31 Ekim 2011 Pazartesi

MEVLANA VE ŞEMS' İMTİHANI

Ariflerin sultanı Çelebi Arif (Tanrı onun sırrını kutlasın) anlatmıştır:

Bir gün Mevlana Şemseddin, denemek ve naz etmek maksadıyla güzel bir sevgili istedi.

Babam da güzellik ve olgunlukta zamanın en güzel kadını ve ikinci Sar’sı, iffet ve ismette Meryem’i sayılan karısı Kira hatunun elinden tutup götürdü.

Şems:” Bu benim can kardeşimdir, bu olmaz.
Bana, hizmet edecek güzel bir erkek çocuk getir “ buyurdu.

Babam hemen güzellikte Yusuf’ların Yusuf’u olan Sultan Veled’i peşkeş çekerek: “ Umarım ki bu sizin hizmetinize ve ayakkabılarınızı çevirmeye değer bir kul olur “ dedi.

Bunun üzerine Şems’de: “ Bu, kalbimi bağlayan oğlumdur.
Şimdi şarap olsaydı su yerine onu içerdim.
Ben onsuz yapamam “ deyince, babam hemen kalkıp gitti ve Yahudi mahallesinden bir desti şarap doldurup getirdi, önüne koydu.

Bunun üzerine Şems’in bir feryat koparıp elbiselerini yırttığını ve babamın ayaklarına kapandığını gördüm.

Şems, bu kuvvetinden ve pirin emrine gösterdiği itaatten hayrette kalıp:
 Başlangıcı olmayan başlangıcın, sonu olmayan sonun hakkı için, diyorum ki, dünyanın başından sonuna kadar senin gibi gönül tutan bir sultan, bir Muhammed yürekli, bu varlık âlemine ne gelmiş, ne de gelecektir “ dedi ve o anda baş koyup mürit oldu.

Sonra: “ Ben Mevlana’nın hilminin (Yumuşaklık huylu, nazik, kibar) derecesini anlamak için bu imtihanı yaptım.                                                                                                                      

Onun iç âlemi o kadar geniş ki rivayet ve hikâye çerçevesine sığmaz “ diye ilave etti.

ŞİİR:
Ey oğul;
Ben kapının çavuşu oldum diyenler için yüz binlerce imtihan vardır

ŞİİR(Arapça):
Söz biter,
Fakat yine de onun vasfını ihata (kavrayamaz, anlayamaz, geniş bilgi gerekir) edemez

Eğer vücudumdaki her kıl bir dil olsa (Yine) senin lütuflarının binde birini söyleyemem

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
Neler öğrendik:
1.    Gizli ve açık dostlarının birbirini intihan ettiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Sevgi, saygı, bağlılık sözle anlaşılmaz.
İmtihan sonunda anlaşılır.

Bir iddia varsa bunun doğru olup olmadığı, ne kadar güçlü olduğu anlaşılması için büyük küçüğü, küçük büyüğü imtihan eder.

Bu dünya imtihan dünyasıdır.
Tanrı bizleri imtihan eder, biz de farkında olalım olmayalım birbirimizi imtihan ederiz.

İnşallah bu intihandan başarılı çıkarız.
Âmin.
                                     *
RAVLİ

MEVLANA VE ŞEMS BULUŞMASI

Bir Mevlana fazıllardan bir gurupla birlikte Pembe Furuşan medresesinden çıkarak Şekerrizan hanının önünden geçiyordu.

(Bunu gören ) Şems, yerinden kalktı, Mevlana’nın önüne gelip katırın dizginin tuttu ve :” Ey Müslümanların imam!

Ebu Yezid (Beyazıd-ı Bistami) mi büyüktür?
Muhammed mi? Diye sordu.

Mevlana (Bu vakayı anlatırken) .” Bu sorunun heybetinden sanki yedi kat gök birbirinden ayrılıp yere yıkıldı ve içimden çıkan büyük bir ateş kafatasımın içini kapladı.

Oradan bir dumanın çıkıp Arşın ayaklarına kadar yükseldiğini gördüm” buyurdu.

Sonra Mevlana, Şems’in sorusuna: “ Tanrı’nın elçisi

Sonra Mevlana Hazretleri Şems’in bu sorusuna: “ Tanrı’nın elçisi Muhammed Hazretleri, bütün yaratıkların en büyüğüdür.
Burada Beyazıd’ın sözü mü olur” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Şems: “ O halde bu ne demektir?
Peygamber bu kadar büyüklüğü ile: “ Biz seni layık olduğu veçhile bilemedik “ buyuruyor.

Beyazıd ise: “Ben kendimi tenzih ederim.
Benim şanım ne kadar büyüktür.
Ben sultanların sultanıyım “ diyor dedi.

Mevlana: “ Ebu Yezid’in susuzluğu bir yudumla dindi ve suya kandığından dem vurdu.
Onun idrak destisi o kadar suyla doldu.
O nur da onun evinin penceresinin büyüklüğü nispetinde içeri girdi.

Hazret-i Mustafa’ya gelince, O, müthiş bir suya doymazlık hastalığına tutulmuştu.

Susuzluk içinde susuzluktan içi yanıyordu ve onun mübarek göğsü: “ Biz senin göğsünü açmadık mı? (İnşirah suresi 1) şerhiyle “ Tanrı’nın yeri geniştir” (Zümer suresi 10) haline gelmişti.

Tabii bunun için, susuzluktan dem vurdu ve her gün daha çok yakınlık istedi.
Bu iki davadan, Mustafa’nın ki (Selam onun üzerine olsun) daha büyüktür.
Beyazıd hakka ulaştığı için kendini o nurla dolmuş gördü ve daha çok bakmadı.

Mustafa’ya (Selam onun üzerine olsun) gelince, o her gün onu daha çok görüyor, daha çok ilerliyordu.
Günden güne ve saatten Tanrı’nın hikmet (gerçeği bilme ve bildiği gerçekle hareket etme), kudret ve ululuk nurlarını daha çok görüyordu.
Bundan dolayı: “ Biz seni layığı veçhile bilemedik dedi “ buyurdu.

Nitekim buyurmuştur.
ŞİİR:

“ Kumlar suya kandı.
Maşallah ben kanmadım.

Bu dünyada benim bu yayım için bir kiriş yoktur.
Benim için dağ küçük bir lokma, deniz de bir yudum sudur.

Yarabbi ben nasıl bir köpek balığıyım.
Bana bir yol göster.”
                                   
Bunun üzerine Mevlana Şemseddin bir feryatla yere yuvarlandı.
Mevlana, katırdan aşağı indi.

Etrafındaki imamlara emir verdi, tutup Şems’i kaldırdılar.
Mevlana’nın medresesine götürdüler.

Şems kendine gelinceye kadar mübarek başının Mevlana’nın dizinde kaldığını söylerler.
Sonra onun elinden tutarak çıkıp gittiler.
Uzun bir müddet birbirleriyle görüşüp konuştular ve arkadaş oldular.

Her ikisi halvethanede tam üç ay gece ve gündüz visal (buluşma) orucu ile oturdular, hiç dışarı çıkmadıkları gibi kimse de yanlarına girmeğe cesaret edemedi.

Bundan sonra Mevlana okutmak, öğretmek ve vaaz etmekten el çekerek kuddus (Temiz, pak) olan Tanrı’yı takdisle (Saygı göstermek) meşgul oldu.

Konya’nın bütün bilginleri, büyükleri: “ Bu ne haldir?
Mevlana’yı bütün eski dostlarından, en yakın akrabasından ve yüce mevkiinden elini çektirip kendisi ile meşgul eden bu adam kimdir?
Nereden gelmiştir?
Diye kıyametler kopardılar ve “ Böyle bir büyük ve ulu kişinin oğlu ayak takımının oyuncağı oldu “ dediler.  

Bu hal karşısında bütün halk hezeyanlarda bulundu, söylenmeyecek sözler söyledi.

Tanrı’nın bu cilvesi karşısında aciz kaldı.
Müritleri hiçbirisi de bu adamın kim olduğunu bilemedi.

Bulundukları bu halvetin celvetinde* Şems tarafından sorulan sorular, verilen cevaplar ve yapılan imtihanlara benzer bir hal ve söz, hiçbir şeyh ve kutupta ne görülmüş ne de işitilmiştir.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
·       Halvet: Kişinin kendi isteği ile bedenini ve yerde hapsedilmesi demektir. Önemsediği dünyaya ait, kendini bağlayan, hareketlerine, Tanrı’ya ulaşma yolculuğuna engel olan her ne varsa gönlünden çıkarmak. Öz eleştiri yaparak kendini değersiz ve zamana bağlanmışlıktan kurtulmak için kişinin kendisiyle uğraşarak hakikate ulaşmasıdır. Alt noktadır.

·       Celvet: Hakikat elbisesini halvette giydikten, Tanrı sıfatlarına büründükten sonra, Tanrı’da yok olmak için en üst noktaya doğru yaptığı yolculuktur. Üst noktadır.


·       Halvetin celveti: İki kişinin oruç tutarak bir arada kalmasıyla birbirine aynalık ederek bağlayan son bağlardan birbirine yardım ederek ve kurtulmasını sağlayarak ve eksikliklerini tamamlayarak, şüpheden en ufak bir şey bırakmadan Tanrı’da kendilerini yok etmesidir.

Neler öğrendik:
1.    Her şeyin kabına göre doluluk oranının olduğunu öğrendik.
2.    Susuz kalmışın su arayışı gibi Tanrı’yı aramamız gerektiğini öğrendik.
3.    Mevlana Hazretlerinin söz zıpkınıyla Şems Hazretlerini avladığını öğrendik.
4.    Arayış içinde olanın er-geç aradığını bulduğunu öğrendik.
5.    Şems Hazretleri tanınmadığı ve bilinmediği için halk onu ayak takımından sandığını öğrendik. 

İşte böyle yaren,

Devlerin aşkı böyle olur.
İki büyük birbirini buldu mu, her şeyi unuturlar, ne yemek akıllarına gelir, ne su içmek.

Hele ikisinin de sevgilisi aynı olunca, o sevgiliye birlikte ulaşmak için el birliği ederler.

Kıskançlıktan temizlenen için yol açılmıştır.
İnşallah Tanrı bize de bu yolu açar ve kolay kılar.
Kendi sanımıza göre değil de hakikate göre görürüz.
Âmin.
                                     *
RAVLİ

ŞEMSİ TEBRİZİ HAZRETLERİ KİMDİR

Bir gün Mevlana Şemseddin-i Tebrizi şöyle buyurdu::
Ben ilk mektepteydim.
Daha ergenlik çağına gelmemiştim.

Otuz kırk gün geçtiği halde, canımın, Muhammed’in (Peygamberimizin)  siyretine (İç haline, yaptıklarına, ahlakına) olan aşkımdan ötürü hiç yemek arzu etmediğim olurdu.
Yemek lafı edilse bile yüzümü çevirirdim.

Ben bir tarafta, dünyanın insanla şenlenmiş dörtte bir kısmının halkı da bir tarafta olsa ve beni sorguya çekse, onlara cevap vermekten kaçınmam ve daldan dala sıçramam.

Dünyanın dörtte bir kısmı, halkın sakin olduğu kısımdır.
Geri kalan dörtte üçü, güneşin sıcağından yanar.
İnsanlar burada oturamazlar.(Çöl, buz)

Ne kadar zor şey sorsalar cevap üstüne cevap veririm.
Benim sözüm on cevap ve hüccet (delil, şahit, senet) olur.
          
                               *
Derler ki:
Bir gün Mevlana Hazretleri:
“ Zahiri bilenler, Peygamberin haberlerine (ayet ve hadislere),
Mevlana Şems-i Tebrizi (Selam onun üzerine olsun)  ise, sırlarına vakıftır.
Ben de Peygamberin nurlarına mazharım” buyurmuştur.

ŞİİR:
 Tanrı’nın elçisinin sırlarına vakıf olan Şems-i Tebrizi sensin.
Senin tatlı adın (elden) giden her gönül için derman olsun “

                               *
Eski pirler derler ki:
Mevlana Şems-i Tebrizi’ye Tebriz şehrinde, tarikat pirleri ve hakikat arifleri, “ Kamil-i Tebrizi “,
Gönül sahibi seyyahlar ise, yolu tayy (Her şeyin üstünden geçtiği) ettiği için “ Şemseddin-i perende” (Uçan Şemseddin )” derlerdi. 

                             *
Derler ki:
Mevlana Şems-i Tebrizi önceleri Şeyh Ebu Beki Tebrizi’yi Sellebaf’ın (Tanrı rahmet etsin) müridi olmuştu.

Şems, seyr ve sulukü tamamladığı, vecd (kendinden geçiş) ve heyecanı, kavrayışlı halkın anlayışını geçtiği vakit, daha olgun, daha üstün ve olgunların noksanını tamamlayacak bir mürşit (Yol gösterici) bulmak maksadıyla yola çıktı.

(( Seyr: Öğreteninin emir ve rızasını kazanarak birçok aşamalardan geçtikten sonra Tanrı’nın sıfatlarına boyanma ve onun nur perdelerinde ilerlemek Tanrı ile buluşuncaya kadar yolculuğudur. (Kişinin kendi başına giderse 50.000 yıllık yoldur).

Suluk: Tanrı’ya gidişte 100 yerde duraklanarak kişinin kendini tamam edip bir üst basamağa çıkarak Cenab-ı Hakkın kişisel yakınlığına ulaşmanın duraklarıdır.
Bu durakların başı kocakarı imanı, ortası ihlâs ve amel ve teslimiyet, sonunda Tanrı ile buluşmadır))

Tanrı erlerini aramaya koyuldu ve “ Sıhhat bulmanız ve ganimetler elde etmeniz için seyahat ediniz “ hadisi uyarınca bütün iklimleri birkaç kez dolaştı ve yerin doğusu ve batısı bana gösterildi.

“ Benim ümmetimin mülkü bana gösterilen bu doğu, batı, yakın, uzak denizler ve karaları kaplayacaktır  “ sözünün uyarınca her tarafı gezip temaşa etti (seyretti).

Birçok Abdal (Allah’a bağlanmış derviş), Evtad (Bilgili büyük insan), Aktab (Aziz, ulu, tarikat kurucusu, kutup), Efrad (Başka bir örneği olmayan), Futur (Zayıf, gevşek, bezmiş, usanmış, kederli, ümitsizlik içinde olan) ve Mestur (yazan, çizen) ehline suret ve mana büyüklerine ulaştı.
Fakat kendi yüceliğinin benzerini bulamadı.

Dünya şeyhlerini kendine mürit ve kul yapıp seyahatte bulunuyor, sevgilisini ve gönlünün dilediğini arıyordu.

Dünyanın görenlerinden, vücut aynasını bir keçeye sararak, gayıp örtüsü ve Tanrı’nın kıskançlık kubbeleri altında saklandı.

Nitekim Mevlana onun belirtisi olmayan adı sanı hakkında şöyle buyurmuştur.

ŞİİR:
“ Yusuf, güzellik bakımından bütün mahlûklar arasında en meşhuru sayılır,
Fakat benim sevgili efendimin bir yanağı vardır ki, o Yusuf’un güzelliğini dehşet içinde bırakır.

Sabah kuşları onun ziyasını (İçinde oluşan parlaklığı) görmeğe tahammül edemezler;
Nerede kaldı ki gece kuşları ( Karanlıkta görmeğe çalışan) onu görmeğe tamah (Tek ve eşsiz olanı yerine çokluğu görmeye çalışanlar) etsinler.”

“ Ey Âdem’in ve zürriyetinin rüyada bile görmediği güzel!
Ben senin güzelliğinin vasfını kimden sorayım?
Beni, herkesten sormuş farz et “

Şems daima kara bir keçe giyer ve her gittiği yerde bir hana inerdi.
O âlemin canı, dünyayı dolaştıktan sonra konak-konak Daru’s Selam (2. Cennet) olan Bağdat’a geldi.

Naklonulur ki:
Şems, Şeyh Evhededdin-i Kirmani’yi (Tanrının rahmeti onun üzerine olsun) orada buldu ve “ Ne ile meşgulsün “ diye sordu.
O da: “ Ay’ı leğendeki suda görüyorum” buyurdu.

Bunun üzerine Şems: “ Boynunda çıban yoksa niçin başını kaldırıp onu gökte görmüyorsun.

Kendini tedavi ettirmek için bir doktor elde et.
Bu suretle neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı orada görürsün.” Buyurdu.

Bunun üzerine Evhededdin: “ Tam bir arzu ile bu günden itibaren senin kulluğunda bulunmak istiyorum “ dedi.

Şems: “ Sen benim arkadaşlığıma tahammül edemezsin “ dedi.
Evhededdin: “ Beni kulluğuna ve arkadaşlığına kabul et “ diye ısrarda bulundu.

Şems. “ Bağdat pazarının tam ortasında herkesin gözü önünde benimle beraber nebiz (Hurma şarabı) içmek suretiyle kabul ederim” buyurdu.
Evhededdin: “ Bunu yapamam” dedi.

Şems “ Benim için hususi bir nebiz bulup getirebilir misin?” dedi
Evhededdin: “ Hayır, onu da yapamam” dedi.

Sonra Şems: “ Ben içerken, benimle arkadaşlık edebilir misin? Dedi.
Evhededdin “ Edemem “ dedi.

Bunun üzerine Şems ona: “ Erlerin huzurundan uzak ol” diye bağırdı ve “ Ben sana benimle beraber arkadaşlık etmeğe sabredemezsin demedim mi” (Kehf suresi 75) suresini okudu ve “ Sen bunu yapacak adam değilsin.
Çünkü sende bu kudret yoktur.

Tanrı sana bu kudreti vermediğine ve hasların kudretine malik olmadığına sevin.

O halde benimle arkadaşlık senin işin değildir.
Bana arkadaş olamazsın.

Bütün müritlerini ve dünyanın bütün namus ve şerefini bir kadeh şaraba satmalısın.

Bu, (aşk) meydanı erlerinin ve bilenlerin işidir ve şunu da bil ki ben mürit değil, şeyh istiyorum.

Hem de rastgele bir şeyh değil, hakikati arayan olgun bir şeyh” dedi.

                                      *
Yine nakledilmiştir ki:
Bir gün Şeyh Evhededdin’in heva ve hevesini tamamlamağa kıl kalmıştı.

Firavun’un sihirbazlarının heva ve hevesleri tamdı.
Şüphesiz onlara ruhun kokusu ulaştı.

Firavun tam değil, mantıki ve mantık ehli idi.
Fakat sihirbazlardan, onlarda olmayan bir hüner vardı.

Seyyid’deki ruh kokusu ve mestliği Evheddeddin’den çoktu.
Şu şeyh Ebu Bakr’de Tanrı’dan mestlik vardır.
Fakat onda mestlikten sonra gelen ayıklık yoktur.

Evhededdin ne kadar yalvardı ise de, Şems onu arkadaşlığa kabul etmedi ve “ Senin elinden bir iş gelmez.

Sen benim latif arkadaşım değilsin.
Benim arkadaşım, ancak Bahaeddin-i Belhi’nin oğlu (Tanrı onun sırrını kutlasın) olabilir (Mevlana Celaleddin-i Rumi) “ dedi.

Uzun bir müddet sonra ilkin Mevlana’ya Şam’da şehir meydanında rastladı.
Mevlana, o zaman ilimler tahsiliyle meşguldü.
                          
                                          *
Eski dostlar şöyle anlatmışlardır:
Bir gün Mevlana, Şam’da halkın arasında, Mevlana Şemseddin’in mübarek elini yakaladı ve ona:
“ Dünya sarrafı beni anla” dedi.
Mevlana Şemseddin istiğrak âleminden (Tanrısal düşünceye dalmak) kendine gelinceye kadar Mevlana geçip gitmişti.

Uzun bir süre sonra, Mevlana Şemseddin Hazretleri 29 Kasım 1244 de sabahleyin Konya’nın Şekerrizan hanına indi.

O zaman Mevlana, din dersleri vermekle meşguldü ve dört tanınmış medresede müderristi ( Şimdiki ordünarüs öğretici profesör).
Bütün bilginlerin uluları onun atının üzengisi yanında giderlerdi.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
                Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
Neler öğrendik:
1.    Şemsi Tebrizi Hazretlerinin kendini tamamen vererek Peygamberimizin zatıyla ilgilendiğini öğrendik.
2.    Aç kalarak hedefine ulaştığını öğrendik.
3.    Sorulan sorulara evirmeden, kıvırmadan, çevirmeden ikna ve tatmin edici cevaplar verdiğini öğrendik.
4.    İnsanların yaşamadığı alanlara gidip seyrettiğini ve bilgilendiğini öğrendik.
5.    Başka insanların gidemediği âlemlere gidip bizzat bilgilendiğini öğrendik.
6.    Kimsenin sahip olamayacağı bilgilere sahip olmasına eksiğim var diye arayışa devam ettiğini öğrendik.
7.    Şems Hazretlerinin Peygamberimizin sırlarına sahip olduğunu öğrendik.
8.    Mevlana Hazretlerinin Peygamber nuruna (ışığına) sahip olduğunu öğrendik.
9.    Veliliğini gizlediğini öğrendik.
10.                      Bir veliyle arkadaş ve kul olmak için tüm seni bağlayan bağlardan, makamlardan ve kurallardan kurtulmak gerektiğini öğrendik.
11.                      Şems Hazretlerinin hakikati arayan şeyhleri yetiştirdiğini, âlimlerin uğraşısı olan aşağı tabaka ile uğraşmadığını yani “ Hâkim “ olduğunu öğrendik.
12.                      Kendinden geçişten sonra ayıklık olması gerektiğini öğrendik.
13.                      Mevlana Hazretlerinin her seviyeye ders verdiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ben Kuran’ı okur anlarım diyenleri çok duymuşsundur.
Ben diye başlarsan Kuran’ı anlaman için 50.000 sene durmadan öğrenmek, anlamak, hakikati görmek için çalışmak gerekir.

Tanrının verdiği ömür 150 sene ile sınırlandığına göre biliyorum, öğrendim, öğreteyim asla diyemezsin.

Kalbini bağladığın Tanrı erleri bu uzun zamanı ana çevirerek Tanrı izniyle kısaltırlar.


El elden üstündür atasözünü bir daha hatırlamalıyız.
Her ne kadar bildikse, olgunlaştıksa bilmediğimizi daha ham olduğumuzu anlarız.

Biliyorum diye meydana çıkmışlara bu gözle bak.
Genelde başka bir yerden öğrendiğini sana aktarırlar da biliyorum tavrına girerler.

Hakikat çok başkadır, göründüğü gibi değildir.
Mana âlemi üç beş bilgiyle öğrenilemez.

Daima kendimizde eksiklik olduğunun farkında olarak, öğrenmeğe, keşfetmeğe istekli olara çalışmalıyız.
                                    *
Şemsi Tebriz’i Hazretleri’ni rüyamda gördüğüm gibi arz ediyorum.
Gördüğüm yer Afyon Karahisar Mevlevi Camii ve türbesi içi.

Onu takip eden çevresinde aynı giyside 6 kişi,
Beyaz diz altına kadar uzun entari giymiş.

Uzun boylu,
Zayıf,

Omuzları geniş ve düz.
Yüzü orta Asya yüzü,

Teni rengi beyaz,
Başı büyük,
Alnı geniş çenesi dar,

Gülmeyen ama asık da olmayan ciddi, vakurlu, saygı uyandıran parlak bir yüz,
Sakalsız.

Bıyıkları virgül gibi ince, dudak kenarından aşağıya doğru kibarca inmiş,
Sağ bıyığı diğerine nazaran daha aşağıda gözüküyor.
                                               *
RAVLİ

30 Ekim 2011 Pazar

MEVLANA VE TOPRAĞI ALTIN ALTINI TOPRAK YAPMAK SANATI


Mevlana Hazretleri bir gün buyurdu ki:
Toprağı altın yapan erlik, altını toprak yapan ise insanlıktır.
Tanrı’ya şükürler olsun ki biz, her ikisinin de pehlivanıyız.

ŞİİR:
Biz erlik sanatını Tanrı’dan öğrendik.
Biz, aşk pehlivanı ve Muhammed Hazretlerinin dostlarındanız.”

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
Neler öğrendik:
1.    Toprağı altın yapmak sanatının insanın içinde ve bütün vücuduna karışmış, gözükmeyen değerli ve değersiz olan huyları ayrıştırarak değerli olanları öne ve başa, gerdana, parmağa, ele takılıp, herkesin görebileceği şekle getirmek olduğunu öğrendik.
2.    Vücudumuza karışmış değersiz, kötü, fena huyların, iyi huylarla karışık olmasının insanı bulandırdığını, kafa karıştırdığını, doğru seçeneklere ulaşmayı zorlaştırdığını öğrendik.
3.    İç içe girmiş, kişinin kendisinin bile ayıramadığı iyi-kötü huyları ayrıştırılarak herkesin değer verdiği, kullandığı, işe yarayan, ihtiyacı karşılayan, doğru yerde zamanda ve kişiye uygun kullanılmasını, insanlık hizmetinde kullanılmasının ustalık istediğini öğrendik.
4.    Karışıklıktan kurtulmak, doğru sandıklarımızdan kurtulmak, kararlarımızda berraklık ve saflık kazanmak bir sanat olduğunu, bu sanatın ustası Hazreti Mevlana ve hanedanının olduğunu öğrendik.
5.    Bu ustalığın sırlarını Mevlana Hazretlerinin aşk yolundan ve Peygamberimizle olan dostluğunun getirisinden Tanrı’dan öğrendiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,
Mevlana Hazretlerini ve onun dostlarını tanıyarak ve severek ve onların sözlerini doğru kabul ederek yol almak gerekmektedir.

Önceleri fazla bir anlamlı bulmayabilirsin.
Fakat bu anlamlı bulmaman sendeki alt yapı eksikliğindendir.

Hiç acele etmeden bizlerle birlikteliği devam ettirmelisin.
Bu öğreti kavramlar üzerinden olduğundan uzun bir zaman sürecektir.

Önce sendeki kavram kargaşasına son verilme sağlanacaktır.
Yani sen içinde çeşitli madenlerin birbirine karıştığı topraksın.
Çünkü Tanrı insanı balçıktan (Toprak ve su karışımı) yarattı.

İçindeki tüm huylar bir-bir ortaya çıkartılarak ayrıştırılması, aynı şeylerin bir araya getirilip görünür kılınıp, tanımlanması ve doğru yerde korunması, kullanıma hazır duruma getirilmesi gerekmektedir.

Diğer bir anlatımla kendini ve özelliklerini tanımaktır.
Yani kendimizi tanımazsak ne başka birilerini tanıyabilir, anlayabiliriz ne de Tanrı’yı ve Tanrı dostlarını anlayabiliriz.

(Birinde kötülük gördükten sonra “ Ben onu kendim gibi bilmiştim” cahilliği itiraf eder gibi bu sözü dememek için önce kendimizi tanımamız gerekmektedir)

Olgun, kâmil, erdemli dediğimiz tüm büyükler “ Kendini tanı, içine doğru git, her aradığın sende var diye bu çalışmayı yapmamızı işaret eder.

Tabii ki bu erlik isteyen bir iştir.
Herkes kendisiyle yüzleşemez.
Kendi kötü huylarını tanıdıkça, ortaya çıktıkça bu alandan kaçmaya çalışırlar.

Ey yaren kaçma, korkma.
Tanrı Tövbe kapısını sonuna kadar açmıştır.
Bizim kaçmamızla, yok saymamızla, görmezlikten gelmemizle durum ve şartlar yani gerçek değişmez.
                                 *
Altını toprak yapmak ise gururdan, kibirden, kendini beğenmişlikten, farklıyım ve üstünüm diye kendini halktan ayırıp faydadan uzaklaşmaktan kurtulmak için alçak gönüllülüğü öğrenmektir.

Hilm sahibi olmayı, yani fayda sağlayan yavaşlık ve yumuşaklıkla hoşgörü oluşturarak bunu huy haline getirip kişiliğimize yerleştirmektir.
                                  *
Bu iki aşamalı büyük iş için güçlü pehlivan olan Hazreti Mevlana’nın bize öğrettiklerini öğrenmemiz gerekmektedir.

Bu çalışma her insanın muhakkak yapması yazımdır.
Bir insan kendi başına bunu yapamaz.
İlla ki ona öğretecek, denetleyecek, yanlış gidişleri durduracak kişi gerekir.

Eğer yaşayan bulamazsan Mevlana Hazretlerinden maneviyatından yardım almalısın.

Ayrıca daha önce yayınladığım siteden bloğa girerek ilk yazılardan başlayarak buraya kadar gelmeni öneririm.

Bu yazılara yüklenmiş nuru inşallah kalbini hazırlayarak yer eder ve muhafaza edersin.

Tanrı nasip etti ise velileri sever ve istersin.
Nasibin yoksa merakını giderir, dünya âleminde sıradan bir insan gibi yaşar ölürsün.

Mevlana Hazretleri ebedi sevinci öğrettiğini, kalite ve kıymetli olanın kolay elde edilmediğini bilmelisin.

İnşallah bizimle birlikte ölüm sonrası hayatta birlikte olmak arzun uyanır.
                                  *

RAVLİ

MEVLANA VE İYİLİĞİN KALICI NURA DÖNÜŞMESİ



Bir gün Mevlana Hazretleri Pervane’den şu suretle özür diledi:

Dervişin vücut gemisi, Tanrı’nın tasarrufunda bulunan denizin elindedir, kendi hükmü altında değildir.

Mısra:
“ Rüzgârlar, gemilerin istemediği bir şekilde eserler “

Tanrı, işlerinde galiptir.
Kim Tanrı’nın istediğini yapar ve çehresinin nurunu mütalaa ederse, onun micazında (huy, tabiat)  hiçbir itiraz etmek duygusu kalmaz.

O, bütün mahlûklara merhametle muamele eder.

Tanrı’nın rızası için yapılan iyilik, sırf Tanrı içindir.

Bu, güneşin ve ayın nurundan çok üstündür.
İyilik yapanların kemiklere mezara girer, nuru mezara girmez.

Demek istiyoruz ki sen, güneşin nurunu mezara gömsen de o, yine üste çıkar, aşağıda kalmaz.

Bu sözün sonu yoktur.
Yani iyiliğin iyiliği böyledir.

İyi adam, mezara girse de onun iyiliğinin nuru ve adının parıltısı kıyamete kadar parlar.

Mısra:
“ Hayır, (İyilik) da güneş gibi gizlenemez,
Onun nuru daimidir “

Bu sözler onundur.
Pervana baş koyup kalktı ve müritlere sonsuz hizmetlerde bulundu.


                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
Neler öğrendik:
1.    Dervişin yaptıklarını kendi iradesiyle yapmadığını, Tanrı emrine göre davrandığını öğrendik.
2.    Her zaman, her istenilen davranışı dervişin yapmadığını, bazen dervişin halka ters gelen davranışlar yaptığını öğrendik.
3.    Bize ters gelse de, hoşumuza gitmese de Tanrı takdiri olduğundan sonucu sabırla beklersek Tanrı nurunun ve hakikatini görebileceğimizi, böylece olanlara Tanrı nurunu görebileceğimizi ve böylece nurlu bakışa sahip olabileceğimizi öğrendik.
4.    Olanlara itiraz veya şikâyette bulunmanın yanlış olduğunu öğrendik.
5.    Tanrı’nın merhametle muamele ettiğini görmemiz ve anlamamız gerektiğini öğrendik.
6.    Tanrı için yapılan iyiliğin çok kıymetli olduğunu öğrendik.
7.    İyilik yapan kişi ölse de, iyilik yapılan anlasa da, anlamasa da oluşan nur o kişiye ve adına yapışacağını, kıyamete kadar pırıltı vereceğini öğrendik.
                                                  ***
                        PENDNAME (ÖĞÜT KİTABI)
FERİDÜDDİN-İ ATTAR
Çeviren M. Nuri GENÇOSMAN      M.E.B 391
Yorumlayan RAVLİ alıtıdır.
Tamamını ( http://hacialidede.azbuz.com/index.jsp) bloğunda bulabilirsiniz.



DERVİŞLİK ÖZELLİĞİ
Derviş: Allah için alçak gönüllülüğü ve fukaralığı kabul eden veya bir tarikata bağlı bulunan kimsedir.

Aklın ilmine yakın ise derviş ol.

Dervişlerden başkasıyla düşüp kalkma.

Dervişlerin aleyhinde konuşma.

Dervişler sevgisi, cennetin anahtarıdır.
Derviş düşmanları kovulmaya layıktır.

Derviş, istekleri ve boğazı peşinde koşmaz.

Derviş nefsini ayaklar altına alarak Allah katına yol bulur.

Derviş bu dünyada yapılan binaların yok olacağını bildiğinden ahret için hazırlık yapar.

Derviş bu dünyanın belalarına karşı sabreder, nimet zamanında şükreder.

               İYİ İŞ VE DÜŞÜNCE

1. Önce imanlı bir insan olmak için kalbini kıskançlıktan temizle.(Allah’ın başkasına verdiğini niye bana verilmedi diye Allah’la kavgaya girişme)

2. İmanının boşa gitmemesi için dilini kontrol altında tut, başkasının aleyhinde bulunma, başkası aleyhinde konuşma, başkalarını çekiştirme, dedikodu yapma.

3. İman ışığı sana nur saçması için ikiyüzlü davranıştan kendini kurtar, faydasızlıktan kurtul.

4. Tam manasıyla imanlı olmak için haram lokma yememek için dikkatli ol.
 Felekler tarafına yüksel.

Bunlara önem veren şerefli insan olur.
Önem vermeyen zayıf iman taşır.

 Davranışlarında gönülden gelen dostluk, samimiyet, doğruluk, bağlılıkla yapanların işi daima parlak ve güzel olur.

HAYIR, İŞLEME HAKKINDA

Hayır, işlersen onu, elinle yap.

Malından fakirlere, dervişlere hisse ayır.

 Kendi elinle verdiğin hayır kıymetlidir.

 Öldükten sonra vasiyetle yaptığın hayır sağken yaptığın kadar kıymetli değildir.

Bağışladığın şeyden, açlıkla elden ayaktan düşsen bile geri isteme.
Kustuğunu yemek gibidir.

Mal ve parada sevinç arama.

Bağışladığın şeyi unut, bir daha arama.

Dünya sevinci baştan sona bulanıklık, tasa, kaygı, gönül üzüntüsüdür.
Dünyanın neşesi arkasında ağlayış, yas, gelir.

Allah çok sevinçlileri sevmez.
 Ancak Allah’ın verdiği nimetlerden sevinirsen bu yerinde sevinç olur.
Bu dünyadan bolluk, genişlik, neşe aramak hatadır.

                          SADAKA VE HAYIR

Allah’ın kahreden gücünden güven bulmak dilersen gizli sadaka ver.

Hayır, işlemeyi adet edinenlerin şüphe yok ki ömürleri artar.

Halka iyilik yapan şereflidir.

Halk arasında insanlara zararlı olanlardan daha kötü kimse yoktur.

Allah’tan korkmayanda din yoktur.

Ahret kaygısı çekmeyen akılsızdır.

Allah’tan korkmayanda iman olmaz.

 İman olmayanda iyilik yapma isteği olamaz.

Allah yoluna, doğru yola girmemiş kimselerde tövbe düşüncesi olmaz.

Doğru olup olmadığını araştırıp meydana çıkarmayanlar Allah’ı göremezler.

Doğrusunu bilmeni eylemsiz bil.

Yapısında yavaşlık, yumuşaklık oluşmamışsa daha gerçek Müslüman değildir.
                                       *
RAVLİ




Popüler Yayınlar