanrı onun aziz olan sırrını kutlasın), ikinci seferinde izzet ve saadetle Merend şehrine ulaştığı sırada maiyetinde bilginlerden ve emirlerden bir cemaat vardı.

Bunlar arasında Sultan Veled’in müritlerinden ve Kayhatu Hanın yakınlarından biricik Emir Şemseddin Mehmet Söğürcü ve Gazan’ın yakın adamlarından (İnaklarından) Cican’ın oğlu Polat bey de bulunuyordu.

Dostlar yemek pişirmekle meşgul oldular.
Çelebi Hazretleri de gezinerek bahçenin kenarına gitti.

Orada çok güzel köşk gördü ve:
“ Bu ev nedir ve kime aittir” diye birinden sordu.

O da:
“ Bu ev, Şeyh Cemaleddin İshak-ı Merendi’nin zaviyesidir (Bucağı, tekkesi)” dedi.
Bu adam hal sahibi, riyazet ehli (açlıkla nefsini terbiye etmiş) ve vaktini ibadetle geçiren kişiydi.

Sanki o zaviye Merend halkının mabedi idi.
Bu adam kendiliğinden şiirler söylüyor ve Mevlana’nın bazı gazellerine son derecede yavan nazireler (Aynı kalıbı kullanıp karşılık yazmak) yapardı ve ben Mevlana’yı Rum’un mazharıyım (Mevlana benden güç alır) diye iddiada bulunurdu.

Çelebi birkaç yaranla kalktı, şeyh İshak’ı görmeğe gitti.
Şeyhin bulunduğu odanın kapısından girince selam verip oturdu.

Yaranlar kapıda durmuştular.
Şeyh:
Hey delikanlı!
Neredensin?
Bana niçin baş koymadın  (Yani yeri öpmedin) dedi.

Çelebi de:
“ Ben Rum ülkesindenim” dedi.

Şeyh:
“ İyi tesadüf, güzel söyledin, ben de Mevlana’yı Rum’un sırrıyım” dedi.

Bunun üzerine Çelebi birdenbire bağırarak:

“ Ey soysuz eşek, köpeklerin seriyim başıyım de,
O, bile değilsin.
Sen nerede, bu yalan nerede” dedi ve şu beyti okudu:

“ Sen körlüğünden eşek beyni mi yedin ki,
Biz senin gibi bir sineği Hüma kuşu ile beraber tutalım”
(Mesnevi 3 cilt 155/2735)

“ (Ey eşek,
Sen eşekten bu lafı işitip kim inanırsa kendisini senden dolayı hakikati görmekten kör,
Doğruluğu işitmekten sağır olarak sansın ve sana şeyhim diye söylesin”
(Mesnevi 3 cilt 39/694)

Bunun üzerine Şeyh İshak kalktı.
Çelebi Hazretlerini öyle yakaladı ki tarif olunamaz.

Çelebi Hazretleri de onu tutup yere vurdu ve ensesine birkaç tokat attı ve onu parça-parça etmek istedi.
Fakat halk onun etrafına toplandı.

Dostlar, bunu hemen yaren, Şemseddin Mehmet Söğürcü ve Polat beye haber ettiler, onların adamları bıçaklarını çekip atıldılar, herkes onların önünden kaçtılar.

Çelebi Hazretlerini aradan alıp, çekildiler.
Şeyh İshak:
“O delikanlıyı öyle vurdum ki üç günden fazla yaşayamaz” diye naralar vurup taşkınlıklar ediyordu.

Yaran (Dostlar) yemek yedikten sonra göç edip Tebriz yolunu tuttular.
Üçüncü günden sonra Şeyh İshak’a bir hal meydana geldi.

Zaviyenin (Tekkenin) damına çıkıp coşmağa, çarhlar vurmaya (Kendi etrafında dönmek) başladı.
Ansızın damın kenarından düşüp canını teslim etti (öldü).

Şehrin ahalisinin gönlünden bir feryattır koptu.
O, şeyhimizin onun için dediği şey, kendi başına geldi diye hayrette kaldılar.

Çelebi Hazretleri, Tebriz gezisinden dönüp yine Merende geldiğinde şehrin ahalisi karşılayıp bendelikler eylediler ve çoğu mürit oldu. 

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Hüma kuşu: Devlet kuşu, yükseklerde uçan yere konmayan, yüksek yerden konuşan, yukarıdan atan, gölgesi ile iyilikleri dünyaya yayılmış, saadet ve kutluluk veren, mübarek kutlu, anlamını ifade etmek için hayeli bir kuştur. 

Neler öğrendik:
1.    Mevlana’nın yolundan gitmek, bilgisinden yararlanarak, onun manalarını adını söyleyerek kullanmak serbest edilmiş olduğunu öğrendik.
2.    Ancak o manaları kendine mal etmek daha da ileri gidip onun senden istifade ettiğini söylemek, büyüklük hastalığı olduğunu ve sonucunda rezillikle ölüm getirdiğini öğrendik.
3.     Mevlevilerin bu manalara sahip çıktığını, kaynağını söyleyerek anlattıklarını, akıllarına göre anladıklarını, gerçek mananın sonu olmadığını, mana arayışına devam ettiklerini, Mevlana ve hanedanına daima gönülden tam bir doğrulukla bağlı olduklarını öğrendik.

İşte böyle yaren,
Bilgi Müslüman olanın kaybettiği maldır ve nerede bulursanız alın hükmünce helal kılınmıştır.
Bu bilgiye daha önce ulaşmışın ismini söylersen, hırsız olmaktan kendini kurtarırsın.

Bir takım olağan üstü halleri yaşadıysan sakın şaşırarak kendini büyüklenme hastalığına kaptırma.
Mevlana Hazretlerinin toprak gibi ol önerisini asla unutma.

Bilmelisin ki ne kadar kendini aşağıda görürsen o derecede yükselirsin.
Yine Mevlana Hazretlerinin yüksek dağ olup tepen buzlu ve yalnız olacağına alçaklarda deniz ol ki yağan yağmur sana gelsin anlamındaki sözünü hatırlamalıyız.

Benlik davası gütmenin yanlış bir yol olduğunu, kişi çok güzel işlerle uğraşsa bile felakete götüreceğini öğrendik, anladık.
                                     *
RAVLİ

25 Ocak 2012 Çarşamba

ULU ARİF ÇELEBİ VE AVCIYI AVLAMAK

Atabek iye mudi Nakıp oğlu Taceddin, Mısırda Şeyh-ul-şuyuh (Bütün şeyhlerin şefi) olan Aksaray’lı Şeyh mecdüddin, Mevlana Bahaeddin Şenki Müneccim ve bunlara benzer diğer ulu dostlar anlatmışlardır:                                        

Gazan Han yeni padişah olduğu vakit, Çelebi Hazretleri Irak-ı Acem ülkesini görmek ve bu ülkenin uluları ile tanışmak istedi.
İkbal sahibi bir cemaatle yola koyulduk.

Erzurum sahrasına indiğimiz gün doğancılardan bir cemaat de birdenbire yoldan çıkagelip oraya indiler.

Bu cemaatin başbuğu son derece itikat sahibi, doğru, arif ve Rum padişahının emir zadelerindendi.

Ona Kılavuz oğlu Tuman Bey derlerdi.
O, hanın avcı başısı idi.

Padişahın bütün kuşçuları onun idaresinde idiler.
Onun, av kuşlarını yetiştirmekte büyük mahareti vardı.

Beyaz bir doğanı bileğine alarak kalkıp Çelebi’nin ziyaretine geldi.
Selam verip baş koydu ve Çelebi’nin elini öpüp oturdu.

Bu fakir mizaçlı emir şimdiye kadar Çelebi’yi hiç görmemiş ve onunla tanışmamıştı.

Yemek yedikten sonra ve öteden beriden bahsettikten sonra Çelebi Hazretleri birdenbire kuşu onun elinden aldı, kuşun başındaki külahı (Üsküf) çıkardıktan sonra havaya koyuverdi.

Bu vahşi kuş uça-uça nihayet gözden kayboldu.
Hepimiz bu hal karşısında hayrette kaldık.

Kılavuz oğlu feryat ederek kalktı, üzüntüsünden elbiselerini yırttı ve:

“ Bu kuşu elde etmek için neler çektim, ne kadar çalıştım ve ne kadar paralar harcadım da öyle onu Sulkhat vilayetinden denizi geçirip bana getirdiler.,

Daha önce, böyle nazenin bir kuş getiriyorlar diye padişah hazretlerine elçi gitmiştir.
Benim bütün ümidim, padişahın bu kuş sayesinde bana bir suyurgamişide bulunması ve hediyeler vermesi idi “ dedi.

Çelebi ondan:
“ Sen bu kuşun geri gelmesini her halde istiyorsun değil mi? Diye sordu.
O da:
“ Evet, vallahi istiyorum ve bu olursa şükrane olarak bütün varımı yoğumu müritler uğrunda feda ederim “ dedi.

Bunun üzerine Çelebi hemen kalkıp başından mübarek külahını çıkardı ve üç defa:
“ Ey doğan!
Mevlana’nın yakınlığı ve hürmeti için geri gel” dedi.

Biz ve Emirin hizmetçileri hep gözlerimizi havaya dikmiş bakıyorduk ki kuş havada gözüktü ve süzülerek yavaşça gelip Çelebinin külahı üzerine oturdu.
O da kuşu alıp Emir’in eline verdi ve külahını başına geçirdi.

Kılavuz oğlu kendinden geçmiş bir halde baş koyup mürit oldu ve üç baş güzel at, nakit olarak da iki bin dinar verdi ve Tebriz’e kadar Çelebinin yanında bulundu.

O avcı emir, bizim emrimizin öyle bir avı oldu ki(Çelebinin) ayrılmağa imkân olmadı.
Daima şu gazeli diline tespih edip okurdu, sarhoşluklar eylerdi, nağmeler söylerdi.

“ Benim av emrim, beni av etti,
Ben sensiz ne hayat bulurum,
Ne uyuyabilirim,
Ne kararım vardır”
(Divan-ı Kebir sayfa 380)

Nihayet Tebriz şehrine varıldığında, izin isteyip bizden ayrıldı.
O kuşu hana götürdü.

Bu kuş son derece makbule geçti ve Kaan’ın yakın adamlarından oldu.
Kaan aynı gün ona otuz at, altmış bin dinar da bağışladı.

Emir kendi içkisini ona verdi.
O da saygıyla diz çökerek içti.
(Bu onların törelerinde büyük şerefti (Suyurgamişi idi).

Danışmendiye vilayetinde de ona birçok köyler bağışladı ve ona hususi bir ferman (Tibgar-i yarlıg) verdi.

O dünyada tek olan kişi de bunların hepsini Çelebi Hazretlerine feda etti.
Ömrünün sonuna kadar her yıl paralar gönderdi ve hizmetlerde bulundu.
Tanrı ona rahmet etsin ve geride kalanlara da ömürler versin.

                                        ***
0 Kılavuz oğlu Tuman Bey, birkaç gün sonra bu doğanın hediyesini ve Çelebi’nin kerametlerini padişaha anlattı.

Han Çelebi’yi çok görmek istedi ve:
“ Eğer mümkünse onu al, buraya getir “ dedi.

Tuman bey bunu Çelebiye söylediği vakit o, hanın yanına gitmeğe razı olmadı.
Tuman bey ne kadar ısrar etti ise de o:
“ Daha iyisi dedi, biz onu görmeyiz, uzaktan adil sultanın devleti için dua ederiz.
“ Kardeşin gaybı (Gizli duası) duası, duanın icabetini (oluşumunu) süratlendirir” dervişliğimizle meşgul oluruz” buyurdu.

Bu hali padişah hazretlerine söyleyince ona rağbeti bir iken bin oldu.
Han:
“Vezirler bu konuda tedbirler düşünsünler de ben onun mübarek yüzünü bir kere göreyim” diye buyurdu.

Zamanın Melikesi İlturmuş Hatun:
“ Ben bir cemiyet tertip edeyim, ona ziyafet çekeyim, böylelikle onun kutlu yüzünü Han görmüş olsun” dedi ve Şeyhülislamın oğlunu Havaz Hazret (Saray memurları ile) gönderip ziyafete davet ettiler.    

Çelebi Arif dostlarıyla beraber bu davet için yola çıktı.
Bu aziz şeyh-ül-İslam oğlu yolda tamamıyla Çelebi’ye âşık olmuştu.

Padişah hanımı İlturmuş Hatun’un çadırına gelince Kur’an ve bir takım gazeller okuduktan sonra Çelebi Sema’a başladı.
Çok güzel birkaç rubai okudu ve büyük heyecanlar gösterdi. 

ŞİİR:
“ Her ne kadar aşağı görünüyorsam da yükseğim ben,
Asıl sarhoş olduğum zamanda ayığım.

Ey dünyanın canı bize daha iyi bak,
Yoksa bizi böyle bir bakışla görmek mümkün değildir.”

Han olanca sevgisiyle o sultanın aşığı oldu.
Uzaktan seyredip hayretlere dalıyordu.

Sonunda İlturmuş Hatun birçok hediyeler ve elbiseler verip onun müritlerinden oldu. 
Şeyh-ül-İslam oğlu yolda onun müritleri arasına geçti ve Çelebi’yi kendisine damat etmek istediyse de Çelebi razı olmadı.

İslam padişahı onların sevgisi sayesinde, İslam padişahı, daima Kudbeddin-i Şirazi, Humameddin-i Tebrizi, Hoca Reşiddedin gibi o ülkenin ileri gelen şeyhlerinden ve şeyh Burak-ı Berrak-ı Burak-Suvardan (Tanrı onlara rahmet etsin) Mevlana’nın hallerini sorar ve onun şiirlerinin açıklanmasını isterdi.

Rahmetli halifelerin örneği Mecdeddin Atabek-i Mevlevi padişahın huzuruna gelip Mevlana’nın keşif ve kerametlerinin büyüklüğünden bahsederek bunun hakkında da deliller getirince hanın ruhunu tamamıyla Mevlana’nın esiri yaptı ve gazeli okudu:

“ Yârin küpünden bir kadeh erlik şarabı çıkarırsam,
İki cihanı ve bütün gizliliklerini (sırlarla örtülü şeyler) ortadan kaldırırım.

Sen Tatardan korkarsın ve Tanrı’yı anlamazsın,
Tanrı’yı iyice tanımadığın için tatardan korkarsın
Fakat ben iki yüz iman bayrağıyla Tatar tarafına hücum ederim.

Ve padişaha anlattı.
Padişah bu şiirler için bir cübbe yaptırılmasını, üzerine bu beyitlerin yazılmasını ve altın sırma ile işlenmesini emretti.

Tahta oturduğu vakit bu cübbeyi giyer ve:
“ Mevlanay-ı Rum bu gazeli benim için yazmıştır.
Çünkü bu zamanda Moğollar arasında iman bayrağını ben kaldırdım.

Bu Moğol tayfası bu zamanda Müslüman oldu” diye övünürdü.

Mevlana Mecdeddin-i Atabek-i Mevlevi, Rum saltanatını Feramerz’un oğlu Alâeddin’e sağlayınca kendisi de onun Atabek-i oldu.

Bütün Rum ülkesini eline geçirip Alâeddin-i Konya başkentinde saltanat tahtına oturttu.

Bunun şükranesi olarak Sultan Veled, Çelebi Arif Hazretlerine ve bütün kerem sahibi arkadaşlara türlü hizmetlerde bulundular.

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Şahin, doğan:
Bu kuşlar leş yemediği (Başkasının artığını gözlemediği), kendileri avlayıp (Alın teri ile elde ediş) taze olarak yedikleri için değerli kuş olarak şeref bulmuştur.

Akbaba göklerde uçtukları halde yerde leş görüp hücum ederek yedikleri için kınanmıştır.

Her iki kuş insan davranışlarına örnek olarak gösterilir.

Neler öğrendik:
1.    Ulu Arif Çelebi’nin kaliteli ve güzel insan avcısı olduğunu öğrendik.
2.    Hazreti Mevlana’dan yardım isteyince hemen yardımının geldiğini öğrendik.
3.    Bir bakışta görünen padişahlar olduğu gibi, bir bakışta göremeyeceğimiz padişahlar olduğunu öğrendik.
4.    Bir bakışta göremeyeceğimiz padişahları, aramamız, görmeye çalışmamız gerektiğini öğrendik.
5.    Kardeş hukukuna girenin kardeşin gönlündeki isteğinin olması için yaptığı gizli duasının hızlı gerçekleştirdiğini öğrendik.
6.    İmanın bütün korkulardan uzaklaştırdığını, kişiyi başarıya götürdüğünü öğrendik.
7.    Dünyayı ateşe eren Moğolların İslam dinini kabul etmeleri ile zarar ermekten vaz geçtiklerini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bu işler böyle olur.
Tanrı’yı kendi kafana göre değil de hakikatine göre iyi tanır ve iman edersen hem kendin hem de senin alanına girenler doğru yolu bularak rahat eder, sevinçli yaşar.
                                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar