17 Aralık 2011 Cumartesi

HÜSAMEDDİN ÇELEBİ VE MESNEVİNİN YAZILMASI

Haberi kaynağından veren, ahlak ve yüksek özelliklerin yolcusu, dinin kandili (Aydınlık verip görünmesini sağlayan) Türbenin Mesnevi hanı Sıraceddin şöyle hikâye ermiştir.

Kuran’ın sırlarını açıklayan Mesnevi-i Manevi’nin yazılmasına sebep şu oldu:

Bir gün bütün mahlûkat arasında Tanrı’nın halifesi ve hakikat yolunun yolcusu, Hak ve dinin kılıcı (Hüsameddin) (Tanrı onun sırrını kutlasın), bir kısım dostların tam bir istek ve büyük bir aşk ile

Hâkim’in Senai’nin İlahi name’si ile Ferideddin Attar’ın Mantık-ul-tayr (Kuşdili) ve Musibetnames’si ile meşgul olduklarını ve bunların sırlarından çok lezzet aldıklarını ve bunların garip manalarını pek acayip bulduklarını gördü ve hemen fırsat kolladı,

Çünkü FIRSATLAR BULUT GİBİ GELİP GEÇERLER.

Bir gece Mevlana’ya gelerek onunla baş başa kaldığı sırada baş koyup dedi ki:
Gazel divanları çoğaldı.
Bunların sırlarının nurları deniz ve karaların, doğu ve batının her tarafını kapladı.

Tanrı’ya hamd ve minnet olsun, bütün söz söyleyenler, bu sözlerin yüceliği karşısında şaşakaldılar.

Eğer Hâkim’in İlahi name’si tarzında ve Mantık ul Tayr’ın da vezninde bir kitap yazılsa, bu, bütün insanlar arasında hatıra olarak kalır, âşıkların ve dertlilerin can arkadaşı olur.

Bu son derecede büyük bir merhamet ve inayet olacaktır.
Bu kulunuz da ister ki, değerli dostların yüzlerini sizin kutlu yüzünüze çevirip başka bir şey ile meşgul olmasınlar.

Artık bundan sonrası, Hudavendiğar’ın lütuf ve inayetine kalmıştır.

Bunun üzerine Mevlana, hemen mübarek sarığının içinden külli (Bütün) ve cüzi (Parça) bütün sırları açıklayan bir cüz çıkarıp Çelebi Hüsameddin’in eline verdi.

Bunda Mesnevi’nin başında bulunan on sekiz beyit yazılı idi.

Bundan sonra Mevlana, Hüsameddin Çelebiye:
“ Bu fikir sizin mübarek kalbinize gelmeden, böyle manzum bir kitabın yazılmasını ve parlak mana incilerinin delinmesini gayp ve şahadet âleminin bilgini rahman ve rahim olan Tanrı gayb âleminden kalbime ilham etmişti.

Şimdi gel, kendi himmetinin semasının yüceliklerinde uçabildiğin kadar uç ve tamamıyla Muhammed’e uyarak hakikatler miracı tarafına bir yürüyüver, bizim iç âlemimiz, senin ahengine uysun, harekete gelsin, bu manaların kelimelerini nazıma başlasın “ buyurdular.

Nitekim Mevlana Hazretleri Mesnevi’nin dördüncü cildinde bu olayı açık bir şekilde anlatmışlardır:

ŞİİR:
 “ Ey hakkın ışığı Hüsameddin!
Senin nurunla, bu Mesnevi gökteki Ay’ın derecesini aşmıştır “

“ Ey emellerin emeli, yüce himmetin bunu çekip götürüyor,
Nerelere götüreceğini artık Tanrı bilir “

Sen bu Mesnevi’nin boynuna bir ip takmışsın,
Bildiğin yere kadar çekip götürüyorsun”

“ Mesnevi yürüyor, fakat bunu çekip götüren ortada görünmüyor.
Bu yalnız görmek hassasından (Özel bir görüş tekniğinden) mahrum olan cahiller yanında gözükmüyor “

“ Mademki Mesnevi’nin başlangıcı sen oldun.
O halde bu artarsa onu sen artırmış olursun.

Eğer sen böyle istiyorsan, elbette Tanrı da böyle istiyor demektir.

Tanrı daima senin gibi kendisinden korkanların arzularını yerine getirir.”

Ve Mevlana Hazretleri her ciltte tarikat yolcularının Sersebil (Parasız dağıtılan su gibi, sevabına) gibi akıp giden böyle beyitlerle Hüsameddin Çelebi’nin bu arzusunu yerine getirdiğini söyleyerek o kuluna karşı inayetlerde bulunmuştur.

Altıncı Ciltte de:
“ Ey gönlüme hayat veren Hüsameddin, Mesnevinin altıncı kısmını yazmak için gönlümde meyil uyandı.

Senin gibi bir allemenin (Çok bilgin) cezbesi (İlahi âleme geçmesi) ile bu Hüsam-i name her tarafı dolaştı.

Ben senin gönlünü hoş etmek için bu Mesnevi’nin tamamında altıncı kısmı sana armağan ediyorum “
Buyurmuştur.

İşte böylece Hüdavendigar Hazretleri o hür, asil kişilerin sultanının cazibesi (Çekiciliği) ile heyecanlar ve kararsızlıklar içersinde semada, hamamda otururken, ayakta, sükûnet ve hareket halinde daima Mesnevi’yi söylemeye devam etti.

Bazen öyle olurdu ki:
Akşamdan başlayarak gün ağarıncaya kadar birbiri arkasından söyler ve yazdırırdı.

Hüsameddin Çelebi de bunu süratle yazar ve yazdıktan sonra hepsini güzel ve yüksek bir sesle tekrar Mevlana’ya okurdu.

Birinci cilt tamamlanınca Hüsameddin Çelebi beyitleri yeniden gözden geçirerek lafızlarını ve notlarını düzeltip tekrar Mevlana’ya okudu.

Fakat bu sırada birdenbire Hüsameddin Çelebinin eşi öldü.
Bu suretle araya bir fetret devresi (Zaman aralığı) girdi.

Bunun için Hüsameddin canının gıdasını ruhunun kuvvetini istemek hususunda ihmal gösterdi.

Onun kutlu iç âleminde başka hiçbir şeyle meşgul olmayacak şekilde her an yeni bir hal ve yeni bir hayret peyda olurdu.

Mevlana da hakikatleri açıklamaya, (Mana âleminin) inceliklerini keşfe vecd ve hallere o kadar dalmıştı ki Çelebi Hüsameddin’e hiçbir şey söylemiyordu.

Nihayet bu meselenin üzerinden tam iki yıl geçti.
Çelebi de yeniden evlenmek istemiş, onunla meşgul olmuştu.

Birdenbire canının çocuğunu ağlar bulup hüzün içindeki kalbinin de Tanrı aslanlarının sütüne karşı büyük bir arzu gösterdiğini gördü.

Her an kalbinin feryat ve figan onun akıl kulağına ulaşmağa başladı ve dedi ki:

“ Ey benim gibi yüzlerce çaresizin derdine çare bulan!
Bir çocuk gibi ağlayan ruhuma süt ver de beni onun ağlamasından kurtar “

Bir sabah kalktı, Mevlana Hazretlerine gelerek kulluk secdelerini yerine getirdi, tam bir anlayışla ve acizlere yaraşır bir niyaz ve tekrar tekrara arzu ve rica ile Mesnevi kitabının geri kalan kısımlarını şeyhinin (Tanrı onun fikrini yüceltsin) nurlu zamirinden (Gönülde sakladığı) ve güzel kokulu hatırından hal dili ile rica etmeye başladı.

Mevlana da “ İYİLİK ANCAK TAM OLMAKLA İYİLİK OLUR” sözü gereğince herkese şamil olan merhametinden mana sofralarını önüne yaydı ve ikinci cildin önsözü olan şu kelimeleri dikte etti.

Bunda Mesnevi’nin ikinci kısmının (Tanrı onunla ariflerin kalplerini faydalandırsın ) geri kalmasını bu fetret (ara) devrinden sonra tekrar başlamasının sebebini anlattı.

(Bununla beraber) işlediği hatadan dolayı Âdem’den bir müddet vahiy kesildiğini ve bir fetret devri geçtikten sonra vahiyin tekrar geldiğini her hal sahibinin böyle bir fetret devri geçirdiğini ve bunun yine bir kalbin genişlemesi ile zail (sona erdiğini)olduğunu anlattı.

Tanrı herkesten daha iyi bilir.

Fakat sonunda bu ikinci kısmın önsözünü şimdi yazdıklarından başka türlü buyurmuşlardır.

Ve nihayet 662 tarihinde kitaba, şu suretle başlamışlardır.

“ Bu Mesnevi’nin yazılması bir müddet gecikti.
Evet, kanın süt haline gelebilmesi için aradan zaman geçmesi lazımdır.

Senin talihin yeni bir çocuk doğurmadan,
Kan tatlı bir süt olmaz,
Bu sözü iyi dinle.

Hakkın ışığı Hüsameddin,
Yükseldiği göklerden atının dizginini bu tarafa döndürüp geldi.

Hakikatler Miracına gittiği için onun bahar gibi olan vücudunun yokluğunda mana goncaları açılmıştı.

O, sahilde, denize geldiği vakit Mesnevi şiirinin çengi (çalgısı), ahengini (akordunu) buldu.

Ruhların cilası olan Mesnevi,
Onun dönüp gelmesi ile yine başlangıç gününe kavuştu.

Bu ticaret ve bu kazancın tarihi 662 senesi oldu.
Bu âlemden uçan bülbül dönüp geldi.

Bu manaları avlamak için bir doğan oldu.
Bu doğanın yeri, hakikat padişahının bileği olsun.

Bu kapı ebediyete kadar herkese açık kalsın.
Ey âlemlerin rabbi,
Âmin “

Böylece kitabın sonuna kadar hiçbir duraklama olmadı.
Mevlana hiç ara vermeden söylüyor, Çelebi Hüsameddin Hazretleri yazıyor ve yazdıklarını tekrar-tekrar okuyordu.

Nihayet sona erdi.
                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***

Mesnevi için çok dikkatlice bir çalışma yapıldığını öğrendik, anladık.
                           *
http://hacialidede.azbuz.com/index.jsp bloğundan İlahi name ve Mantık ül tayr (kuşdili) hikayelerini 2009 ocak ayından bu tarihe doğru gelerek okuyabilirseniz buralardaki anlatılanları daha iyi anlarsınız.

RAVLİ

Popüler Yayınlar