30 Kasım 2011 Çarşamba

ŞEMS VE MEVLANA BİRBİRİNİ ARIYOR


Sultan Veled Hazretleri anlatmıştır ki:

Musa, nasıl Peygamberliğinin kuvveti ve elçiliğinin büyüklüğü ile beraber Hızır’ı (Selam onun üzerine olsun) aradı ise, Mevlana Hazretleri de, bu kadar faziletleri, nurları ve beğenilen sırları ile devrinde eşi benzeri olmadığı halde, Mevlana Şemseddin’i aradı.

Şemseddin-i Tebrizi Hazretleri her bakımdan onun aşkına feda olmuştu.

Bütün Peygamberler ve veliler biribirlerini aramaya ve biribiriyle sohbet etmeye memurdular (Bir işle görevlendirilmiş kimse).

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Büyüklerin birbirini aradığını öğrendik.
2.    Şems nasıl Mevlana’yı arıyorsa, Mevlana da Şemsi aradığını öğrendik.

İşte böyle yaren,
Tek taraflı istek buluşma için yetmiyor.

İki taraflı arzu edilen ve bu isteğinde samimi ve kararlı olan istediğine kavuşuyor.

Tanrı’nın sevdiği kulları bir şekilde bir araya getirdiğini, onların içine diğer birini bulmak için istek koyduğunu öğrendik, anladık.
                                   *
RAVLİ

ŞEMS ÖLDÜ MÜ?


Mevlana Şemseddin’in mübarek yüzü ve uğurlu manası, kıskançlıkla dolu kıskanç gözsüzlerin nazarından gizlenince, Mevlana’nın kararsızlıktan huzuru kaçtı, gece gündüz kararı ve rahatı olmadı.

Medresenin sahanlığında daima geziniyor ve şu rubaileri ciddiyetle söylüyordu.

“ Senin aşkından, her tarafta bir uykusuzluk var,
Gece senin iki zülfünden amber kokuları saçıyor.

Ey Tebrizli!
Ezel ressamı (Başlangıcı olmayan geçmişi görünür hale getiren, benim gönlümün karar bulması için her tarafta senin resmini yapıyor.”

Yine buyurdu ki:

“ O ebedi dirinin öldüğünü kim söyledi?
Ümit güneşinin söndüğünü kim söyledi?

O güneş düşmanı, dama çıkıp iki gözünü kapadı ve güneş battı dedi “

Ve yine:
RUBAİ:

“ Aşk koparanın ruhunun öldüğünü kim söyledi?
Cebrail-i Emin’in keskin bir hançerden öldüğünü kim söyledi?

İblis gibi inatla ölen kimse;
Şems-i Tebrizi’nin öldüğünü zanneder”
                                     ***
Şems Hazretlerinin görünmemesinden kırk gün sonra Mevlana Hazretleri başına duman renkli bir sarık sardı.

Bir daha beyaz sarık sarmadı, Yemen ve Hind kumaşından (Burd-i Yemeni ve Hindi) bir fereci yaptırdı ve ömrünün sonuna kadar onun elbisesi oldu.


                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Şems hazretlerinin öldürülmediğini, zaman ve mekân dürülmesiyle görünmeyen âleme saklandığını öğrendik.
2.    Mevlana Hazretlerinin Şems Hazretlerine Cebrail gibi değer verdiğini ve sevip bağlandığını öğrendik.
3.    Şems Hazretlerinin Mevlana Hazretlerine çok sırlar verdiğini öğrendik.
4.    Mevlana Hazretlerinin anneden süt emer gibi sırları emdiği, severek bağlandığı Şems Hazretlerinin eksikliğini çok duyduğunu öğrendik.
5.    Şems Hazretlerinin hayalinin Mevlana Hazretlerinin gözünden hiç ayrılmadığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Dostluğun ve sevginin ne denli yaşanmışını ve Tanrı’nın takdirine itiraz etmeden, şikâyet etmeden birbirini gönlünde yaşatmışlardır.

Bizde bu iki büyüğümüze sevip saygı göstermek ve aydınlatıp gösterdiği yoldan Tanrı mülküne doğru gitmeliyiz.

Kıskançlığın, nazarın tesirini elbette benzerini yaşamımız da göreceğiz,
Ancak kaybettiğimizden dolayı suçlayıcı ve şikâyetçi olmayıp örnek büyüklerimiz gibi yok da saymayıp kalbimizde yaşatmaya hatıralarını yaşatmaya devam etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.
                                          *
RAVLİ

SULTAN MAHMUT VE ADAK

Padişahlar meclisinin mumu (aydınlatan) Sultan Mahmut Gazne’den kalkıp Hintlilerle savaşa gitti.

Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını görünce sıkıldı, şaşırdı.

O adil padişah, adakta bulundu;
Eğer dedi, bu askeri alt edersem,

Elde edeceğim bütün ganimetleri, hep birden yoksullara dağıtayım.

Nihayet galip geldi.
Sayısız ganimetler elde etti.

Elde edilen ganimetlerin bir cüzü bile yüzlerce hâkimin kıyas edemeyeceği kadar ağır ve değerliydi!

Sayıya sığmaz ganimetler elde ettiler, o yüzü karalar da bozulup kırıldı, tamamıyla mağlup oldular.

Padişah, derhal adamlardan birini çağırıp dedi ki:
Bu ganimetleri yoksullara dağıt.

Çünkü savaştan önce Tanrı’ya adakta bulundum.
Şimdi adağımı yerine getirmem lazım.

Herkes, “Bunca mal, bunca altın, değer bilmez bir yoksula verilir mi?

Ya askere ver, memnun olsun, savaşa büsbütün hazırlansın, düşmana kinlensin…
Yahut da emret, hazineye götürsünler” dedi.

Padişah tereddüde düştü, düşünceye daldı.
Adağımı yerine getirip yoksullara mı dağıttırayım,
Yoksa dediklerini mi yapayım diye bu iki fikrin arasında şaşırdı kaldı.

Ebülhuseyn derler zeki bir meczup vardı.

O sırada ordunun içinden geçiyordu.
Padişah uzaktan onu görünce,

Hah...
Dedi, şu meczubu yanıma getireyim.
Ona sorayım, ne derse yapayım.

Çünkü o, ne asker tanır, ne padişah.
Söyleyeceği sözü garazsız (tarafsız) söyler!

Padişah onu huzuruna çağırdı, vakayı olduğu gibi anlattı.

Meczup dedi ki:
Padişahım, iki işten birini yapmak gerek;
İş böyle düşmüş!

Eğer bir daha Tanrı’ya işin düşmeyecekse merak etme..
Bunların dediklerini yap, adağını düşünme!

Yok…
Bir vakit gelecek de yine ona işin düşecekse utan, dediklerini yapma sakın, adağını yerine getir!

Tanrı, mademki sana yardım etti;
İşini düzdü koştu;
Demek ki kendisine düşeni yaptı.
Sana düşen iş nerde ya?
Niçin vaadini yerine getirmiyorsun?

Nihayet Sultan Mahmut, o ganimetlerin hepsini yoksullara dağıttırdı;
Sonu da adı gibi Mahmut oldu.

                                     ********
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                                      *****
Mahmut: Övülmeye değer işler yapan. Tanrıya hamd eden.

ŞEMS VE ADAK

Sultan Veled en doğru olarak şöyle anlatmıştır:

Mevlana Şemseddin Hazretleri, halinin başlangıcında daima celal sahibi (Büyüklük, ululuk sahibi) olan Tanrı’dan türlü yalvarıp yakarmalarla: 

“ Senin gizli velilerinden birini bana göster “ diye ricada bulunurdu.
Nihayet kendisine:
Mademki ısrar ve arzu ediyorsun, o halde Şükrane olarak ne vereceksin” diye ilham geldi.

Bunun üzerine o:
“ Başımı veririm” dedi.

Nihayet o güzel yüze kavuşunca hoşuna gitti ve inayete mazhar (İyilik ve yardıma kavuştu) oldu.

Bir gece Mevlana’nın hizmetinde halvette (İkisi baş başa oldukları yer ve zaman), oturmuştu.
Bir şahıs dışarıdan halvetten çıkması için yavaşça işaret etti.

Derhal kalkıp Mevlana Hazretlerine:
“ Beni öldürmeye çağırıyorlar” dedi.

Uzun bir duraklamadan sonra babam:
“ Halk ve emir onundur” (Araf suresi 53) ayetinde buyurulana uymak en doğru harekettir” dedi.

Derler ki yedi kıskanç, hayırsız ve alçak kişi elbirliği etmiş ve mülhitler gibi (Dinsiz, imansızlar gibi) pusuda durmuşlardı.

Fırsat bulur bulmaz Şemseddin’e bir bıçak sapladılar.
Bu sırada Mevlana Şemseddin öyle bir nara attı ki, o yedi kişi kendinden geçti.

Kendilerine geldikleri vakit birkaç damla kandan başka bir şey görmediler.
O gün sabahtan akşama kadar o mana sultanından bir iz elde edilmedi.

ŞİİR:
“ O oldu, bir daha kimse onu görmedi.
Peri gibi insanın gözünden kaybolup gitti.

Kendi hısım akrabasının ve halkın gözünden uzaklaşınca,
Anka gibi meşhur oldu.”
(Mesnevi Cilt 4 Sayfa 328/835,837)

Bu olayın haberini Mevlana Hazretlerinin mübarek kulağına ulaştırdıkları vakit:
“ Tanrı istediğini yapar ve arzu ettiği şeye hükmeder “
(AL’İ İMRAN 40, HAC 18, MAİDE 1) buyurdu.

ŞİİR:
“ Kan içici erkek aslanın pençesinde rıza ve teslimden başka çare yoktur”

Bizim bu işte ne dahlimiz (Tesirimiz, girmemiz, nüfus etmemiz) vardır?
O, orada sözleşmiş ve kararlaşmıştı.
O bizim sırrımızın şükranesi olarak başını rehin                 koymuştu.

Şüphesiz, Tanrı’nın takdiri, bir tedbir buyurdu ve Ceff-el-kalemini (Düşünmeksizin, birden bire) hikmetini zuhura (Kendini gösterdi) getirdi.

“ Bu, kitapta yazılmıştır”
( İSRA 58)

Şiir:
“ Eğer insan ahd-ın uhdesinde (Zamana bağlanmış) gelirse, o,
Senin yaptığın her methin (Övgünün) üstüne çıkar “

Bundan sonra Mevlana çok heyecanlar gösterdi.
Dostlar ağladılar, vecde (Kendini kaybedercesine ilahi aşka dalma) geldiler.

Mevlana da Sema’ya ve mersiye gazelleri söylemeye başladı.
Onlardan biri şudur:

“ Eğer, benim kaderim kadar, gözüm ağlasaydı,
Gece ve gündüz seher vaktine kadar ağlardı.

Şems-i Tebrizi gitti, o beşerin kendisiyle övündüğü Tanrı erine ağlayacak kimse nerede?

Eğer bu dünyanın işitme ve görme duygusundan başka bir görme ve işitme duygusu olsaydı ağlardı ilah ..”

Kaderin sırrının esiri olan ve böyle bir kötülüğü meydana getiren o imtihan etmek isteyen alçakların bir kısmı az zamanda öldürüldü, bir kısmı felç oldu ve birkaçı da düştü, bazısı da mesh illetine (Şekli değişerek çirkin bir hale gelmek) tutuldu.

“ Kâfirlerin küfrü ancak kayıplarını artırır”
(FATIR suresi 36)

“ Tanrı, ey Nuh!
O senin ehlinden (Ailenden) değildir, dedi”
(HUD Suresi 46) ayetiyle damgalanan Alâeddin (Mevlana’nın oğlu) ise, kendisinde baş gösteren ateşli bir sıtma ve acayip bir illet neticesinde o günlerde öldü.

Mevlana Hazretleri kızgınlığından bağlar tarafına gitti.
Onun cenazesinde bulunmadı.
(Velilerin kahır (Yok edici) ve şiddetinden Tanrı’ya sığınırız)

Şemseddin’in kaybolup gizlendiği tarih 645/ 1247 senesinin Perşembe günüdür.
                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrıdan bir şey istenip dileğimiz yerine gelince ŞÜKRANE olarak bir şeyler yapılması gerektiğini öğrendik.
2.    Bir şeyin varacağı yere vardırması için emir Tanrı’nın olduğunu, buna uymak, razı olmak olduğunu öğrendik.
3.    Şems Hazretleri halkın gözünden kaybolup gittiğini öğrendik.
4.    Kıyamet gününden önce her şeyin ölüm ile karşılaşacağını öğrendik.
5.    Tanrı’nın zamana bağlamış kader hükmünün gelmesi her türlü övgünün üstünde olduğunu öğrendik.
6.    Tanrı erine yapılan bir kötülüğü yapan, yardım eden veya onay verenin bir şekilde Tanrı tarafından cezalandırıldığını öğrendik.
7.    Allah’a ve dine ait şeylere inanmayıp inananlara kötülük edenler için, öldürülmeden karşılaşacakları cehennem ateşi ile cezalandırılacaklarını öğrendik.
8.    Velilerin kahır (Yok edici) ve şiddetinden Tanrı’ya sığınmamız gerektiğini öğrendik.

ADAK

Dinen zorunlu olmadığı halde, kişinin farz veya vacip türünden bir ibadeti yapacağına dair Allah’a söz vermesine denir.

Arzuya kavuşmak, korktuğundan sakınmak hususunda Allah’ın yardım ve desteğini sağlamak amacıyla, kendinden birtakım dini mükellefler altına girmesidir.

Bir adağın dinen geçerli olması için, adakta bulunan sahsın akıllı, buluğ çağına erişmiş ve Müslüman olması gerekir.

Ayrıca adanan şeyin, gerçekte mümkün, dinen de makbul ve meşru olması, namaz, oruç, hac, kurban, sadaka gibi farz veya vacip ibadetler cinsinden olması gerekir.

Türbelere mum yakma, bez bağlama, horoz kesme, şeker ve helva dağıtma şeklinde yapılan adaklar geçersizdir.

Şartlarına uygun olarak yapılan adağın yerine getirmesi vaciptir (yapılması gereklidir).

Adaklarda, belli bir mekânı, malı veya fakiri söylemek bağlayıcı değildir.

Asıl olan ibadetin yerine getirilmesidir.
                                    *
Adağın yerine getirilmesi güzeldir.
Bu güzelliği daha saygılı ve sevgi dolu olarak yapılması değerini artırır.

                                     *
RAVLİ

29 Kasım 2011 Salı

ŞEMS VE VAKTİ SAATİ GELİNCE OLAN

Bir gün Mevlana Hazretleri dedi ki:
Mevlana Şemseddin Hazretleri:

“ Bundan önce yüce Tanrı’ya beni, kendi velilerinin içine sok ve onlara arkadaş et” diye yalvarırdım.

Rüyada bana:
“ Seni bir veliye arkadaş edeceğiz” dediler.

Ben de:
“ Güzel, fakat o veli nerededir?” dedim.

Bu rüyadan sonra üst üste iki gece bana:
“ İstediğin veli Rum (Roma, Anadolu) ülkesindedir” dediler.

Bir hayli zaman aradım, fakat onu bulamadım.
Sonra bana:
“ Daha bulacağın zaman gelmedi” dediler.
“ İşler vakitlerine tabidirler, rehinlidirler “ buyurdu.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Dua ile istenileni Tanrı’nın sevdiği kuluna hemen vermediğini, arattırdığını, uğraştırdığını, bu konuda isteğinin ne kadar samimi olduğunu, bu isteğe kavuştuktan sonra zorlukla bulduğundan kıymetini bilecek kadar geciktirdiğini öğrendik.
2.    Tüm işlerin zamana göre olduğu, Tanrı’nın da zamanı gelince bu işlerin olması için serbest bırakmış olduğunu öğrendik, anladık. 

                                          *
RAVLİ
                                       

ŞEMS VE MEVLANA DOSTUN YOLUNA BAŞ FEDA ETMEK

Gönülleri Tanrı’nın kadim evi (Kâbe) olan müritler şöyle anlatmışlardır:

Mevlana Şemseddin Hazretleri daima medresenin hücresinin kapısı önünde oturur, Mevlana Hazretlerini de hücreye sokar ve onu soran her arkadaşa:

Mevlana’yı sana göstermem için ne getirmişsin?
Şükrane olarak ne vereceksin? Derdi.

Bir gün münasebetsizin biri:
“ Sen ne getirmişsin ki bizden bir şey istiyorsun? Dedi.

Şemseddin:
Ben kendimi getirdim, başımı onun yoluna feda ettim” dedi.

Buyurduğu gibi yaptı.

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Birbiriyle arkadaşlıklarını dostluğa çevirenlerin birbirinin yoluna başlarını feda ettiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Çıkar ilişkisi olmayan dostluklar bu iki hazretin birbirine olan dostlukları gibi olur.

Çıkar ilişkisi ile birbirini arayan, ilişkiyi devam ettirenler dost değil onlar birer tüccardır.
                          *
RAVLİ
  

28 Kasım 2011 Pazartesi

ŞEMS VE RİYAZET

Arkadaşların arifleri, Hüdeavendigar Hazretlerinden (Mevlana) şöyle naklettiler ki:

Mevlana Şemseddin Hazretleri Halep şehrinde medresenin bir hücresine girip ondört ay riyazet ve mücahede ile o derecede meşgul oldu ki, hiçbir gün hücresinden (Odasından) dışarı çıkmadı.

Hücrenin duvarından:
“ Şüphesiz, senin nefsinin, senin üzerinde hakkı vardır” diye ses geldi.

Onun nefsi o kadar tecessüm (Görünme, belirme, cisimlenme)  etti ki, madenin bile bundan fazla sabır ve tahammülü yoktu.

Acıyarak gülümsedi ve bir köşeye çekilmeyi bırakıp Şam tarafına hareket etti.

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
RİYAZET

Terbiye etmek, eğitmek, ıslah etmek, boyun eğdirmek, idman anlamına gelir.

Tasavvufta, nefsin çekici ancak zararlı olan isteklerinden uzak kalmaya, faydalı ama zor olan şeyleri yapmaya kişinin kendisini alıştırması demektir.

Sufiler, az yemeye, az konuşmaya, az uyumaya, yalnız kalmaya, sürekli zikir ve tefekkür etmeye alışan nefsin kurtuluşa ereceğine inanırlar.

Nefsi terbiye için bazen onu ağır ve zor işlere koşarlar.

Nefis, ancak mücadele ve riyazetten sonra arınır.

“Nefsini eğiten kurtulur, kirlerden hüsrana uğrar”
(Şems91/9) ayeti bu hususa işaret etmektedir.

Çile çekmek, erbain çıkarmak (dervişlerin çile çıkarmak için kapandıkları 40 gün), inzivaya çekilmek (yalnızlığa), sefere çıkmak riyazet şekilleridir.

Riyazet yapanlara EHL-İ RİYAZET denilir.

Kişi riyazet yoluyla içindeki kibir ve kendini beğenme duygusunu kaldırıp atar, halkı hakir görmeyi onulmaz bir illet olarak görür, nefse uymayanın Allah’a giden yolda en büyük engel olduğu bilincine ulaşır.

Riyazet sayesinde kul nefsine hâkim olur, bayağı arzularını dizginler, aşırılıkları bertaraf ederek kendisini disiplin altına sokar.

Riyazetten maksat güzel ahlaka sahip olmaktır.

 (Dr. Mehmet CANBULAT. D.İ.B. Dini Kavramlar sözlüğü. Alıntı)

1. AVAMIN RİYAZETİ:
 (Avam: Herkes, kaba ve cahil halk, ayak takımı)

İlimle ahlakı, ihlâs ile ameli süsleyip Hak ile halk ile iyi geçinmek,
Hakk’a da halka da karşı vazifesini yapmak.

           2.  HAVASS’IN RİYAZATI:
(Saygın olanlar, muhterem olanlar)

Batını tefrikayı kesmek,
Kendi içindeki boğuşmaları barışa çevirmek,
Hakk’a ibadete huzur-ı kalple yönelmek,
Ulaştığı makamların iltifatını bırakmak,
Daha yüksek makamlara ulaşmak için gayret sarf etmek.

           3. HASLARIN HASLARININ RİYAZETİ:
(Allah’ı mutlak bir varlık olarak kabul eden ‘Vahdet-i vücut’a inanan )

Gören, görülen ikiliğinden kurtulmak,
Yalnız onu görmek,.
Canının istediği şeyi yapmaması,
Nefsi ile savaşa girmesidir.
                                     *
MÜCAHEDE
Savaş etmek demektir.

Harici düşmanlarla, kâfir, sapık ve münafıkla yapılan yerine göre farzı ayın (Allah’ın teker-teker her Müslüman’ın yerine getirmesi lazım gelen emri),

Ekseriyetle de farzı kifaye (Allah’ın bir kısım Müslüman’ın yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden yapma mecburiyeti düşen emirleri) olan harp etmek demektir.

Farzı ayın ve farzı kifayeye küçük savaş denir.
Nefisle yapılan savaşa büyük savaş denir.

Büyük savaşı Abdurrahman-i Camii (Tanrı rahmet eylesin) bir temsille şöyle anlatmıştır:

RUHU SULTANİ, insan bedeninde tahtında oturan bir hükümdar gibidir.

Bu hükümdarın iman ve amel (İyi düşünce ve yaptıkları) cevherlerinden olan hazinesi ŞERİAT (Dini kuralların koruması) hisarı ile çevrilip TARİKAT (Yol) kalesi ile sağlamlaştırılan KALPTE gizlenmiştir. 

Fakat hırsız ve düşman olan NEFS-Ü HEVA ile ŞEYTAN ve DÜNYA bu hisar ve kalenin duvarlarında bulunan KİBİR (Büyüklenme), UCUP (Kendini beğenmişlik), RİYA (İki yüzlülük), HASED (Kıskançlık) ve GAZAP (Öfke ve kızgınlık) gibi kötü ahlaklardan ibaret olan deliklerden girerek hazineyi almak, talan etmek isterler.

O sırada, hükümdar tarafından tayin edilen göz, kulak, burun, ağız ve el nöbetçileri, iç karakollarına benzeyen iç nöbetçileri tarafından AKIL vezirine, vezir de RUHU SULTANA bildirir.

O zaman, Ruh hükümdarı ile manevi düşmanlar arasında Cihadı Ekber (Büyük savaş) ilan edilir.
Kıyasıya yapılan bu harbe mücahede denilmiştir.

Tanrı yolunda din düşmanı ile savaş manasına gelen bu kelime ile sofiler, kendi nefislerindeki istek ve hevese karşı yaptıkları savaşı kastederler.

Sofilerce bu ikinci savaş birincisinden daha makbuldür.
Bu bakımdan birincisine yani din yolunda yapılan savaşa CİHADI-ASGAR;
İkincisine ise CİHADI EKBER  (Büyük cihat) derler.
                                                *
Neler öğrendik:
1.    Şems Hazretlerinin taşın bile dayamayacağı kuvvetle ve sabırla nefsi ile savaş yaptığını öğrendik.
2.    Hiçbir şey yemeden içmeden günlerce kaldığını öğrendik.
3.    Böyle olağan üstü, aklımızın kabul edemeyeceği davranışları yaptığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bizi kontrolü altına alan güçlü isteklerimizi nasıl tesirsiz hale getirmemiz gerektiğini öğrendik.

Eğer bir insanla konuşurken sözlerinden onun istekleri belli oluyorsa o kişi nefsi hâkimiyetindedir ki ondan sözünde durmasını bekleyemezsin.

İsteklerini gizliyor fakat sana söylettirmeye uğraşıyorsa ikiyüzlüdür.

Er olduğun zaman istemeği, istememe durumuna gelince ulaşırız.

Bu çok zor ve ileri aşamalarda olacak bir durum olduğunu öğrendik, anladık.
                                                 *
RAVLİ

MEVLANA VE RİYA VE RİYAZET

Bir gün Sultan Veled, Mevlana hazretlerini anlattı:

Babam daima
“ Ben beş yaşında iken nefsim ölmüştü.
Gençlik ve orta yaşlılık zamanında tam bir ciddiyetle riyazet eder, gece sabahlara kadar ibadetle meşgul olurdum ve riyazette çok mübalağa ederdim” derdi.

Ben kendine
“Siz bir gün bana böyle buyurmuştunuz.
Bu gün nasılsınız?
Gece ve gündüz hiç durmuyor, hala riyazete devam ediyorsunuz” dedim.

Bunu üzerine Mevlana
“Bahaeddin!
Nefis, kuvvetli bir hilekârdır.
Allah etmesin birden bire onun yine dirilip akıl şücaeddin’inini mağlup ve harap etmesinden korkuyorum” Buyurdu.

Şiir:
“ Bırak nefsini hüngür-hüngür ağlasın.
Sen ondan can eriten kadehi al.

Nefsin riya kitabına itimat etme ve onunla sırdaş ve arkadaş da olma “

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
RİYA

Göstermek, gösteriş yapmak anlamına gelir.

Sırf Allah rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları kendini beğendirmek ve insanlara göstermek amacıyla yapmak demektir.

Riya, yapılan ibadet ve güzel davranışların sevabını ortadan kaldırır.
(Bakara, 2/264)

Riyanın iki sebebi vardır.
İmandaki zayıflık.
Mal, mülk, makam ve şöhret gibi dünyalık hırsı.

Gerçek iman sahipleri, ibadet, fiil ve davranışlarını Allah rızası için yaparlar, insanların şöyle ya da böyle değerlendirmelerine itibar etmezler.
(Maide, 5, 54)

Bir hadiste riyanın gizli şirk olduğu belirtilmiştir.
(Ahmed, V,428)

Riya daha çok nafile ibadetlerde olursa da farzlarda olması da mümkündür.
Hz. Peygamber, ahirette, kahraman desinler diye savaşanların,
Cömert desinler diye bağışta bulunanların,
Alim desinler diye ilim öğrenen ve öğretenlerin,
Güzel okuyor desinler diye Kuran okuyanların,
Yüz üstü cehenneme atılacaklarını bildirmiştir.
(Müslim, İmare,152 – Nesai, Cihad, 22 – Müsned, 2/322)

(Dr. Mehmet CANBULAT. D.İ.B. Dini Kavramlar sözlüğü. Alıntı)
                                    *

RİYAZET

Terbiye etmek, eğitmek, ıslah etmek, boyun eğdirmek, idman anlamına gelir.

Tasavvufta, nefsin çekici ancak zararlı olan isteklerinden uzak kalmaya, faydalı ama zor olan şeyleri yapmaya kişinin kendisini alıştırması demektir.

Sufiler, az yemeye, az konuşmaya, az uyumaya, yalnız kalmaya, sürekli zikir ve tefekkür etmeye alışan nefsin kurtuluşa ereceğine inanırlar.

Nefsi terbiye için bazen onu ağır ve zor işlere koşarlar.

Nefis, ancak mücadele ve riyazetten sonra arınır.

“Nefsini eğiten kurtulur, kirlerden hüsrana uğrar”
(Şems91/9) ayeti bu hususa işaret etmektedir.

Çile çekmek, erbain çıkarmak (dervişlerin çile çıkarmak için kapandıkları 40 gün), inzivaya çekilmek (yalnızlığa), sefere çıkmak riyazet şekilleridir.

Riyazet yapanlara EHL-İ RİYAZET denilir.

Kişi riyazet yoluyla içindeki kibir ve kendini beğenme duygusunu kaldırıp atar, halkı hakir görmeyi onulmaz bir illet olarak görür, nefse uymayanın Allah’a giden yolda en büyük engel olduğu bilincine ulaşır.

Riyazet sayesinde kul nefsine hâkim olur, bayağı arzularını dizginler, aşırılıkları bertaraf ederek kendisini disiplin altına sokar.

Riyazetten maksat güzel ahlaka sahip olmaktır.

 (Dr. Mehmet CANBULAT. D.İ.B. Dini Kavramlar sözlüğü. Alıntı)
                                           *
            1. AVAMIN RİYAZETİ:
 (Avam: Herkes, kaba ve cahil halk, ayak takımı)

İlimle ahlakı, ihlâs ile ameli süsleyip Hak ile halk ile iyi geçinmek,
Hakk’a da halka da karşı vazifesini yapmak.

           2.  HAVASS’IN RİYAZATI:
(Saygın olanlar, muhterem olanlar)

Batını tefrikayı kesmek,
Kendi içindeki boğuşmaları barışa çevirmek,
Hakk’a ibadete huzur-ı kalple yönelmek,
Ulaştığı makamların iltifatını bırakmak,
Daha yüksek makamlara ulaşmak için gayret sarf etmek.

           3. HASLARIN HASLARININ RİYAZETİ:
(Allah’ı mutlak bir varlık olarak kabul eden ‘Vahdet-i vücut’a inanan )

Gören, görülen ikiliğinden kurtulmak,
Yalnız onu görmek,.
Canının istediği şeyi yapmaması,
Nefsi ile savaşa girmesidir.
                           *
Yaren,
Koca Mevlana ve dostları nefsin kuvvetinin farkında olarak aralıksız mücadele etmişlerdir.

Kazanmak, ulaşmak, sahip olmak yetmez.
Kazanımını elinde tutmak gerekir ki bu en zorudur.

Zoru başarmak mecburiyetindeyiz.

Bu yolda elde edişinle yol bitmiyor, Tanrının yolunun sonu, imkânlarının sınırı yoktur.

İstekli olduktan sonra, sabırla çalışmaya devam edersen, Tanrıdan sana yardım gelir.,
                                 *
RAVLİ

ŞEMS VE NİYAZ KAPISI

Mevlana Şemseddin Hazretleri buyurdu ki:
“ Ebu’l- Hasan’i Harkani (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun):

“ Bir adımımı Arşın üzerine, öteki adımımı de terin altına koydum;
Fakat aradığım kapı kapalıydı, hiç açılmadı.

Niyaz eşiğine eğilmeden kapı açılmadı.
Niyazın üstüne ibadet yoktur.

ŞİİR:
“ Bu hazretin yanında, niyaz, kulluk ve çaresizlikten başka bir şeyin itibarı yoktur”

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***

NİYAZ
Yalvarmak, dilemek, gönül alçaklığında bulunmak, dua etmek, selam ve hürmet anlamına gelir.

Tanrıya giden yolcunun halidir.
Namaz niyaz için yapılır.

İbadet, niyaz makamıdır.
Aşığın gizli olarak, ruhen ve sırren Allah’a yalvarmasıdır.

Niyaz devamlı olmalıdır.
Allah’a uzatılan bir eldir ve muhakkak karşılık bulur.

Yalvarışın en iyi vakti, seher, (Tan)  vaktidir.

İhtiyacını Tanrı’dan istemektir, dilemektir.
Aşığın, canını dostun önünde secdeye koyarak yalvarması, yakarmasıdır.

KULLUK
Kulluk: Doğruluk ve özveri ile bağlanmaya denir.

Kul olmak için:
İnsan etkinliğinin dışında, canlı cansız maddelerden oluşan varlığın tümüne uyum sağlamak gerekir.

İnsan etkinliğinin dışında kendi kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, yaradılış ve yapı özelliklerinin tümünün güzelliklerini koruyan, değişmez bir gücün olduğunu bilmek gerekir.

Dengenin ve sürekliliğin, her an yok edilerek tekrar yaratıldığını, güzelliklerin korunduğunu gözlemler ve anlarsan kul olmak yolundasın.

Çalışmalarının sonucunda bu kadar uygunluk ve düzenin birbiri ile uyuşmasının rastlantı olamayacağını, bunları bir gücün yaptığını anlayış ve akıl erdirme yoluyla ulaşırsan kul oldun demektir. 
             
Neler öğrendik:
1.    Çalışıp çabalayarak ilahi âlemin kapısını bulsak da o kapının bize açılması için bizde yalvarış ahlakı olması gerekir.

İşte böyle yaren,
İlahi âlem dışında birçok şeyler öğrenebilirsin, fakat ilahi âleme girmen için kişiliğini sıfırlaman, Tanrı’ya yalvararak ihtiyaç duyduğunu kendin inanarak yalvarmalısın.

“Ölmeden önce ölünüz” hasisi şerifinin manasını anlayan, fakirliği anlayan bu kapıdadır.

İsmini duyduğumuz duymadığımız çok büyüğümüz bu kapıya defalarca gelmiş geri dönmüşlerdir.
O büyüklerimiz eksikliklerini tamamlayarak tekrar o kapıya gitmişler, eksiklikleri varsa tekrar döndürülmüşlerdir.

Büyüklerimiz bu kapının kendisine açılacağını ümit ederek bu kapıdan hiç ayrılmamışlar, “ Gir kulum” hitabını duyana kadar beklemeyi sürdürmüşlerdir.
                                     *
RAVLİ

MEVLANA VE NİYAZ


Niyaz: Yalvarma, yakarma, dua, ihtiyaç ve muhtaçlık duyma, selam, saygı.

Naz: Kendini beğendirmek için takınılan yapmacık.
Bir şeyi beğenmiyormuş gibi görünme.(Cilve, işve)
                                 *
Bir gün Mevlana, bilgiler saçarken Tanrı “ Ben, kulların niyazlarını o kadar severim ki, kullarım bana meskenet (Miskinlik, fakirlik, yoksulluk) ve zillet (istememeği isteyen) göstermeselerdi ve bana yalvarmasalardı, onlardan bu niyazı kaldırır, onlara ben niyazda bulunurdum.
Fakat benim niyazsız olan hazretim (bana yakın olan kullarım), niyaz edenleri sever” buyuruyor” dedi.
                                ***
Bir dervişe “ Niyazı niçin terk ettin? “ diye sordular.

O da “ O kadar niyaz ettim ki, şimdi niyazsız oldum” diye cevap verdi.

Niyaz, en son konaktır.
Niyazsız olan ( Tanrı ) niyazı sever.

ŞİİR:
“ Aşk perisi bana “ Ben baştan aşağı nazım.
Sen de baştan aşağı niyaz ol, o zaman ben de sana naz ederim.

Nazı bırakınca tamamıyla niyaz olursun.
Ben de senin için kendimi tamamıyla niyaz yaparım “ dedi.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
  1. Tanrı’nın niyaz eden kullarını sevdiğini öğrendik.
  2. Tanrı’ya iyice yaklaşan kulların Tanrı’dan istememeği istediklerini öğrendik.

Naz ve niyazın birbirini seven, saygı duyanlar arasında olduğunu öğrendik.

Tanrı isteyin vereyim hükmünce yalvararak istenmesi gerekmektedir.

Tanrı’ya yakın olanların Tanrı’nın kalbi okuduğunu öğrenince dil ile istemeği keserler, gönülden istekleri devam eder.

İstememek, Tanrı’nın her şeyden haberdar olduğunu bilmelikten gelir.
Yoksa itibarsız veya gücü kuvveti olmadığı veya sevmediği için istemiyor anlamına gelmez.

Dervişin tek isteği Tanrı yüzünü görmektir.
Diğer istekler bu istek karşısında değersizleşir.

Diğer bir anlatımla açıkça söylersek devrik Tanrı’nın kendisini ister, imkânlarını değil.
                            *
RAVLİ

Popüler Yayınlar