31 Aralık 2011 Cumartesi

MEVLANA SÖZ SULTAN VELED ESER

Mevlana Hazretleri muhterem oğluna iltifatta bulunuyor ve:
“ Ey Bahaeddin!
Benim dünyaya gelişim, senin dünyaya gelmen içindi.

Çünkü benim bütün bu söylediğim sözler, benim sözümdür.
Hâlbuki sen, benim eserimsin.” Buyurdu.

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Mevlana Hazretlerinin söylediği sözlerin kendisine ait olduğunu söylemekle hem kendi sözlerine sahip çıkmakta, hem de geniş bir alana ve değişik anlamalara meydan verdiğini öğrendik.
2.    Mevlana Hazretlerinin eserim dediği zaman da kendisinin açık gizli bütün izlerini taşıyan, hayat ve canlılık veren, hayırlı iş olan, çalışarak meydana getirilen kişinin Sultan Veled olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Hayırlı evlat; babanın bütün güzel özelliklerini sahiplenmiş ve yaşatan evlada diyoruz.
Babasının doğru yolundan giden, mirasını sağlam tutan, geliştiren hayırlı evlattır.
                                             *
RAVLİ

SULTAN VELED VE ŞİKÂYET

Bir gün büyük Kira Hatun (Mevlana’nın eşi) Mevlana Hazretlerine Sultan Veled’i şikâyet ederek:

Bütün evin hizmetkârlarına kızıyor, onları incitiyor.
Biz onun hiddet ve şiddetinden büyük bir zahmet içindeyiz “ dedi.

Mevlana:
“ Ona sert bir söz söylenemez,
Çünkü Tanrı Hazretleri ona kızmaz ve onu seviyor.
O hür ve serbest bir adamdır.
Ben yüzüne karşı ona kaba bir şey söyleyemem “ buyurdu.
                                   

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı’nın Sultan Veled Hazretlerini sevdiğini öğrendik.
2.    Tanrı’nın sevdiği kuluna sert söz söylenmeyeceğini öğrendik.
3.    Tanrı’nın sevdiği kulunu kızdırmamaya çalışmamız gerektiğini öğrendik.
4.    Tanrı’nın sevdiği kulunun davranışlarından şikâyetçi olmamamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı eri bir şey söylediği zaman çoğu kez açıklama yapmaz.
Neden ini, niçin ini anlatmaya zaman ayırmaz.

Emredileni emreder, kendisi işin içinde yoktur.
Senin ne tavır alacağını, ne tepki vereceğini, kendisinin bu işte kar veya zarara uğrama olasılığını hesap etmez dikkate almaz.
Doğruyu olduğu gibi söyler.

Kendi ihtiyacı için emrettiği zaman da kısa kesin net ve sınırlarını belirleyerek emreder.

Mesela:
Su getir dediği zaman sen daha iyi olur diye gazoz götürürsen olmaz.
Pazardan domates al dediği zaman, sen daha lazım ve önemli diye birçok şey alır da parayı bitirip domates almazsan kızar.
Hizmet eden tam anlamalı ve ne az ne de çok yapmalıdır.

Hizmet eden ile hizmet alan arasında düşünce birlikteliği olmalıdır.
                                             *
RAVLİ

SULTAN VELED VE MUSANIN ASASI

Bir gün ulu kişiler, Mevlana Hazretlerinin ziyaretine gitmişlerdi.
O gün, Mevlana bilgiler saçtığı sırada Musa’nın asasını atlatıyordu:

Musa’nın asası o dinsiz sihirbazların sapıklıklarının ve batıl (Aslı esası olmayan içi boş, göz bağlama) hayellerinin esir olup yetmiş deve yükü tutan ve dağları, sahraları dolduran sihir aletlerini celal sahibi Tanrı’nın inayetiyle öyle yuttu ki bunlardan hiçbir eser kalmadı.

Bunların hepsini yuttuğu halde asanın kendisinde ne bir şey arttı, ne de bir şey eksildi.

Ben şimdi bu benzeri olmayan olayı nasıl anlatayım ki halkın zihnine (Anlama, bilme, unutmama) girebilsin ve halk bunu anlayabilsin dedikten sonra zekâ ve ferasetiyle (Özü karamak) daima babasının teveccühüne mazhar (Doğru yola yönlendirmesine) olan Sultan Veled baş koyduktan sonra:

“ Bu tıpkı şuna benzer:
Birinin büyük ve yüce bir sarayı olsa ve son derecede de bir gece karanlığı içinde bulunsa, birdenbire o sarayın içine bir mum getirseler.

O mumun ışığı o kadar karanlığı öyle bir yutup yok eder ki hiçbir şey kalmaz ve bu kadar karanlığı yutmaktan kendisinde ne bir şey artar, ne bir şey eksilir” diye anlattı.

ŞİİR:
“ Musa’nın asası, bu kadar sihirbazlıkları bir lokma yapıp yuttu.
Bu dünya gece ile kaplıydı, sabah onu yutup yok etti.

Sabahın nuru, bu yutmaktan ne eksildi, ne de arttı.
O yine eskiden olduğu gibi kaldı “
(Mesnevi 5. Cilt 376/1663-64)

Bunun üzerine Mevlana, hemen kalkıp Sultan Veled’i kucakladı, yüzünü gözünü öptü, dualar etti ve:

“ Aferin Bahaeddin!
Aferin!
Çok güzel hareket ettin, çok güzel söyledin, çok nadir bir inci deldin” buyurdular.

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Bilinmeyenin bir şeyin bilinen üzerinden anlatılmasıyla anlaşılır kılındığını öğrendik.
2.    Zekâ ve öngörü sahiplerinin halka ışık görevi yaparak herkesin görmesini sağladığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Hakikat peşinde olan, tarafsızlığı elde etmiş olan, ruh sağlığının önemini anlayıp kavramış olan, Tanrı mesajlarını Peygamberin izinde giderek gerçek olduğunu anlamış olan büyükler bulunduğu yeri aydınlatır.

Yaren,
Kral çıplak diye anlatılan bu.
Hakikati söylediğin vakit herkesin yalanlarla hayellerle sakladığı, yok saydığı, görmezlikten geldiği gerçeklerin birden görünür olmasıyla herkes sanki uykudan uyanırcasına hakikati olduğu gibi görür.

Kişinin karanlıkta kalmaması gerekir.
Uykudan uyanması gerekir.
Gözünü açması gerekir.

Her ne kadar gözün olsa da görmek için ışık gerekir.
Göreceğin ile gözün arasında perde olmaması gerekir.

Işık yoksa her şey sanı olarak kalır.
Perde varsa her şey sanı olarak kalır.

Büyüklerimizin öncelikle çok önemsediği bu iki konu (Işık ile perde) çok işlenmiş olup, olmazsa olmaz şartlardan biri olmuştur. 

Işık için bilen, temiz, doğruyu söyleyen kişi gereklidir.
Perdenin kalkması için Tanrı inancı gereklidir.
                                 *
RAVLİ

30 Aralık 2011 Cuma

MEVLANA VE PARA

Bir gün sultan Rükneddin hazretleri (Tanrı onun bürhanı‘delil, ispat tanık’ nurlandırsın) beş kese sim-i sultani göndermişti.

Hoca Mecdeddin bu parayı alıp Mevlana’nın huzuruna götürdü.
Mevlana “ Dışarı at da kim isterse alsın” diye ona bağırdı.

Şiir:
“ Senin olmayan bir kumaşı evinden dışarı at.
Mescid-i Aksa’nın içinde, ölmüş köpeğin ne işi var “

Keseleri dışarı attılar, hiç kimse bunları almadı.
Mecdeddin vaziyeti Mevlana Hazretlerine arz etti.

Mevlana
“ Eğer onları yok edemiyorsan git de harca” buyurdu.

Mecdeddin yine altınları yok edemeyince üçüncü defa olarak
“ O gümüşleri ne yapayım ve ne yapmak lazımdır” diye sordu.

Mevlana
“ Eğer hakikaten beni candan seviyorsan o paraların hepsini topla, bir hendeğin içine dök de canın onun hesabından kurtulsun” buyurdu.

Öylece o paraları alıp kalenin hendeğine attılar.
Bu hendek su ve siyah bir çamurla doluydu.

Hayli kimseler o beyaz gümüşün hevesiyle hendeğe dalıp beyaz yüzlerini karartıp canları ile oynadılar.

Ondan sonra Mevlana “ Dünya malı öldürücü bir zehirdir ve herkes de bu para için birbiriyle dövüşüyor.

Bu para bütün halkı öldürüyor ve yok ediliyor.
Nihayet o derecede idi ki Tanrı erlerinin ağzının tadını bile bozuyor.

Allah-Allah, gümüşün bütün afetlerinden salim kalman ve onun kurbanı olmaman için ihtiyatlı davranman lazımdır “ buyurdu.

Şiir:
“ Dünya bana bayram olmaz.
Ben onun çirkinliğini gördüm.
O sarı yüzlü kötü kadın yüzüne allık sürüyor”

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Para, altın, gümüşün insanın kendi öz malı olmadığını öğrendik.
2.    Para, altın, gümüşün kutsallığı kirlettiğini öğrendik.
3.    Paranın halkı yanlış davranışlara sebep olduğunu öğrendik.
4.    Paranın dervişlerin ağız tadını bozduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Para seni kontrol ediyorsa, mahvolmana neden olacağının farkında olmalısın.
Kontrolü elinde bulundurduğun zaman zarar vermez.

Bu bahsettiğim kontrol ahlakını, hissiyatını, duygu alanını, isteklerinin tümünü kapsamaktadır.

Sen parayı kontrol ediyorum dersin ama aslında paranın seni kontrol edip yönlendirdiğini anlaman çok güçtür.
                               *
RAVLİ

SULTAN VELED VE ALTIN VE GÜMÜŞ

Bir gün Sultan Veled, kardeşi Çelebi Emir Âlim e arkadaşlardan bir toplulukla Mevlana’nın huzurunda oturmuştu.

Tam o sırada İslam sultanı bir kese altın gönderdi ve onunla Mevlana Hazretlerinden kendisine inayet ve duada bulunmasını rica etti.

O zamanda Çelebi Âlim sultanın sevilen bir dostu ve hazinedarı idi.
Mevlana:

“ Ey dostlar!
En büyük isim (İsmi azam) hangisidir? “ diye sordu.

Hepsi baş koyup:
“ Bunun cevabını Hudavendiğar buyursun “ dediler.

Bunun üzerine Mevlana:
“ En büyük isim bu altın ve gümüştür.

O insanı hem Hakka ulaştırır, hem de batılı (Dış görünüşü) süsler;
Çünkü bu olmadan ne dünya bayındır, ne de ahret ehli şad Sevinçli) olur “ buyurdu.

Nitekim Sultan Veled Hazretleri buyurmuştur.
ŞİİR:

“ İnsanların sevinci dünyanın bütün hoşlukları ve gümüşlerdir.
Ey Veled, eğer altın ve gümüşten merdivenin varsa emel binasının damına (Arzuladığının en üst noktasına) çabuk çıkarsın.”

Hudavendiğar Hazretleri:
“ Emir Âlim’in masrafı çoktur.
Ona herkesten fazla veriniz “ dedi.

Para taksim edildi.
Bütün müritler nasiplendiler.

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Altın ve gümüşün Tanrı erleri tarafından da değer verildiğini öğrendik.
2.    Altın ve gümüşün Hakka ulaştıran yolda kullanılmasının gerektiğini öğrendik.
3.    Altın ve gümüşün görünüşü süslediğini öğrendik.
4.    Altın ve gümüşün yani paranın Dünya ve ahretimizi sevinç bir hale getirebilecek araç olduğunu öğrendik.
5.    Arzularımızın en üst noktasına altın ve gümüşün yardımıyla çıkabileceğimizi öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ele geçmiş bizim yaşamımızı kolaylaştıran her ne olursa olsun onu doğru bir şekilde kullanıp doğru amacımızda kullanmalıyız.

Bir şekilde elde edilenin gücü altına girer kontrolünü kaybedersen, artık o hükmeder.

Konuşan sen olursun ama sana hükmedenin o güç olur.

Bu konu hayatımızın büyük bir kısmında uğraşmamız gereken konudur.

Dini öğretiler ve mesajlarla bizim Tanrı ölçülerine göre tercihler yapıp, kararlar alıp, uygulamaları yaparak beğenilen, sevilen, takdir edilen olmamız hedeflenmiştir.

Sen şimdi kişiliğini, isteklerini, paraya teslim ettiysen ve paranın gücünü kullanıyorum diye aslında onun gücü altına girmişsen sen artık sen değilsin.
Paranın kölesi, sözcüsü, hizmetçisi, bekçisi, fedaisi olmuşsun demektir.

Bir kimseyi dikkatlice dinlersen amacını anlarsın, neyin gücü altında kaldığını öğrenirsin.

Taraftarlıktan kurtulamadı isen hiç kimsenin amacını da öğrenemezsin, ona neyin gücünün tesir ettiğini anlayamazsın.

Ey yaren,
Bu konu çok önemlidir.
Her şeyin değerini tam vermeye çalışmalısın.

Bir şeye değerinden fazla değer verirsen başına problemler açarsın, beladan kurtulamazsın.

Bir şeye değerinden az değer verirsen de küstürür mahrum kalırsın.
                                               *
RAVLİ

MELEKLERİN KAPIŞTIĞI PARA NEDİR


Yol kılavuzu bir pir, bir yolda bir bölük meleğe rastladı.

Önlerinde bir avuç ayarı tam geçer akçe ( herkesçe beğenilen, geçerli) vardı…
Hepsi de bu paraları, birbirinden kapışmaktaydılar.

Pir, onlara bu hali sordu, bu paralar nedir, anlatın bana, dedi.

Kuş şeklindeki bir melek dedi ki:
Ey yol piri, buradan bir dertli geçiyordu.

Ta gönlünden tertemiz bir AH çekip gitti.
Toprağa sıcak gözyaşları döküp yürüdü.

Şimdi biz o sıcak gözyaşıyla o soğuk AH’I alıyor, birbirimizden kapmaya çalışıyoruz!
                                       *
Yarabbi, bir hayli ah etmekte, bir hayli gözyaşları dökmekteyim…
Hiçbir şeyim yoksa bile elimde bunlar var.

Mademki burada gözyaşlarıyla ah geçmekte, bu kulda da o matah (geçerli bir şey) var işte.

Ahla can evimi arıt, sonra da gözyaşlarımla amellerimin (yaptıklarımın yazıldığı) defterini yıka.

Bana yol göster, amellerimin defterini arıt…
Gönül levhimden (gönlümde yazılı olan) iki âleme ait (dünya ve ahret) ne varsa, hepsini sil.

Gönlümde sonsuz dertler var;
Canım varsa bile senden utanmada.

Ömrümü dertle, gamla bitirdim…
Keşke daha böyle yüz ömrüm olsa da,

Hepsini senin derdinle tüketsem…
Her an yeni bir derde giriftar (tutulmuş) olsam!

Yüzlerce eziyetlere düştüm, elden çıktım.
Ey elimden tutanım, sen tut benim elimden!

Ayağım bağlı…
Kuyuda, zindanda kalmışım…
Böyle bir yerde senden başka kim benim elimden tutar?

Hem bu zindanın malı olan gönlüm, kötülüklere bulaştı, hem mihnetler (zorluk, zahmet) çeken tenim yıprandı bitti.

Yola pek pis, pek kirli girdim ama affet, hapisten kurtuldum, zindandan çıktım, ne yapayım?

                                     ********
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                                      *****
Ata sözlerimiz:

AH yerde kalmaz.(Kötülük cezasız kalmaz)
Anne ve babanın AH’ını almak doğru değildir.
Kimsenin kimsede AH’ı kalmaz.
Mazlumun AH’ı indirir şahı.
Alma mazlumun AH’ını çıkar aheste-aheste.
(yaptığın kötülüğün cezasını ömür boyu çekersin)
                                  *

Her yerde geçerli ve beğenilen;
Tanrı’nın kabul edip beğendiği içten gelen bir AH ile gözden damlayan gözyaşıdır.

Allah’a ulaşmak, bulmak, beraber olmak için kedine amaç edinen derin bir kedere kendini götürdüyse bu özlemle kişi AH eder de gözyaşı döker.

Derin bir kederle ve özlemle AH çekince gökyüzü titrer.
Sessiz sözsüz gözünden gelen damla çok kıymetlidir.

Şikâyetçi olmadan, suçlayan olmadan, saldırgan olmadan acizliğinden, haksızlığa uğradığından, beklediği ve istediğine ulaşamamaktan kişi iç çeker.

Derin bir soluk alıp verirken AH der.
Gözünden istemese bile yaş gelir..

Bu olay başkasında olur da kişi duygusal etkilenirse yazık anlamında VAH, VAH der.

Her şeyin Allah’tan geldiğine, onun verdiğine, onun düzelteceğine kalpten inanıp bağlananların kullandığı bir söz AH tır.

Yaren kafan karışmasın.

AH ve gözyaşının çok etkili olduğunu öğrendik.

Başkasına haksızlık ederek o kişinin seni Allah’a AH ederek veya sessiz gözyaşı dökerek şikâyet etmesinden sakın dedik.
Bunu zarar görmemen için söyledik.

Doğrusu Allah ile kul aranda olan AH’tır.
Allah için gözyaşı dökmendir.

Bunda din, iman, mezhep, kâfirlik, ahlak, ahlaksızlık Vb. etkenliklerle kafanı karıştırma anlayışını bulandırma.
(Herkes, doğru yanlış her işi yapan Allah der, şaşırma)

*Yaratanla yaratılan arasında olan gizli bir iletişim bağının etkenliğinden bahsediyoruz.

Gözyaşını ve AH kelimesini melekler dahi anlayamaz.
Melekler sadece geçerli ve kıymetli olduğunu bilirler.

Allah’ı bildim, buldum, tanıdım dediğin zaman Allah hayır bu gördüğün ben değilim der ve gizlenir.
Sen bu gizlilikte ve karanlıkta tekrar ararsın her defasında da böyle olur.

Yaren senin gördüğün ve tanıyıp bulduğun Allah’ın bir yanıdır.
Allah kulum tamamım bu değil biraz daha yaklaş başka özelliklerimi de gör tanı diye geri çekilerek seni hep arayış içinde bırakır.

Bulamadım, bilemedim, acaba dediğin an;
Seni kendinden geçirerek kendini gösterir sonra tekrar görünmezliğe bürünür.

Aklın bu görselliğe, bu gerçekliği dayanamadığından ancak kendinden geçtikten sonra olur.
Buna CEZBE denir.

Sonuç olarak içten gelerek söylenen AH kelimesini sihirli bir kuvvete sahip olduğunu öğrendik.
Gözyaşını taş kalplilerin dökemeyeceğini anladık.

Gözyaşına acıma, esirgeme ve koruma gibi Allah’ın huyuyla huylananların sahip olduğunu öğrendik.

Şimdilik bu kadar açıklama yeter.
Anladıysan ve bu yoldaysan iyi yoldasın.
                               *
RAVLİ

SULTAN VELED MAL VE PARA

                                             
Sultan Veled buyurdular ki:

Bir gün iki fakih (din ve şeriat âlimi) babamı ziyarete gelmişler ve hediye olarak da bir parça mercimek getirmişlerdi.

Onlar bu hediyenin azlığından ötürü utanıyorlardı.
Babam bunun için şu hikâyeyi söyledi:

Bir gün Tanrı, Mustafa’ya (selam onun üzerine olsun)
“ Eshab benim için mal ve para versinler” diye vahyetti.

Peygamber bunu Eshaba bildirdi.
Eshabın her biri kendi takat ve kudreti nispetinde mal getirdiler.

Bunlardan bazısı malının yarısını, bazısı üçte birini ve bizim Ebubekiri’miz de bütün malını getirdi.
Bu suretle sayısız mal toplandı.

Bunların bazısı deve, bazısı altın, bazısı da harp aletleri hediye etmişti.
Eshabdan biri fakir ve çoluk çocuk sahibi idi.

Bunun üç hurma ve bir arpa ekmeğinden başka bir şeyi yoktu.
Bu da ailesinin geçim vasıtası idi.

Ayağa kalkıp bu naçiz hediyesini utanarak Peygamberin yanına getirdi ve yerine oturdu.
Eshabı bir gülme tuttu, içten içe güldüler.

Peygamber onların buna güldüklerini anladı ve ashaba “ Size gayb âleminin sırlarından bir şey söyleyeyim mi?” diye sordu.

Bütün eshab dua ve senadan sonra “ Buyurun ey Tanrı’nın elçisi” dediler.
Peygamber buyurdu ki:

Tanrı gayb âleminin perdelerini gözümün önünden kaldırdı.
Ben orada kurulmuş bir terazinin bir gözüne sizin getirdiğiniz bütün malların ve öteki gözüne de bu fakirin üç hurması ile arpa ekmeğinin konulmuş olduğunu gördüm.

Bu hakir görünen şey onların hepsinden ağır geliyordu.
Bunun üzerine Eshabın hepsi baş koydular.

Bu sırdan ötürü Peygamberi alkışladılar ve bu sırrın sebebini sordular.
Peygamber:

“ Bu fakirin malının daha ziyade makbule geçmesinin sebebi şudur:
Çünkü o, bütün varırı yoğunu vermiştir.

Bundan başka bir şeyi yoktur.
Hâlbuki diğer Eshabın ise geride biraz malları kalmıştır” buyurdu.

Sözüne devam ederek:
“ Celil (Büyük, ulu) olan Tanrı’nın uğrunda verilen az şey onun yanında çok kabul olunur.

Mesela: Küçük bir taneyi yere gömüyor ve Tanrı’ya havale ediyorlar.
Tanrı o taneyi bir ağaç yapıyor, bu ağaç sayısız meyveler veriyor;

Çünkü onu Tanrı’ya terk ediyorlar.
Verilmesi lazım gelen şeyi bir fakire, bir tanrı kuluna vermek, onu Tanrı’ya vermek demektir.

“ Fakirin eline konulan bir sadaka ondan önce Tanrı’nın eline düşer.
Sadaka fakire ve miskinlere (Aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz olan) verilir” buyurdu.

Bunun üzerine bütün fakir Muhacirler (göç eden)ve ensar (yardımcılar, koruyucular) sevindiler.

Bu hikâye üzerine bu iki fakih (din ve şeriat bilgini) mürit oldular.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Fakire az çok demeden fakire ve miskine yardım edilmesi gerektiğini öğrendik.
2.    Miktar değil de imkânların hepsinin kullanılması Tanrı katında beğenilen olduğunu öğrendik.
3.    İyilik yapmanın tohum gibi olduğunu, zaman içinde ağaç gibi çok ürün veren bir hale geldiğini öğrendik.
4.    Din adamlarına hediye verildiğini öğrendik.

“Az veren candan çok veren maldan”
“Çam sakızı çoban armağanıdır.
  Atasözünü hatırlayalım.
                              *
RAVLİ

PARA ALTIN GÜMÜŞ SEVGİSİ

Hakikatten haberi olmayan birisinin bir küp dolusu altını vardı.
Ölünce o altın dökülüp kaldı tabii.

Bir yıl sonra oğlu, rüyada babasını gördü.
Yüzü fareye dönmüştü.
Gözleri yaşlıydı.

İçine altın doldurduğu küpü koyduğu yere varmış, orasının etrafında fare gibi hızlı dönüp duruyordu.

Oğlu dedi ki:
“ Baba, buraya niçin geldin?” anlatsana dedim.
Bana:
“ Şuraya para koymuştum….
Bilmem kimse buldu mu?” diye cevap verdi.

Dedim ki:
“ Peki, neden yüzün fareye dönmüş, neden böyle çarpılmışsın?”

Dedi ki:
“ Altın sevgisini taşıyan gönül sahipleri, hep böyle farelere döner.
Bana bak da ibret al, öğüt tut, para sevgisinden vazgeç oğlum”

                                                     ************

*Defineye, altına âşık olmak, kâfirliktir.
Altını tapılacak hale getirmektir.

Altına, paraya tapmak (sevgi ile bağlanmak) küfürdür….
Sen nihayet o soydan gelmiyorsun.

Hangi gönül, altın aşkıyla bulanır, bozulursa o adamın suratı, kıyamette değiştirilir.

                                                        ********
MANTIK AL- TAYR 1 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M.E.B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                                                          ***
Yaren,

Satın alma gücünü ulaşmak istemek aslında hükmetmek isteğinden gelir.
Hükmetmek isteği Tanrı rolü oynamak isteğinden gelir.

Para ve altın yaşamı kolaylaştırmak, engelleri aşmak için kullanabileceğin ARAÇTIR.
Sen bunu AMAÇ yaparsan yanlışlık başlar.

Varlığın olduğu zaman çevrende oluşan ve sana övgüler yağdıranlar dürüst adamlar sanma; onlar fırsat kollamaktalar ve senin zayıf tarafını bulup seni soymak içindir.

Sahte dostlardan arınmak istiyorsan doymazlık hastalığına yönlendiren paraya çok önem verme.
Yani PARA SENİ KONTROL ETMESİN, SEN PARAYI KONTROL ET.

Para için her şeyi yapmış olanları asla örnek alma.
Değerli olan senin İYİ HUYUNDUR.

İyi huyluyu herkes beğenir.
                                                            *******
Özel,
“Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” ne demektir?

Gelin, kocasını etkisi altında tutmak için kendine ait bir alan yaratmak gereğini duyar.
En büyük rakibi kocasının annesini olarak görür ve mesafe koymak için sertleşir.
Kocasına etki edenlerin her sözünü, tavrını o alana giriyor diye ret etmeye başlar.
Geline masumene yanlışlıklar ve yetersizlikler aktarılamaz duruma gelinir ki laf, uyarılar ikinci birisi üzerinden söylenir.
                                                                       *
Ağaca yaslanma kurur,
Duvara yaslanma yıkılır,
İnsana yaslanma ölür ne demektir?

Kim bana ne yapar düşüncesinde yaşam kurmaya çalışırsan ümit ettiğinden çok azına kavuşursun ki yanlış gidişte olan bir seçimdir.
Ben ne yapabilirim düşüncesinde yaşam kurmaya çalışırsan yeteneklerini deneyerek ve geliştirerek istediğin amaca ulaşırsın.
Yaslanarak yaşan kurmak, yani yaşamının kaynağını bir yere veya bir kişiye dayandırırsan yaratılan her şeyin sonu olduğu için yaşam desteğin ortadan kalkar.
                                                                           *
“Deveye boynun eğri demişler” “nerem doğru ki “demiş.

Bir insan yanlışları kendi yaptığı için kendini herkesten daha iyi bilir.
Başkasının gördüğü ve dile getirdiği yanlışlık pek azdır.
                                                                             *
Eser oluşturmak için ne yapmalısın?

Yeteneğine göre iş yaparak, derinlemesine incelemeler içinde olarak, yaptığın işi görünür hale getirmektir.
                                                                                *
Hangi evlat sevilir?

Sana getiren evlat ve önden giden evlat.
                                                                                  *
Hangi evlat sevilmez?

Senden götüren evlat ve sırtından bir türlü inmeyen evlat sevilmez.
                                                                                 *
ÖNEMLİ diye niye deriz?

Hayatının tümünü etkileyecek bu konuda dikkatli ol diye yolun başında denir.
                                                                                  *
DEĞERLİ ne demektir?

Varlığı devam ettikçe yarar sağlayan, konumunda bulunmasında yararlanacakların çok olması demektir.
                                                                                   *
Haksızlığa uğratarak elde eden aslında istediğini elde etmiş midir?

Görünürde evet.
Fakat diğer temiz kazanımlarını kirletmiş olur.
Haksız kazanç, kazananın iyiliğine dönüşmeyeceği için uzun vadede değerli olanından kaybeder.
Yani görüneni kazanır, ama bedel olarak ahlakını kaybeder.
                                                                      *
Sarımsak gelin ne demektir?

Oyuncu geline denir.
Oynadığı oyunun kokusu sonra çıkan geline derler.
                                                                                                          RAVLİ              

29 Aralık 2011 Perşembe

SULTAN VELED VE HÜSAMEDDİN ÇELEBİ

Bir gün Mevlana’nın haremi (eşi) Kira Hatun’u (Tanrı ondan razı olsun) Hüsameddin Çelebi evine davet etmişti.
Birdenbire Sultan Veled’de Çelebi’yi ziyarete geldi.

Tesadüf eseri olarak Tanrı’nın güzel adlarının sırlarının nuru olan o güzel topluluğun sohbetinin güzelliği müyesser (Kolayca) oldu.

Birçok sırlar ve bilgiler saçtıktan sonra Kira Hatun:
“ Bu gece rüyamda Mevlana’yı gördüm.

Bir Ankay-ı Muğrip (Zümrüdüanka kuşunun bir adı) gibi doğu ve batıdan doğarak kanatlarını Bahaeddin’in üzerine açtı ve onu kurtarıcı kanatlarının altına aldı.

Bahaeddin nereye gittiyse, Mevlana da onunla beraber gidiyordu.” Buyurdu.

Çelebi Hüsameddin’in içinden de hemen:
“ Kira Hatun, beni niçin rüyada görmedi? “ diye geçti ve mübarek yüzünde bir imrenme eseri peyda oldu.

Nitekim kıskanç erlerin kıskançlığı meşhurdur.
ŞİİR:

“ Kıskançlık duyarsan onun izini yüzünde belli et,
Çünkü bu kıskançlık Peygamberlerde de vardı “

Müminin ferasetinden çekininiz, çünkü o,yüce Tanrı’nın nuru ile bakar.
(Hadisi şerif)

(Feraset: Görüş ve anlayışta dikkatle bakıp doğruyu bulmadır.
Seziş kabiliyetini ifade eder.
Allah bu seziş hissini velilerin kalbine sokarak onunla bazı insanların hallerini kendine gösterir.)

“ Tanrı’nın nuruyla bakan kimse bu derinin içine girebilir.”
(Mesnevi 6.cilt 339/1142)

“ Tanrı’nın nuruyla bakan Şeyh (bir şeyin) başından ve sonundan haberdardır”
(Mesnevi 2.cilt 332/1567)

Derhal bu mana Veled hazretlerine ferasetle malum olup buyurdu ki:
Bu mübarek rüyanın tabiri şöyledir:

Bir kuş, yumurtadan çıkan zayıf civcivi yetiştirmek istediği vakit, daima onu kendi kanatları altında sıcak tutar, tam bir ihtimamla ona bakar ve daima onun etrafında dolaşır, yerden tane toplamasını ona gösterir.

Nihayet tüylenip kanatlandıktan sonra onu yuvasından çıkarıp havaya uçurur.
Fakat piliçlerini kemale erdirip uçurunca, etrafında daha az dolaşır ve nihayet hiç onunla meşgul olmaz.

Şimdi bizim Çelebi Hazretlerimizin de o doğan kuşunun yetişmiş bir yavrusudur ve daima kanatları açık olarak uçmaktadır.

Biz ise, bu ten yumurtası içinde kalmış zayıf yavrularız.

Tabii, Hüdavendigar’ımız, bizim ruhumuzu terbiye etmekle meşguldür.

Bizi olgunluğa ve menzile eriştirmek için etrafımızda dolaşıyor.

Bunun üzerine Çelebi Hazretleri bu manaların nurunun feyiz ve bereketiyle açılıp neşelendi.

Kalkıp Veled Hazretlerini kucakladı alnından ve yanaklarından öptü, aferinler de bulundu.

Derler ki, Çelebi o gün ona, Mısır ve Şaş ipeğinden üç kat mükemmel elbise verdi ve birçok hizmetlerde bulundu.

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı erlerinin makam ve mevki peşinde olmadıklarını öğrendik.
2.    Birbirlerini yücelttiklerini öğrendik.
3.    Kıskançlığı imrenmeye çevirerek faydaya çevirdiklerini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Hizmet içerikli saygıya dayanan, gönlün derinliklerinin güzelliklerini ortaya çıkan efendiliğin sayısız örneklerinden birini öğrendik, öğrenirken yaşadık, yaşarken de nasiplendik.

Şükürler olsun.
Allah daha da böyle güzel ilişkileri öğrenip örnek almak ve kolayca içimize sindirmek nasip eylesin.
Âmin.
                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar